Birleşik mücadelenin perspektifi ve kapsamı üzerine – Ali Efe

Boğaziçi Üniversitesi direnişiyle toplumsal muhalefetin biriken öfkesi bir kez daha açığa çıktı. Direnişin sürekliliği ve yaygınlaşması demokratik toplum muhalefetinin moral ve kararlılık düzeyinde de belirli bir yükselişe yol açtı. Boğaziçi eksenli direniş atmosferi henüz varlığını koruyorken hemen önümüzdeki günlerde, eğer ki gerici faşist iktidar –Gare saldırısında olduğu gibi Kürt devrimiyle şövenizmi aşkın bir politik etkileşim kurmaktan hala uzak saha belirlemesi itibariyle- metropol alanların siyasal atmosferini bir başka yerde bir katliam, hırsızlık, cinsel saldırı, vb ile yükseltmeyecek olsa bile açılan okullar, “komplo süreci”, 8 Mart, 12 Mart, 21 Mart, 30 Mart gibi siyasal hayatımızın önemli günlerine ilişkin güncel yüklemelerle sol demokratik muhalefetin sürekli katlayan bir yükseliş içine girmesi mümkündür.

Mümkün olanı gerçek kılmak için içinde bulunduğumuz mücadele düzeylerinden gerekli sonuçları çıkarmamız ön koşuldur. Boğaziçi süreci hem eylemin kendisi, hem ülke siyasetinde eyleme yönelik alınan tavırlar, hem de Birleşik Mücadele Güçleri gibi gündeme gelen yeni örgütlenmeler itibariyle bize önemli veriler sunmaktadır. Önümüzdeki dönemi iyi şekillendirebilmek ve yönetebilmek için bu verileri bütün potansiyelleriyle birlikte doğru değerlendirebilmeliyiz.

Öncelikle, toplumsal eylemin ülke tarihi boyunca gösterdiği düşük profil itibariyle karşımıza çıkan muhalif kitle eylemlerini ne taşıdığı potansiyelden öte işlevlendirmeliyiz ne de anılan tarihsel kuşatma gereği ortaya çıkan eylemliliği salt kendi nominal değerleri üzerinden manalandırmalıyız.

Bu çerçevede, Boğaziçi eksenli eylem süreci, açıktır ki bütün toplumsal hayatı kavuracak ya da ateşleyecek ölçüde yüksek bir ısı taşımamaktadır. Bunun nedenleri olarak ülkedeki toplum-devlet ilişkisinin tarihsel ağırlığının yanı sıra güncelde devrimci atılımın uzun yıllardır taşıdığı yenilgi mahkumiyetiyle oluşmuş çekinceli bilinç ve gerici faşist iktidarın saldırıları yanısıra CHP ve liberallerin kuşatması da sıralanabilir. Ancak özellikle belirlenmesi gereken kayyum gündeminin halk sınıfları nezdindeki karşılık düşüklüğüdür. Aş ve iş ihtiyacıyla kendini idama yatıran çalışan yığınlara bu direniş doğal olarak kucaklayıcı gelmemektedir. Bu doğal gündem farklılığına ek olarak, Türkiye burjuvazisi adına, diğerleri bir kenara, Kılıçdaroğlu televizyonlardan ailelelere çağrı yaparak direnişin toplumsallaşmaması/halklaşmaması için  müdahale etmiştir. Bu, 2018 seçimlerinden bu yana gözlenen muhalif toplum gücü korkusuyla düzen sahiplerince doğrudan Kılıçdaroğlu’na verilmiş bir görevdir.  Toplumu muhalif gösterilerden uzak tutma misyonu gereği CHP,  2019 yerel seçimlerinde bile İstanbul, Ankara, İzmir kent merkezlerinde miting düzenlemedi. Bu nedenle Kılıçdaroğlu CHP’sinden gelecekte de bu misyonu aşkın bir beklenti taşımanın, iyi muhalefet yürütmediği gibi beklentili eleştirilerde bulunmanın işe yarar bir getirisi yoktur. Kılıçdaroğlu ve CHP, uluslararası ve yerel burjuvazinin RTE’yle birlikte yürüme politikası çerçevesinde toplumsal muhalefetin sokağa çıkmasını engellemek üzere misyonludur.  Halk sınıfları ancak CHP ve liberallerin duvarlarını  yıkmak kaydıyla harekete geçirilebilirler. Devrimci hareket öncelikle bunu ve gereklerini gündemine almak zorundadır. Proletarya ve emekçi sınıfları devrim kitlesi haline getirecek bir politik mevzilenme, mevcut iktidar dizilişi itibariyle AKP-MHP’de somutlaşan burjuva blokun aslen AKP-CHP bloku olduğunu bilmeli ve görmelidir.

Bir diğer taraftan keza biliriz ki, halk sınıflarının öfkesinin açığa çıkması için bazen Gezi’deki ağaçlar gibi halkın yaşamıyla doğrudan ilgili olmayan konuların öne çıkması da ateşleyici olabilir, ancak bu durumda kesinlikle gereken halkın değişim talebinin bunu gerçekleştirebilir bir şiddete kavuşması,  kavuşturulmasıdır. BÜ direnişi  bu özelliklere yeterince sahip olamadan, protestolar düzeyinde gelişmiştir. Bu yetersiz gelişmeye karşın düzen solunun gereken düzeyin geliştirilmesinde şimdilik söylemsel ancak yarınki aşamada bilinçli bir şekilde engelleyici rol oynayacağı günümüz gençliğine eski kuşak tarzlara yönelik yaptığı uyarılardan belli olmuş durumdadır. Oportunist sözcüler, eski kuşakların yenik halleriyle günümüz devrimci gençliğine “kendi kalıplarını ve sınırları”nı getirmeye çalışmamasını vaz ederek devrimci gençliği bu yönelimlere karşı şerbetlemeye çalışıyor. Kılıçdaroğlu aileleri, oportunizm ise doğrudan eylem gücünü devrimcileşmeye karşı uyarıyor. Oportunist uyarı zamansız değildir, çünkü Boğaziçi direnişiyle eş zamanlı olarak Türkiye devrimci demokratik siyasal gündemine Birleşik Mücadele Güçleri, yeni bir örgütlenme düzeyi oluşturarak katılmaktaydı.

Birleşik Mücadelenin Yeri ve Kapsamı

Bu örgütlenmenin Saray diktatörlüğü açısından tehdit edici değeri  daha kendini ilan edişiyle birlikte doğrudan RTE tarafından hedef gösterilmesiyle ve yüksek bir operasyon furyasına uğratılmasıyla anlaşılır durumdadır. Birleşik Mücadele Güçleri, bileşenleri üzerinden görülmektedir ki, tam da oportunist sözcünün tarif ettiği gibi eskinin yenilgilerinden çıkardıkları dersleri asla bir devrim kaçkınlığına vardırmayan, aksine bu derslerin kolektif sonuçlarını yeni bir devrimci atılım için kolektif bir kimlik altında örgütleyen devrimci bir güç mevzilenmesidir. Ve olayca görülmektedir ki, RTE, Kılıçdaroğlu ve oportunizm toplamı buna karşı bir mevzilenmeyi oluşturmaktadır.

BMG örgütlenmesi, 90’dan beri devrimci mücadeleyi düzen sınırları içinde hapsetmeyi ideolojik ve siyasal olarak savunan oportunist hegemonyayı dağıtan, Türkiyeli ve Kürt devrim arayışını halk sınıflarına taşımaya çalışan bir kopuş sürecinin sonucu olarak gündemimize geldi. Kuşkusuz ki bu açılım, sürecin daha erken evrelerinde de gündeme gelebilirdi. Gelmedi.  Bölge ve ülke gündeminin olağandışı karışıklığı içinde doğrunun, “siyasallaşma” gereğinin kolektif bir biçimde bilince çıkartılması mücadele güçleri açısından ağır bir zaman ve süreç ısrafı olarak yaşandı. Açıktır ki bu gecikme, birleşik yapılanmanın içinde kopuş sürecinde kendini gösteren kimi perspektif ve mücadele sorunları olduğunun da göstergesidir. Ve keza açıktır ki, 4 Şubat çağrısı bu ve benzeri sorunları aşma gücünün bu bileşkeye içkin olduğunu da kanıtlamış durumdadır. Gene de farklı birikimlerden bir bileşke olmanın doğası gereği, bu tür sorunların yeni bir aşamada yeni ve farklı yönleriyle yeniden karşımıza çıkmasının kaçınılmazlığı da ortadadır. Birleşik devrim ya da gündemdeki özel ifadesiyle birleşik mücadelenin bugün de elbette bu tür sorunları vardır. En başta geleni de birleşik mücadelenin kapsam ve niteliği üzerine yaklaşım farklılıklarıdır. “Siyasallaşma” sürecinin perspektif farklılıkları şimdi bunun “nasıl”ına verilen cevaplar üzerinden karşımıza çıkmaktadır.

Aslında bu farklılıkları en temelden çözüme kavuşturan belirleme, birleşik mücadelenin birleşik devrimin hedef ve yönelimleriyle uyumlu bir siyasallaşma düzlemi olmasıdır. Konuya bu esas itibariyle bakıldığında birleşik mücadele, bileşenler arasındaki bir eylem birliği, bileşenler ya da artılarıyla oluşturulacak taktik bir direniş ve savunma hattı ya da AKP-MHP karşıtlığı üzerinden örgütlenmiş “en geniş cephe”yle bir siyasal demokrasi arayışı değildir. Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin Türkiye’deki öncülük hattının kurumlaşması ve inşasıdır. Bu inşa süreci gerekli taktik yönelimleri itibariyle kendi dışındakilerle eylem birlikleri de, en geniş cephe’ler de oluşturabilir ancak bütün bu manevraları da içerecek tarzda siyasallaşma sürecinin temel ekseni, öncülük hattının inşası ve öne çıkarılması olarak görülmek zorundadır.

Bu doğrultunun perspektif sorunları öncülük niteliği üzerinden, mücadele sorunları da ülke devriminin siyasal ihtiyaçlarını tariften kaynaklanmaktadır.

Birleşik Mücadelenin Taktik Değeri

Öncülük niteliği üzerine farklılaşmalar, Kürdistan devriminin öncü örgütlenme sorunu 1984’ten beri çözülmüş olduğu için esas olarak birleşik devrimin batı cephesi açısından, Türkiye devrimi itibariyla ortaya çıkmaktadır. 70’ten bu yana büyük bir kararlılık ve inançla devrim mücadelesi yürüten çizgilerin organik ya da kesintili uzanımları olmaları itibariyle bileşen yapıların özel ve öznel öncülük iddialarıyla birleşik öncülüğün ilişkilendirilmesi ideolojik ve siyasal komplikasyonlara yol açabilmektedir. Bunun, ülke solunun küçükburjuva yapısallığının çok bilindik bir tezahürü olduğu zaten genel bir kabul görmektedir. Ortaya çıkan sorunlarda ipin ucunu tekil iddialardan yana tuttuğunuzda birleşik öncüyü ikincil, güncel taktik çerçevelere oturtmak, daha esnek biçimlere taşıma özgürlüğü içine girmek mümkün olmaktadır. Bu durumda birleşik mücadeleye eylem birliği gibi, daha da genişletilerek kullanılacak güncel taktik bir örgütlenme gibi yaklaşmak da bu perspektif boşluğunun kaçınılmaz sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Burada tartışmalarda çokca değinildiği üzere birleşik mücadelenin taktik kapsamı netçe saptanmalıdır. Bildiğimiz gibi taktik belirleme, birincisi, doğrudan stratejiyle bağlam oluşturan strateji içi taktik olarak ya da ikincisi,  verili bir taktiğin güncel uygulamaları bağlamında taktik içi taktik olarak ayrım ve muhteva farklılıkları taşır.

Askercil örneklemeler bir kenara, mevcut fiili, meşru kitle mücadelesi temelindeki pozisyonlarımız üzerinden konuşacak olursak, burjuva blokun iktidar ve muhalefet sarkacına asılmış halk muhalefetini  doğrudan devrimci bir program etrafında örgütlemek üzere gündeme gelen bir öncülük çıkışı stratejiye bağlı taktik bir hamledir. Kesinlikle verili ana taktik bağlamda kalmak üzere, bunun gündelik gereklerine göre daha geniş, daha gevşek örgütlenmelerle gündelik politik manevralarına, örneğin seçim gibi, toplantı ve gösteriler gibi burjuva politik alanına dair faaliyetlere yönelmek ise  taktik içi taktik hamlelerdir. Genel yönelimiyle strateji soyut bir çerçeve oluşturur. Bu soyutluk strateji içi taktik üzerinden kesin somutluğa kavuşur. Taktik somutluk da taktik içi taktiklerle güncel politikaya tekabül ettirilir. Bu çerçevede, birleşik mücadele, birleşik öncü hattın kendi öznelliği temelinde kurumlaşması olarak görülüyorsa eylem birliği vb gibi güncel taktik bağlamlara sığıştırılamaz. Ve keza “en geniş cephe” gibi, anti faşist örgütlenmenin klasik ve devrim siyasallığı itibariyle görece dar bir çerçevesiyle ikame edilemez, çünkü açıktır ki “en geniş antifaşist cephe”, tıpkı birleşik mücadele gibi ama ondan kesinlikle farklı düzlemde bir strateji içi taktik örgütlenmedir ve bu taktiğin stratejik bağlamı bir burjuva iktidar zümresinin iktidardan tasfiyesi yoluyla, bugün ne kadar yakıcı gelirse gelsin, devrimi değil siyasal demokrasi’yi hedefler.

Özellikle içinde bulunduğumuz AKP-MHP gerici faşist iktidar koşullarının ağırlığı altında etkili olan “anti faşist en geniş cephe” tanımlamaları, birleşik mücadelenin devrim arayışını siyasal demokrasi muhtevasıyla reformist bir algıya ve anlayışa doğru esnetmemelidir. Birleşik mücadele bileşenleri ve kadroları buna asla müsaade etmemelidirler. Kaldı ki, işin esası itibariyle Türkiye gerçeğindeki anti faşist mücadele, TC’nin bir banka diktatörlüğü olarak kurulmasından ve günümüzde bunun en ileri örgütlenmesi olmasından dolayı ancak bir devrim programına içkin olarak anılabilir. Faşizm, TC’nin devlet karakteridir. Bu nedenle en geniş anti faşist birlik, eğer ki özelde sadece AKP-MHP ile daraltılmış bir manada kullanılmıyorsa bir devrim programı etrafında ve bunun pratiği çerçevesinde oluşabilir. Bu çerçeve aynı zamanda bir gazeteci arkadaşımızın manasını aradığı “antifaşist mücadelenin merkezileşme fikri”nin Türkiye ve Kürdistan devrim kitlelerinin birleşik devrim öncülüğünde ve hattında mevzilendirilmesi olarak anlatımıdır da.

Bu durumda, sol devrimci ortamın bugünkü yayılımı itibariyle devrimle özdeşik bir anti faşizmi birleşik mücadele güçlerinin dışında daha başka kimlerle genişletebileceğimiz sorusu esas olarak cevapsız kalmaktadır. Ama bu ana hattın gündelik taktik bağlamlarına doğru açıldığımızda üzerine konuşulabilecek özneler elbette söz konusu olabilir. Konunun burasında,  örneğin, birleşik mücadelenin yöneldiği alan ve bu alanın sınırlarına katılacak genişlik kapsamında Halk Cephesi ele alınmalıdır. Halk Cephesi’ni , özellikle Kürt sorununda bilinen ideolojik, politik, pratik bütün ulusalcı zorluklarına karşın kısmi, gelgeç, kimi küçük, basit başlangıçlarla, daha ileri bir mücadele yoldaşlığına doğru ikna etmeye çalışmanın , devrimci kopuşmayı bütün yönleriyle kavrama ve uygulama kararlılıkları itibariyle sancılı da olsa göze almaya değer olabileceği düşünülmelidir. Devrimde ve mücadeledeki sınanmış ısrarı itibariyle bu güç birleşik mücademizle olabildiği ölçüde ilişkilendirilmeli, yalnız bırakılmamalıdır.

Örneğin,HE ve TİP gibi düzen sınırını aşamayan yapılarla da yanyanalıklar, siyasal demokrasinin güncel talepleri etrafında bağlaşıklıklar elbette  kurulabilir ama birleşik devrimin özel kapsamında temsiliyet ya da tabiyet gibi ön kabuller olmaksızın birleşik devrimle koşullu birleşik mücadele anlayışını gevşetecek, esnetecek kertede birleşik mücadele örgütlenmesine içkin kılınmaları söz konusu olamaz.

Birleşik mücadele eğer ki kendini böyle bir likidasyona uğratırsa, birleşik devrimin siyasallaşması için yeniden benzer bir ülke örgütlenmesine gitmek kaçınılmaz olacaktır. Yeniden vurgulayacak olursak, birleşik stratejinin siyasallaşma tarzı olarak öne çıkan birleşik mücadele somut bir birleşik devrimciliğin ürünüdür. Bu asla gözden kaçırılmamalıdır. Birleşik devrimin pratik politik somutluğu kendini kendi platformlarında tartışılır kılamaz. Kendi kararlı, istikrarlı somutluğunu başka düzeylerdeki ortalamaya  göre belirleyemez.  Kendi somut politika ve pratik yönelimlerini gerekli gördüğü başka genişlemeler için taktik, teknik esnekliklere uğratabilir, yan örgütlenmeler geliştirebilir ama kendi politik belirlemelerini bu esneklikler üzerinden, bu esneklikler uğruna oluşturmaz. Devrim kendi stratejisini taktik somutluklara dönüştürebildiği ölçüde ilerleyecektir.

Birleşik mücadelenin programatik katılığının mevcut güncel siyasette varsayılabilecek daraltıcılığı bugün giderek etkisizleşmiş HDK örgütlenmesinin yeniden işlev kazandırılması üzerinden aşılabilir. HDK, birleşik devrim çizgisine kendini bağlı hissetmeyen devrimci ve demokratik yapılarla buluşma açısından uygun bir platform oluşturmaktadır. Birleşik mücadelenin HDK’dan ayrı bir şekilde oluşturulması, tümüyle dahil olduğu kapsam gereğidir. Birleşik mücadele Türkiyeli devrimin birleşik stratejik çizgisine tabidir. HDK ise, sol liberaller de dahil olmak üzere siyasal bir alaşımın gündelik politikalarını üretmekle sınırlı bir platformdur. Birleşik mücadele güncel siyasete ait taktik genişlemelerini bu zeminde gerçekleştirebilir ve zaten birleşik mücadele örgütleri çoğunlukla aynı zamanda bu platforma da dahildir.  Ve geçerken burada belirtilmelidir ki, birleşik mücadele, HDP’de sıkça açığa çıktığı üzere, oligarşinin politik gündeminin içine girmeye oldukça yatkınlık gösteren liberal sol eğilim karşısında devrimci bir siyasal eğilimi de oluşturabilmelidir.

Birleşik Mücadelenin Örgüt Değeri

Birleşik mücadele, bütün tarzlarıyla bir devrim somutluğunun fiili meşru kitle örgütlenmesi temelinde siyasallaşmasıdır. Görevi, bu çerçevede Türkiye devrim kitlesini örgütlemektir.

Devrim kitlesi, Türkiyeli sol sosyalist örgütlerin siyasal nüfuzu altındaki güçlerden çok taşkın durumdaki işçiler, köylüler, küçük mülkiyet sahipleri, kadınlar, gençler,  Aleviler ve Kürtler gibi milyonlarla halk sınıflarından oluşmaktadır. Devrim, sol siyasete çekidüzen vermekle değil, halk sınıflarını devrimci öncü etrafında toparlamakla mümkün olacaktır. Birleşik mücadele bu öncünün sunumudur.

Görevin bilince çıkması üst bağlamı doğru kavramakla kolaylaşacaktır.

Öznel tanımların ötesinde Türkiye devrimi birleşik devrimci savaş stratejisine göre bir örgütlenme içine gireli artık beş sene geçmiş bulunuyor. Yavaş da olsa bu birleşiklik kendini sürekli geliştiren ve örgütleyen bir ısrar ve istikrar çizgisi izlemiştir. Birleşik devrim, devrimci örgütlerin farklılıkları yakınlıklarıyla koşut olan çoklu stratejilerini taktik esasta ortaklaştırma tarzıdır. Türkiye gibi, Latin Amerika ülkeleri gibi, proletarya ve diğer halk sınıflarının tarihsel kurgular ya da karşı devrimci şiddet düzeyleri itibariyle siyasetin doğrudan öznesi olmaya yönelemedikleri koşullarda devrimci siyasetin küçükburjuva farklılaşmasını stratejik temelde toparlayan bir öncü örgüt tarzıdır. Latin Amerika’da FMLN, FSLN ya da Ortadoğu’da FKÖ bu nitelikteki örgütlenmelerdir. Ama, halk hareketinin siyasal gücü ve alışkanlıkları itibariyle birleşik devrim, en çok da bizde bu karakteriyle görülmek ve buna göre örülmek zorundadır.

Bu haliyle, genelde birlik meselelerinde hareket noktası kılınan Lenin’in “birleşmeden önce birleşebilmek için ayrılıkların altının çizilmesi” önermesi birleşik devrim örgütlenmesinde kılavuzluk etmez. Farklılıklara rağmen aynılıklar üzerinden çatılan kolektif bir yürüyüş, buna yol veren bir örgütlenme kurulabilmesi birleşik devrimin büyülü tarafıdır. Örneğin Birleşik Devrim Hareketi, bir taraftan Türkiye ve Kürdistan üzerinden “iki ülke iki devrim” farklılığını, diğer taraftan batı cephesi örgütleri arasında hem sosyalist devrim-demokratik devrim farklılığını, hem de aynı demokratik devrim stratejisini savunanlar arasındaki örgütsel ayrımları üreten kimi ideolojik, siyasal perspektif farklılıklarının üstünde bir bir araya geliş, bir birleşik devrim bütünlüğü üretebilmektedir, çünkü örgütler ve programlar hangi farklılıkları taşırlarsa taşısınlar nihai hedef olarak sömürücü ve sömürgeci TC’yi, onun burjuva iktidarını alaşağı etmede stratejik bir buluşma içindedirler. Bu doğrultuda, yanlışı birlikte yaşama töleransı da siyasal tahkimatın gereği olarak göze alınabilmektedir. Küçükburjuva dünyada pek rastlanmayan bu tölerans maddesi soyut ideolojik ön kabuller ya da siyasal gelişkinlikler çerçevesinde değil, somut siper yoldaşlığı süreçlerinde kazanılmış öznel bir avantaj olarak birleşik devrimin bileşenleriyle sınırlı gerçek bir zeminde üretilmiştir.

Birleşik devrim aynılıkların gücüyle farklılıkların üstesinden gelme örgütlenmesidir.  Birleşik devrimin bileşeni olmak, kimi yoldaşlarımızın zaman zaman ele aldıkları gibi farklılıkları geri planda tutan bir “siyasal olgunluk” eseri değil, örgütlenmenin farklılıklara da yer veren, onlarla birlikte mücadeleyi başaran tarzı gereğidir. Ve zaten bu tarz itibariyledir ki tekil öncülük iddialarıyla birleşik öncülük arasındaki varsayılan “çelişme”ler öznelci kuruntular derekesine düşmekte, birleşik devrim kendi esaslarına göre yoluna devam edebilmektedir.

Birleşik devrimin öncülüğü, tekil öncülük iddialarının hatta bunların gerçekleşmesinin önünde engel değildir. Örneğin birleşik devrimin öncülüğünde gerçekleşen Nikaragua devriminde  Ortega’ların kurmaylığındaki tekil öncü keza vardır, öne çıkmıştır. Kendi farklılıklarıyla da işleyerek aynı devrimi olgunlaştırmalarına karşın bileşenlerden kentli ayaklanmayı savunan proleter kanat, gereken devrimci şiddeti örgütleyememesinden dolayı, uzun süreli halk savaşı’nı savunan kanat ise devrime yetişememesinden dolayı, birleşik devrimci şiddeti esas alan üçüncü yolcular’ın (Tercerista) öncülüğü öne çıkmıştır. Ve devrim bütün dalgalanmalarına karşın aynı bileşkeyle yoluna devam etmektedir, çünkü devrim sadece “an”ın üstünlükleriyle değil buna imkan sağlayacak tarzda “durum”un üstünlükleriyle gelişir, ona hegemonya sağlamak ve bu hegemonyayı korumak üzere ilerler.

Bizde de, kendi payımıza iddiamız odur ki, kentli devrim ve Kürt meselesine “iki ülke iki devrim” esaslı yaklaşımlarımızın getirdiği siyasal farklılıklar bizim öncülüğümüzü öne çıkaracaktır. Siper yoldaşlarımızın bizden farklı olan yaklaşımları, örneğin proletaryayı örtük kılan kır ve ezilen yaklaşımları, kendi kaderini tayin hakkındaki ilhakçı yaklaşımları bizim öncülüğümüzü pekiştirecektir, vb.. Bu elbette tersinden, yani siper yoldaşlarımızın kendi öncülüklerini benzeri farklılıklar üzerinden gerekçelendirmeleri açısından da geçerlidir. Bununla birlikte öngördüğümüz odur ki, siper yoldaşlarımızla farklı tariflerle de olsa aynı hedefe, devrime, burjuva egemenliği alaşağı etmeye yoğunlaşmamız ve bu yoğunlaşmayı sınanmış bir kararlılık ve inançla pratiğe dökmemiz itibariyle devrimimiz birleşik devrimci savaşla gerçekleşen bir birleşik devrim pratiği olacaktır.

Birleşik Mücadelenin Programatik Kapsamı

Birleşik devrimin siyasallaşması, bu pratiğin devrimin kitlesiyle buluşması faaliyetidir. Yasal, yarı yasal, fiili ve meşru kitle tarzları gözetilerek fabrikadan, okullara, mahallelerden, tarlalara kadar doğrudan üretici halk sınıflarının yaşamlarında şiddetle hissettikleri değişim talebini devrim ajitasyonu ve propagandasıyla siyasal bir düzeye çıkartmak ve hep söyleye geldiğimiz gibi kitle muhalefetini ayaklanma bilinciyle donatmak, doğrudan kitle eyleminin örneklerini yaratmak ve bu örnekleri yaygınlaştırmak bu faaliyetin kapsamını oluşturmaktadır.

Başka ayrıntılar bir kenara birleşik mücadele, kendi bildirisinde de açıkça belirttiği üzere devrimle koşulluysa bu soyut bir niyet ifadesi değildir. Yukarıdaki faaliyet kapsamı içinde birleşik devrimin somutluğu mücadelenin programıyla tanımlıdır. Devrimin kitlesini örgütleme faaliyeti aslında bir program propagandasıdır. Devrimin programı, bolşevik devriminden bu yana bilindiği haliyle işçi ve köylülüğün  iktidar programıdır. Bu program, işçilerin ve köylülerin meclis egemenliği, yönetme öncelliği, örgütlenme özgürlüğü, sömürüsüz yaşam güvencesi; banka ve tekeller gibi kapitalist, büyük emlak sahipleri ve tefeci bezirganlık gibi kapitalizm öncesi sermaye ve mülk sahibi kesimlerin siyasal ve iktisadi tasfiyesi; burjuva örgütlenmenin adli ve zor mekanizmalarının dağıtılması; TC sömürgeciliğinin tasfiyesi, Kürt halkının kendi kaderini tayinde sınırsız hak sahipliğinin tanınması; kadınların cinsiyet, alevilerin inanç kısıtlama ve baskılarından özgürleştirilmeleri; emperyalizmin askeri, iktisadi, politik ittifaklarından çıkma ve barış politikalarının esas kılınması, vb gibi bir kapsamla tanımlanan “demokratik cumhuriyet”programıdır. Demokratik cumhuriyet programı, dünyada ve ülkede proletaryaya ait bütün kavram ve başlıkları dejenere etmeyi kendine misyon edinen liberal solun, ısrarla devrimci özünü boşaltmaya çalışmasına karşın yukarıda açıklanan taktik işlevi ve sınıf doğrultusuyla  uluslararası proletaryanın geri ülkelerde yürürülüğe koyduğu demokratik halk devrimi programıdır.

Bu program çerçevesinde birleşik mücadele hem kendi öncü hattını  pekiştirecek, hem faaliyetini sistematize edecek hem de örgütlenmesinin dikey ve yatay açılımlarının imkanını görebilecektir. Birleşik mücadele, kısa bir zaman zarfı içinde bu programı propagandif düzeyde halk sınıflarının gündemine sokmayı başarmalıdır.

Burada belirtmeliyiz ki, birleşik mücadelenin programatik öne çıkış ihtiyacı henüz koşulları oluşmamış halde anılan Geçici Devrim Hükümeti gibi bir önermeyle sarsılmamalıdır. Uluslararası devrim tarihinin gösterdiği üzere, geçici devrim hükümetleri, tam da yığınların kayyum gündeminde haykırdıkları gibi kendini atayarak kurulmaz. Yığınların büyük çaplı isyanlarının sonucu olarak kurulur. Yığınların burjuva hakimiyetten kopuşlarını ilan ettikleri isyanın oluşturduğu ikili iktidarın kurumlaşması olarak ortaya çıkar. Böyle bir isyan henüz yığınların bağrında mayalanmakta iken, koşulları oluşmamış bir geçici hükümet önermesi, nihayetinde ona varacak sürecin ön koşulları gereği yapılan programatik devrimci faaliyet dizgesinin de kavranmasını ve kabulünü zorlaştırıcı bir etki yaratacaktır.

Birleşik Mücadelenin Nesnelliği

Görüleceği gibi bütün yaklaşımları devrime, devrimin ihtiyaçlarına göre tarif etmekteyiz. Bu durumda üzerinde anlaşılması gereken konu Türkiye sınıf mücadelesinin ve toplum muhalefetinin bu aşamada olup olmadığıdır.

Devrim durumunun klasik tarifi, egemenlerin eskisi gibi yönetemedikleri, alt sınıfların da eskisi gibi yönetilmek istemedikleri üzerinden yapıldığında bir dereceye kadar yeterli bir sonuç ülke koşullarında kendini göstermektedir. Buradaki “bir dereceye kadar” ifadesi göstergelerin nominal yetersizliklerinin esasa ilişkin belirleyiciliklerinin olmadığını ileri sürmek için kullanılmıştır. Daha anlaşılır olmak üzere şöyle açıklayabiliriz:

Üst sınıflar, ülkede ancak gerici-faşist bir diktatörlük koşullarında egemenlik yürütmektedirler ve bu diktatörlüğün sürdürülemezliği ağır bir iktisadi ve siyasi kriz içinde yeni anayasa, cumhurbaşkanlığı-parlamenter sistem tartışmaları ve iktidarın günden güne destek kaybetmesiyle görülebilmektedir.

Alt sınıfların eskisi gibi yönetilmek istemedikleri ise fabrikalarda, okullarda yürütülen direnişlerin yanısıra kamuoyu anketlerinde ortaya çıkan kararsız ve doğrudan protesto oyları ölçümlerinde ortaya çıkan büyüklüklerdir. Protesto oyları zaman zaman %9’ları aşan değerler verirken, bunların da dahil olduğu kararsız seçmen sayısı %18 ile 25 arasında görünmektedir. Bu ölçümlerde Türkiyeli yığınlar artık sadece bu iktidar altında değil, düzenin herhangi bir partisi altında ve hatta mevcut sistem koşullarında yönetilmek istemediklerini ortaya koymaktadırlar. Bu göstergeler, yığınlardaki değişim talebinin, burjuvazi tarafından karşılanma imkanlarının görülmediği koşullarda ortaya çıkan düzen dışı arayışları açığa vurmaktadır. Özellikle 2018 seçimleri sonrasında bu arayış anketlere çok daha güçlü bir şekilde yansımış ve burjuvazi bütün parti ve kamuoyu araştırma kurumlarıyla yığınlardaki bu düzen dışı yönelişi yeniden düzen içine çekme konusunda büyük bir çaba göstermişti. Türkiye devrimci hareketi, o dönem siyasal süreci yığınların istediği ve beklediği yöne bükme gücünde değildi. Ama artık birleşik mücadele doğrudan bu yönelimin yönünde mevzilenmeye başlamıştır.

Yığınların eskisi gibi yönetilmek istemediklerini sadece anket sonuçlarıyla ya da siyasal sonuç üretecek kertede güçlü olmayan eylemleriyle belirlemek elbette sorunludur ve hatta yanlış da olabilir. Ancak diğer taraftan, Boğaziçi eylemleri üzerine, yazının başında da belirtmiştik; bu eylemlerin bizi gereğinden öte beklentilere sokması doğru olmayabileceği gibi, toplumsal eylem potansiyelini salt gerçekleşen üzerinden değerlendirmenin de yanıltıcı olabileceği göz önünde tutulmalıdır. Gezi Haziranı’nda halkın devrimci birikimi görülmüştür ve geçen zaman içinde mevcut iktisadi ve siyasal krizler eşliğinde halkın devrimci öfkesinin katlayarak biriktiği ve küçük ama yaygın eylemlerle giderek bir isyanı mayalamakta olduğu artık kesin kabul görmelidir.

Türkiye gibi sivil toplumu ve toplumsal eylemciliği gelişkin olmayan bir ülkede devrimci hareketin yığın eylemine örnek ve öncü olması, varlığı kolayca saptanan devrimci öfkenin açığa çıkartılmasında zorunlu bir ön koşul halindedir. Devrimci eylemin gereken zorlamayı yapmadığı koşullarda yığınların öfke potansiyeli örtük kalmakta ve bu potansiyel günümüzde görüldüğü gibi dejenere bir şekilde halk kesimlerinin kendi imhasına dönüşebilmektedir. Birleşik mücadele yasal, yarı yasal, fiili ve meşru kitlesel mücadele araçlarıyla yığınların bu potansiyelini açığa çıkartmakla yükümlüdür ve varlık koşulu budur. Kaçırılan devrimciye sahip çıkışıyla, Boğaziçi eylemlerine katılımıyla, kendi kuruluş deklerasyonu eylemleriyle Birleşik Mücadele Güçleri, bu yükümlülüklerinin altından kalkabileceğini, misyonunu hakkıyla yerine getirebileceğini zaten kanıtlamış durumdadır.

Sonuç:

Birleşik Mücadele Güçleri’nin varlığında, Türkiyeli birleşik devrim hattının kritik örgütlenme aşamaları tamamlanmış, artık bunun devrim kitlesini biriktirecek tarzda mücadeleyle derinleşmesi, yaygınlaşması ve olgunlaşması süreci başlamıştır.

Kaynak: Umut Gazetesi

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir