Kabak tadı verdi…

Ne zaman Kürtlerle Türkiyeli devrimci-demokrat güç ve dinamiklerin yan yana geldikleri taktirde siyasal ve toplumsal süreçlerin seyrini etkileyip değiştirebilecekleri bir konjonktür belirse bunların tepkime biçimleri değişmiyor. Sırf Kürtlerle yan yana gelmemek için apar topar ayrı bir odak inşasına yöneliyorlar. Bahane olarak da “sosyalizmi hedefleyen sınıf devrimciliği” iddiasının arkasına saklanıyorlar.

Gel de Marx’ın zekasına şapka çıkarma! Bundan tam 170 yıl önce (1851) adeta zaman ve mekan üstü ne kadar isabetli bir öngörüde bulunmuş. Napolyon’un çapsız yeğeninin amcasına özenerek kendisini diktatör ilan etmesi üzerine, Hegel’e atıfla öz olarak şöyle bir tez ileri sürer: Tarihte kimi şeyler iki kez yaşanır. Yalnız birincide trajedi olan ikincide komediye dönüşür.

Sanırsınız Türkiye solundan kimi aktörlerin benzer konu ve durumlarda neredeyse aynı bahane ve iddiaların arkasına saklanarak tekrarladıkları refleksif bir tutumu tarif etmiş.

Siyasi nezaket adına diplomatik iki yüzlülük sergilemenin alemi de gereği de yok: 2015 seçimleri arefesinde karşımıza Birleşik Haziran Hareketi olarak çıkan blok girişiminin ana aktörlerinden -eski ÖDP ve TKP- söz ediyoruz.

Üzerinde birleşilen acil talep ve hedefleri, biçimi ve yöntemleri elbette tartışılarak belirlenmek üzere ne zaman Kürtlerle Türkiyeli devrimci-demokrat güç ve dinamiklerin yan yana geldikleri taktirde siyasal ve toplumsal süreçlerin seyrini etkileyip değiştirebilecekleri bir konjonktür belirse bunların tepkime biçimleri değişmiyor. Sırf Kürtlerle yan yana gelmemek için apar topar ayrı bir odak inşasına yöneliyorlar. Bahane olarak da “sosyalizmi hedefleyen sınıf devrimciliği” iddiasının arkasına saklanıyorlar.

İlk olarak 7 Haziran 2015 seçimlerinin arefesinde seyrettik biz bu filmi. Şimdi onun çok daha berbat bir kopyası yine sahnede.

Milleti aptal yerine koyan AKP sözcüleri gibi bunlar da sol kamuoyunun aklıyla dalga geçiyorlar. Örneğin ne zaman bir seçim atmosferi belirse bunlar da o zaman harekete geçip “birlik” arayışına çıkıyorlar. Ama lâfa gelince, “Hâşâ bizim sandık-seçim diye bir derdimiz yok, biz daha ötesini hedefliyoruz” yeminleri dillerinden düşmüyor.

“Solun birliği” iddiasını bayrak ediniyorlar ama Haziran Bloku deneyiminde yaşayarak gördüğümüz gibi seçimler geçince herkes kendi yoluna gitmekle kalmıyor, kendi içlerinde de bölünüyorlar.

Sırf Kürtlerle yan yana gelmeme bahanesi olarak “sınıf devrimciliğini esas alan sosyalistlik” iddiasının arkasına saklanıyorlar ama 2015’ten bu yana örgütledikleri tek bir anlamlı sınıf eylemi, grev ya da direniş yok!.. Sınıf hareketine ivme kazandıracak bir öncülük ısrarı ve pratiği şurada dursun, Soma ve Ermenek madencilerinin direnişi, 3. Havalimanı işçilerinin direnişi.., Çanpaş, Sinbo, Xiaomi Salcomp, Bakırköy Belediye direnişi gibi gündem oluşturan direnişleri dahi lütfedip ziyaret ettikleri görülmüş değil.

Şimdi aynı aktörler, aynı filmi, aynı beylik söylemlerle yeniden sahneleme peşindeler.

Zinhar yan yana gelmeyiz!

Önceki gün (27 Kasım) Gazete Duvar sitesinde TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’la yapılan bir röportaj yayınlandı. Bu söyleşiyle Okuyan, bir süredir ortalıkta “söylenti” olarak dolaşan bir girişimi doğrulamakla kalmayıp ilanının yakın olduğunu duyuruyor. Okuyan’ın söylediğine göre -tıpkı 2015’teki Haziran Bloku’nda olduğu gibi- TKP ile şimdilerde adı SoL Parti olarak değişmiş eski ÖDP aralarında anlaşmışlar. Bu iki partiyle ittifak görüşmelerine katılmış olan EMEP nihai kararını anlaşılan henüz vermemiş (Ne ilginç! 2015 bloklaşmasının başlangıç aşamasında da EMEP benzer yalpalamalar sergilemişti).

Okuyan’ın söylediklerinden aslan olmaya öykünen kedi misali böbürlenmeleri ayıkladığınız zaman bu blokun oluşma sebebi bütün çıplaklığıyla karşımıza çıkıyor: HDP’yle zinhar yan yana gelmemek!..

Okuyan bu konuda o kadar net ve kararlı ki, “’HDP’siz bir ittifak olmaz’ türünden bir değerlendirmenin hiçbir şekilde parçası değiliz, HDP’siz bir ittifak olur mu, olur” şeklinde vurgularla da yetinmeyip “Zaten geçmişte (de) HDP’yle ittifak yapmayan bir partiyiz” hatırlatmasıyla bunu özel bir böbürlenme konusu yapıyor.

HDP şahsında Kürtlerle yan yana görünmemeyi bu ilişkinin kırmızı çizgisi olarak tanımlayıp net bir dille HDP’ye yer olmadığını söyleyen bu sosyal şoven keskinlik, sanki bu sözlerin sahibi değilmiş gibi biraz ilerde de büyük bir pişkinlikle, “Şimdi de biz ittifak ya da işbirliğinden söz ediyoruz. Bu işbirliği peşin reddiyelerle değil pozitif ilkelerle hareket etmek zorundadır” diyebiliyor. Sevsinler sizin peşin reddiyeyle Kürtler dışında herkese açık bir pozitivizminizi!..

Yalnız EMEP bu konuda galiba biraz tereddütlü, Okuyan’ın söylediklerinden bu çıkıyor. Örneğin, “EMEP ve SOL Parti’yle yaptığımız görüşmeler belli bir noktaya geldi. Henüz nihayete ermediği ve kesin bir sonuca ulaşmadığı için de açıklama yapmamıştık…” diyor. Arkasından da ekliyor: “Biz sabırla elimizden geleni yapacağız. Çok zamanımız yok. O yüzden de bu bir başka alternatifi yaratmaya dönük çalışmalarımız, aylarca belirsiz bir şekilde gitme şansına sahip değil. Sonuçta bir doğrultuda anlaşanlar devam edecekler yollarına.”

EMEP herhalde 2011 seçimlerinde milletvekilliği kontenjanı karşılığında listelerinde yer aldığı HDP’yle de köprüleri hepten atıp atmama tereddütü yaşıyor ki, TKP Genel Sekreteri aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmiyor: “Bizim açımızdan çerçeve açık ve sade olmalı. Herhangi bir belirsizlik ortaya çıkmamalıdır (…) Biz çok net ve sulandırılması netlik nedeniyle zor olan bir çerçeve çizdiğimiz zaman bu kimi kapsıyorsa onlarla yürünür (…) Bir çağrı yapılırken dışarıda bırakılanlar tartışılmaz, dışarıda bırakılma üzerine bir şey yapılmaz. Bu sadece nezaket nedeniyle değil. Çünkü biz topluma seslenmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla biz ilkelerimizi ortaya koyarız (…) TKP’nin EMEP ve SOL Parti’yle bu süreci zorlamasının bu anlamda bir mantığı var. Ama bir noktaya ulaştıktan sonra kırmızı çizgi ilkelerde olur (…) biz uzlaştığımızı düşündüğümüz, üç partiyi de bağladığını düşündüğümüz ilkelerin sulandırılmasına, belirsizleştirilmesine kendi adımıza izin vermeyiz.”

Bahaneye bak sen!..

Adeta bir “kan davası” kararlılığıyla sürdürülen bu -hadi husumet demeyelim- Kürtlerden uzak durma ısrarının gerekçesi neymiş? Selahattin Demirtaş’ın bazı demeçleri. “Üslup olarak bizi rahatsız eden şeyler var” diyor Okuyan ve örnekler veriyor: “Öz hakiki sol gibi kavramlar geçiyor. ‘Beni de solcu görmüyorlar’ falan diye”. Başka? “Örneğin ‘Türkiye solu birleşse, kendi grubunu kursa, kurulacak yeni hükümette bürokraside yer tutsa’ gibi söylemler var.”

Bu mudur?.. Valla Okuyan’ın getirdiği gerekçeler bunlar. Biz onun yalancısıyız!..

Tamam, o demeçlerin bazılarına -sadece onlara da değil HDP yönetiminin açıkladığı Tutum Belgesi’ne, izlediği ittifak politikası ve seçim stratejisine, vd.- bizim de eleştirilerimiz var. Dahası, Kürt özgürlük hareketi adına örneğin Rojava’da ABD ile kurulan ilişkiler başta olmak üzere kendi gücüne güvenmeyi esas alan tutarlı devrimci bir tutumla bağdaşmaz gördüğümüz kimi politika ve tutumları yanlış ve tehlikeli buluyoruz. Farklılıklarımız, kaygılarımız ve eleştirilerimiz bağlamında daha çok şey sayabiliriz. Fakat tüm bunlar, Türkiye’de bırakalım sosyalist ya da demokratik karakterde bir devrimi, emekten ve ezilenlerden yana sonuç alıcı militan bir demokrasi mücadelesi yürütebilmek için bile Kürt halk hareketiyle Türkiye’deki ilerici dinamikler arasında sabırla örülüp ısrar ve inatla sürdürülmesi gereken bir iş ve güç birliği mecburiyetini ortada kaldırır mı? Yanlış bulduğumuz politika ve tutumların eleştirisi, bu iki emekçi halkın mücadelesi arasındaki karşılıklı bağımlılığı yok saymanın, onu esas almak yerine ayrılıkları öne çıkarıp ısrarla uzak durmanın gerekçesi haline getirilebilir mi?..

Bugünün Türkiyesi’nde ezen ulusa mensup sosyalistler ve devrimciler içinde Leninist karakterde devrimci enternasyonalist bir tutumla sosyalizmi esas almak, sınıf devrimciliği ya da anti-emperyalizm maskelerinin arkasına gizlenmeye çalışan sosyal şovenizm arasındaki ayrım tam da bu noktada, bu sorulara verilen yanıtlarda cisimleşiyor. Ayrıca “ince” görünmeye çalışan bu sosyal şovenizmin TKP ve ÖDP geleneğiyle sınırlı olduğu da düşünülmemeli.

Kürtler söz konusu olunca…

Kürt özgürlük hareketinin kendi gücüne güven temelinde politika yapabilmesi elbette öncelikle onun iradesine ve tercihlerine bağlıdır ama bu bir yönüyle de bölgedeki ilerici-devrimci-sosyalist güçlerin toplumsal duruşlarına, temsil ettikleri kitlelerle ilişki düzeylerine bağlıdır. Bu bağlamda, TKP ve benzeri keskin antiemperyalist lâfazanların Kürtlere anti emperyalizm dersi vermeye kalkmadan önce dönüp kendi pratiklerine bakmaları gerekir. Kürt illeri tanklarla toplarla yıkılır, insanlar bodrumlarda yakılırlarken ya da “Kobanê düştü düşecek” çığlıkları atılır Türk devleti Rojava’ya ve Güney Kürdistan’a sefer üstüne sefer düzenlerken nerede olduklarını, klavye başında timsah gözyaşları dökmenin ötesine geçen ne yaptıklarını sorgulamaları gerekir. Bu muhasebeyi aslında bütün Türkiye solunun yapması gerekir.

Eğer Kürt hareketinin büyük güçlerin gölgesine sığınmasını istemiyorsanız, öte yandan kendinizi herkesten daha komünist, daha sosyalist, daha devrimci olarak gören bir iddianın sahibiyseniz herkesten önce şoven rüzgarlara göğüs germeyi başarıp ezilen bir ulusun tarihsel kazanımlarını dayanışma halesiyle sarıp sarmalamanız, ona umut vermeniz, dahası onun kendine güven dinamiklerini güçlendirecek samimi bir seferberlik halinde olmanız gerekir. Bunların hiçbirini yapmayıp o hareket sadece o kusur ve hatalarından ibaretmiş gibi inkârcı bir eleştirelliği huy edinir habire ahkâm keserseniz hangi ulvi amaçları zikredip yüzünüze hangi maskeyi takarsanız takın iflâh olmaz bir demagog olmanın ötesine geçemezsiniz!..

Kürt halk hareketi ve onun siyasi temsilcileri söz konusu olduğunda, onların her şeyden önce ezilen bir ulusun tümüyle haklı ve meşru ulusal talep ve özlemlerinin ön planda hatta belirleyici olduğu bir mücadele yürüttükleri ve mücadelenin bu karakteri nedeniyle o hareketin işçi sınıfı ve yoksul köylülük gibi mülksüz emekçi sınıflardan mülk sahibi sınıflara kadar geniş bir sınıfsal yelpazeyi kapsayan bir nev’i koalisyon özelliği taşıdığı gerçeği bir an bile gözden kaçırılmamalıdır. Hareketin içinde yer alan farklı sınıfsal tercih ve yönelimlerden kabul edilemez nitelikte olanlara karşı çıkılır, bunlara karşı eleştirel bir tutum takınılırken, zaten bahane arayışı içindeki sosyal şoven yaklaşımlardan farklı olarak bu eleştirelliğin Kürt halkı ve özgürlük mücadelesiyle araya çitler çeken toptancı bir reddiyeye dönüşmemesi gerektiği de unutulmamalıdır. Devrimci enternasyonalist bir yaklaşımdan hareketle bu temel parametreleri içinde bulunulan somut tarihsel koşullarla bağlantısı içinde baz alan pozitif ayrımcı bir yaklaşım, bu sosyal şovenlere hemen “oportünist bir taviz”, “çizgide sulanma”, “sosyalist ya da anti emperyalist duyarlılık zayıflığı”, dahası “PKK’nin kuyruğuna takılmak” olarak görünür. Burada işin içine biraz da “Herkesi nasıl bilirsin, kendim gibi” refleksi girer.

Bunları ne yapacağız?..

2019 yılında yapılan son yerel seçimlerde yani daha dün denilebilecek kadar kısa bir süre önce CHP listelerinde boy göstermeyi içine sindirebilen ÖDP geleneğiyle şimdi bir kez daha halvete girmeye hazırlanan biri olarak TKP sözcüsü şu boyundan büyük lafı edebiliyor: “Türkiye tarihinde sol, vicdandır, akıldır. O yüzden de her şey oy değildir. Başka güçlerin gölgesine girerek o vicdan ve aklımızı yitiriyoruz.(…) TKP, Türkiye’de sosyalist hareketin bağımsız, başka büyük güçlere sığınmadan, onların gölgesinden kurtularak ayağa kalkması gerektiğini düşünüyor .”

Bırakalım devrimciliği-sosyalistliği, kendisine saygısı olan hiçbir siyasi yapı başkalarının gölgesine sığınarak “güç” olmayı düşünmez (Gerçi tasfiyecilik döneminde bunu siyasi bir varoluş biçimi haline getirenler çoğaldı; dahası, böyleleriyle aralarını hoş tutup onları uydu gibi yörüngelerinde tutmayı bir “güç” belirtisi olarak gören tasfiyecilik muhibleri de eksik değil). Yalnız yeri geldiğinde CHP’nin vitrin süsü olmayı kabullenmeyi içine sindirebilenlerin ağzına yakışmıyor bu onurlu duruş, kişilik, siyasi karakter vb. söylemleri.

Okuyan’a kulak verirsek “Sol vicdanmış” (Eksik ama yanlış olmayan bir tanım). Peki 7 Haziran sonuçlarının ayak oyunlarıyla çöpe atılıp ardından 20 Temmuz Suruç ve 10 Ekim Ankara katliamlarıyla yolu açılan 1 Kasım seçimlerinin akşamı bu seçimlerin “meşruiyetini” sorgulamak yerine TKP’nin daha önce 11 oy aldığı Hatay’da oylarını 75’e çıkarmasından hareketle “Bu seçimden oylarını artırarak çıkan tek parti biziz” diye göbek atmak mı “sol vicdan” oluyor? Okuyan bir de kalkmış “: “Türkiye Komünist Partisi için geçmişte kimin ne dediğini ortaya döksek, bize nezaket ziyaretinde dahi bulunamazlar” diyebiliyor. Ya, adını bile gasp yoluyla elde etmiş tatlısu solcuları olarak sizin geçmişiniz ortaya dökülecek olursa…

Bırakın bu ucuz demagojileri artık! Minareye bu kez hangi kılıfı geçireceğiz diye ne siz böyle şekilden şekile girin ne de sizin asıl derdinizin Kürtlerle yan yana görünmemek olduğunun farkında olduğumuzu, dolayısıyla numaranızı yemediğimizi göstermek için bizi böyle mesai harcamak zorunda bırakın!

Bu atraksiyonlarınız artık kabak tadı verdi.

http://gazete.alinteri2.com/kabak-tadi-verdi