Rojava’daki Ermenilere Ses Olma Zamanı!

Ş. Nubar Ozanyan Taburu ve Ermeni Toplumsal Meclisi hem Rojava Devrimi’ni hem de kendi öz örgütlülüklerini tanıtmak ve güçlendirmek için kampanya başlatmıştır.

Her şey, 2010 yılında Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali’nin halk hareketi ile devrilmesiyle başladı. Ardından Mısır, Yemen, Libya, Bahreyn’de diktatörlük ve krallıkların teker teker yıkılmasıyla devam etti. Halk hareketi karşısında domino taşı gibi yıkılan hanedanların ne kadar kof ve güçsüz oldukları tarihe geçen “Arap Baharı” ile doğrulanmış oldu. Güçlü görünen krallar, halkın milyonlarca dolar servetini çalarak ülkelerinden kaçtılar. Direniş ve halk ayaklanmalarının en son görüldüğü ülke ise Suriye oldu.

Dera’da başlayan Lazkiye, Humus, Halep, Qamışlo… gibi bütün şehirlere yayılan protesto gösterileri, halkın yoksulluk ile yolsuzluklara karşı ekonomik ve siyasi sorunlarının çözülebilmesi için başlattıkları tamamen haklı ve meşru taleplere sahne olmuştur. “Babadan oğula” geçip bugün de devam eden Esad hanedanlığı, hiçbir sorunu çözme becerisinde olmamış, koyu bir istihbarat rejimi oluşturulmuş, halka zulmü reva görmekten başka bir yol görmediği için gösterilerin üzerine de zor kullanarak gitmiştir. Bu durum beraberinde eylemlerin artmasına ve Suriye’nin iç savaş sürecine girmesine yol açmıştır.

Önü alınamayan vekalet savaşları sonucu, ülke tanınmayacak bir harabeye dönerken bilanço çok ağır oldu. 585 bin insan hayatını kaybederken, 6 milyon kişi Türkiye, Ürdün, Lübnan gibi ülkelere sığınmak zorunda kaldı. 7 milyon kişi ise yerlerinden-yurtlarından göç ederek göçebe hayatına mahkum oldu. En kötüsü savaşın getirdiği yıkım devam ederken halen siyasi bir çözüm bulunamadı.

Esad rejimi altında yaşayan Arap, Kürt, Ermeni, Süryani, Çerkez, Türkmen ve Asuri halklar Hıristiyan, Müslüman, Alevi, İsmaili, Dürzi… inanç gurupları ile Suriye’nin zenginliğini oluşturmuşlardır.

2011 yılında “Arap Baharı”nın son halkası olan Suriye’de yaşayan halkın muhalefetini kendi emperyalist çıkarları için kullanan ABD-AB ve İsrail gibi ülkeler, Türkiye üzerinden “Ilımlı İslam” adı altında rejimlerin inşası ve gelişip güçlenmesi için Erdoğan’ı öne sürdüler. TC faşizmine destek sundular. Daha da ileri giderek R.T.Erdoğan’ı “Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı” olarak görevlendirdiler. Filistin’e kadar Müslüman ve Arap dünyasının “lider”i olarak propaganda ettiler. Bütün bunları ABD’nin emperyalist çıkarları ile İsrail’in güvenliği için yaptılar.

R.T.Erdoğan’ın başlangıçta Suriye rejiminin temsilcisi Beşar Esad ile “iyi” görülen ilişkisi devamında tersine dönmüştür. R.T.Erdoğan’ın emperyalist çıkarlar doğrultusunda görevlendirilmesi TC’nin Suriye rejimiyle örtülü bir savaş içine girmesine yol açmıştır.

TC basınında B. Esad birdenbire “Esed” olmuştur. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’ye gönderilerek, yaşanan gösteriler bahane edilerek Suriye rejiminde Müslüman Kardeşler başta olmak üzere “rejim muhalifi” olarak adlandırılan güçlere iktidarda yer verilmesi istendi. Suriye rejimine deyim yerindeyse aba altından sopa gösterildi. Ancak B. Esad, bu öneriyi kabul etmedi.

Böylelikle başını ABD emperyalizminin çektiği güçler en başta İsrail’in güvenliği ve İran’ın bölgede nüfuzunun geriletilmesi ve elbette yeni petrol ve gaz boru hatlarının yapılması gibi gerekçelerle Suriye rejiminin yıkılması için harekete geçtiler. Esad rejimine karşı gösteriler, rejime karşı silahlı isyana dönüştü.

Emperyalistler, muhalif olarak ortaya çıkan güçlere milyonlarca dolar para yardımı yapmaya bu güçleri silah başta olmak üzere lojistik olarak desteklemeye başladılar. Sosyal medya üzerinden “Suriye Devrimi 2011” adı altında yüzbinlerce insan harekete geçirildi. Adalet ve Kalkınma Hareketi adı altında Türkiye’de AKP’yi çağrıştıran Müslüman Kardeşler Örgütü yöneticileri muhaliflerin başına getirildi.

Suriye’de Esad rejimini devirmek adı altında “Suriye Muhalefeti” adı verilen güçleri, Suudi Arabistan-Katar finanse etti. Türkiye, askeri ve lojistik destek sağladı. ABD önderliğinde ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) kuruldu. ÖSO,

“eğit-donat programları”ndan sonra IŞİD’e dönüştürüldü. Süreçle birlikte “cihat” adı altında dünyanın birçok bölgesinden kendisini “Müslüman” olarak tanımlayanların Suriye’ye gitmesine izin verildi. Bu kişilerin Suriye rejimiyle savaşmaları için Türkiye üzerinden Suriye’ye girmelerine yol verildi, kolaylık gösterildi. TC, cihatçı çeteler aracıyla Suriye rejimiyle örtülü bir savaş içine girdi. Cihatçı çetelere tırlar dolusu silah yardımının yanında, Türkiye sınırları içinde barınmalarına, başta hastaneler olmak üzere her türlü hizmetten yararlanmalarına izin verildi,

Suriye rejimini yıkmak için toplanan selefi cihatçı örgütler, 10 yıl içinde Suriye’yi kan gölüne çevirdiler. Suriye’den sonra sıranın kendisine geleceğinin farkına varan İran, B. Esad rejimini desteklemek amacıyla “Devrim Muhafızları”nı sahaya gönderdi. Ardından B. Esad, Rusya’yı resmi olarak yardıma çağırdı. Rus emperyalistleri bu fırsatı kaçırmadı ve 2015 yılında Suriye iç savaşına müdahil oldular.

 

TC’nin hedefi: “Türk Kemeri” ve soykırım!

Ortadoğu’nun kadim halklarından olan Kürtler tam olarak bilinmemekle birlikte yaklaşık 40 milyon nüfusa sahiptir. Kürtler, emperyalistler ve bölge gerici devletlerinin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu coğrafyasında ağırlıklı olarak dört devletin sınırları içerisinde yaşamaya mecbur bırakılmıştır.

En fazla Kürt nüfusu, Türkiye’de olmakla birlikte Suriye, Irak ve İran’da da varlıklarını sürdürmektedirler. Bu devletler, uzun yıllardır Kürtleri bir ulus olarak görmemiş, ulusal haklarını tanımamış, halkı yok saymışlardır. Gelinen aşamada Irak Kürdistanı’nda Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi (IKYB) resmi olarak kurulmuş durumdadır.

Kürtler T. Kürdistanı (Bakur: Kuzey), Irak Kürdistanı (Başur: Güney), İran Kürdistanı (Rojhilat: Doğu) ve Suriye Kürdistanı (Rojava: Batı) olarak tanımlanan topraklarda kendi ulusal hakları için yıllardan beridir mücadele içindedirler. Bu mücadele, Irak Kürdistanı’nda belli bir aşamaya varmış olmakla birlikte, “Kürt Sorunu” varlığını tüm yakıcılığıyla sürdürmektedir.

Ortadoğu’da soykırıma uğratılan Ermeni ulusu yok edildi. Filistin devrimi amacından ve hedefinden saptırıldı. Ulusal bir sorun olarak varlığını devam ettiriyor. Bir diğer ulusal sorun Kürt ulusal sorunudur. Kürt ulusal sorunu kanayan yara olarak her geçen gün daha da kendini dayatmaktadır. Yüz yıldır devam eden inkar-red ve asimilasyon politikalarına rağmen, Kürt halkını yok edemediler. Aksine halk, dört cephede yürütülen mücadeleden yeni kazanımlar elde ederek çıkmasını bildi. Kaybeden ise emperyalistler ile başta TC olmak üzere bölge gerici devletleri oldu. Bu gerçekliğin görülmesi, mücadele edenlerin hakkının verilmesi bakımından önemlidir.

Esad rejiminin devrilmesi için ABD ile hareket eden R.T.Erdoğan’ın emrinde ÖSO’dan IŞİD’e, Heyet Tahrir el Şam (HTŞ)’dan MİT’in inşa ettiği Suriye Milli Ordusu’na (SMO) kadar Suriye’de “cihat” amacıyla toplanan bütün çetelerin görevlerinden biri de Suriye’deki Kürt ulusunun kazanımlarını ortadan kaldırmak olarak belirlenmiştir. Bizzat TC’nin besleyip büyüttüğü ve desteklediği bu çeteler, Rojava’da Kürtlere saldırmıştır.

Sadece Kürtler değil Suriye ve Irak’ta yaşayan Ezidiler, Süryaniler başta olmak üzere Hıristiyan halklar da aynı şekilde çetelerin hedefinde olmuşlardır. Kürtler ve özellikle Hıristiyan halklar sadece inançlarından dolayı, 1915’ten sonra yeniden soykırım ile karşı karşıya kalmışlardır.

10 yıldır süren savaştan sonra eğer arkaya dönüp bir bakılacak olunursa, savaşın kazananı Kürtler ile Hıristiyan halkları olmuştur. “Ordusu olmayan bir halk yenilmeye mahkumdur” ilkesinden hareket eden Kürt ulusal özgürlük hareketi, 2011 yılında başlayan ayaklanmalardan sonra, geri çekilen Suriye ordusunun boşluğunu halkını örgütleyerek doldurmasını bilmiştir.

Bugünkü Rojava topraklarında, Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi altında, bölgede yaşayan başta Araplar olmak üzere çeşitli inanç ve milliyetlerden halkın silahlı gücü olarak QSD (Suriye Demokratik Güçleri) örgütlenmiş durumdadır. Kürtler ise başta YPG-YPJ (Halk Savunma Birlikleri) ile PYD (Demokratik Birlik Partisi) adı altında siyasi yapılanmalarını oluşturarak özgürlüğün kapısını aralamış oldular. Esad yönetimi altında varlıklarından bahsedilmeyen, kimlikleri dahi olmayan bir halk kendi kaderini tayin ederken, diğer halklara da örnek ve önder oldular.

İdlib’den Derik’e uzanan Rojava topraklarında, özgürlüğe susamış bir halkın uyanış ve mücadelesi dünyada geniş yankı yaparken, dünya halklarının sempatisi ve desteğini kazandı. Bütün halkları da içine alan Efrin, Cezire ile Kobane kantonları şeklinde örgütlenmelerini kurdular.

Bu gelişmeler başta TC olmak üzere bölge gerici devletlerini kaygılandırdı. Soykırım üzerinden yükselen TC faşizmi, Suriye’deki Kürt ulusunun kazanımlarını kendisi açısından bir “beka sorunu” olarak tanımladı. Önce cihatçı çeteleri, IŞİD’i Kürtlerin üzerine salan TC, bu güçlerin yenilgiye uğratıldığı koşullarda askeri gücünü devreye soktu ve Rojava’ya işgal saldırıları gerçekleştirdi.

ÖSO-IŞİD-SMO çetelerinin saldırılarının yanında bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) 2016 yılında “Fırat Kalkanı” işgali ile Azez, Cerablus, Bab, 2018 yılında “Zeytin Dalı” işgali ile Efrin, 2019 yılında “Barış Pınarı” işgali ile Gire Spi ve Serakaniye’ye saldırdı ve işgal etti. Son olarak TBMM’den geçirilen 2 yıllık savaş tezkeresiyle Rojava’ya yönelik işgal ve ilhak saldırısı tehdidi devam etmektedir. Bölgede yeni bir soykırım saldırısı günceldir.

TC, Suriye’de sadece Rojava’ya saldırmıyor. 2020 yılında “Bahar Kalkanı” işgali ile İdlib’de kurulan TSK-ÖSO-SMO üs bölgelerinde, Suriye’den toplanan bütün çetelerin koruyuculuğuna soyunmuştur. Bugün İdlib’den başka kaçacak delik bulamayan çeteler, burada toplanmış bulunuyorlar. Öldürücü darbeyi yemeleri ve tarihin çöplüğüne gitme vakti gelirken, bu aynı zamanda R.T.Erdoğan’ın da sonunu getirecektir. Çünkü R.T.Erdoğan çeteler sayesinde Libya’da, Irak’ta, Artsakh’da kan dökmeye, yeni maceralar aramaya devam ediyor.

TC’nin asıl amacı İdlip değildir. Elbette buradaki çeteleri desteklemekte ve korumaktadır. Bu güçleri bir koz olarak elinde tutmaktadır. İdlip’i elinde tutmak isteyecektir. Ancak esas amacı, başta işgal ettiği bölgeler olmak üzere Rojava’yı tümden işgal ve ilhak etmektir.

Bunu da “sınır güvenliği” gerekçesiyle, “terör koridoru” demagojisiyle yapmak istemektedir. TC faşizminin hedefi bu bölgelerde bir “Türk Kemeri” kurmaktır. İşgal ettiği bölgelerde uygulamaya koyduğu politikalar ve özellikle de nüfus değişimi ve göç ettirme politikası bu anlama gelmektedir. Bölge Kürtsüzleştirilmekte ve cihatçı çeteler aracılığıyla işgal ve giderek ilhak politikası izlenmektedir.

Rojava Ermenilerinin örgütlenmesine destek olalım!

Rojava Devrimi ile başta Kürtler olmak üzere, bölgede yaşayan çeşitli inanç ve milliyetlerden halk, önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Bu haliyle Kuzey Doğu Özerk Yönetimi, Ortadoğu bölgesinde devrimci demokratik kazanımlar anlamında önemli bir yerde durmakta, başta bölge halkları olmak üzere, dünya haklarına örnek olmaktadır. Rojava Devrimi henüz bitmiş değildir. Bu devrim başta Kürt ulusu olmak üzere demokratik devrimci bir süreç olarak işlemeye devam ediyor.

Başta Kürt halkı olmak üzere, Rojava’da yaşayan çeşitli inanç ve milliyetlerden halk ÖSO-IŞİD-SMO çetelerine karşı savaşta 11 bin civarında evladını ölümsüzlüğe uğurlamış, binlerce insan yaralanmış, yine binlerce insan yerinden yurdundan edilmiştir. Rojava’da yaşayan Kürt, Arap uluslarından ve çeşitli inanç ve milliyetlerden halk büyük bedeller ödeyerek kendi sistemini kurmuş ve yaşatmak istemektedir.

Bu zafer, Kürt halkının olduğu kadar Arap, Ermeni, Süryani, Asuri ve dünyanın değişik ülkelerinden Rojava Devrimi’ne desteğe gelen enternasyonal devrimcilerin de emek ve can bedeli mücadelesi sayesinde kazanılmıştır. Rojava Devrimi ezilen halklara bir umut olurken, aynı zamanda ezilen halkların bir kazanımıdır.

Başta Rojava’da yaşayan Kürtler olmak üzere, bölgede yaşayan farklı inanç ve milliyetlerden halk, önce cihatçı çeteler ardından da doğrudan TSK tarafından gerçekleştirilen saldırılarla yeni bir soykırım tehdidiyle karşı karşıya kalmışlardır. Yüzyıl öncesinde Ermeni-Rum ve Süryanilere yönelik gerçekleştirilen soykırım, güncellenerek yeniden gerçekleştirilmek istenmiştir. Suriye ve Irak’ta Ezidilere yönelik saldırılar sonucunda ise tam anlamıyla bir soykırım gerçekleştirilmiştir.

Rojava’da Ezidilere benzer bir soykırımın gerçekleştirilememesinin nedeni, bölgede çeşitli milliyet ve inançlardan halkın Kürtler önderliğinde, örgütlenmesi, silahlanması ve direnmesi sayesinde olmuştur.

Kaypakkaya geleneğinin Kürt Milli Meselesi ile azınlıklar sorununa devrimci yaklaşımı, kendisini diğer sol ve devrimci anlayışlardan farklı kılmaktadır. İşte bu gerçeklikten hareketle, Kaypakkaya geleneği Nubar Ozanyan önderliğinde, Rojava’daki mücadelede yerini almıştır. Nubar Ozanyan, nerede baskı ile zulüm varsa orada olmuş, Ermeni devrimci geleneğinin fedai ruhunu kuşanmış, Ermeni halkının yetiştirdiği son fedailerden olmuştur. Misak Manuşyan, Hrant Dink, Armenak Bakırcıyan, Monte Melkonyan, Leonid Azdgalyan gibi adını tarihe not düşürerek Rojava Devrimi mücadelesinde ölümsüzleşmiştir.

Aynı zamanda en zor mücadele anlarında kendini feda ederek Kürt halkı ile Ermeni halkı arasında köprü olmuştur. Kürt halkı Garabete Xaço, Aram Dikran’ı nasıl bağrına basmışsa Nubar Ozanyan’ı da aynı şekilde bağrına basmış ve sahiplenmiştir. Cenazesini Rojava’dan başka yerlere gönderilmesini istememiştir.

Nubar Ozanyan güvensizliklerin, önyargıların, geçmişte yaşanan yanlış ve kötü ilişkilerin ancak, mücadele içerisinde ortadan kalkacağı ve güven ortamının sağlanacağına inanmıştır. Faşist ve soykırımcı bir düşmana karşı birlikte mücadele etmenin gerekliliğini savunmuştur.

Karabağ’dan Gare’ye, Rojava’ya uzanan coğrafyada Kürt ve Ermeni halkının düşmanının TC olduğu bilinciyle hareket etmiştir. Yeni soykırımlara maruz kalmamak için ileri adımların atılmasını, birlikte mücadeleyi ve devrimci direnişin gerekliliğini savunmuştur.

Rojava’da yaşayan Ermeniler, Nubar Ozanyan’ın bu örnek devrimci mirasını sahiplenmiş ve onun anısına kendi öz savunma gücü olan Şehit Nubar Ozanyan Taburu’nu kurmuşlardır. Ş. Nubar Ozanyan Taburu, TC’nin Rojava’ya yönelik işgal ve ilhak saldırılarının gerçekleştirildiği, soykırım tehdidinin sürdürüldüğü koşullarda, Ermeni Soykırımı’nın 104. yıldönümünde QSD bünyesinde kuruluşunu ilan etmişti.

Rojava’da yaşayan Ermeniler, bu adımla yetinmemişler aynı zamanda öz toplumsal örgütlenmeleri olan “Ermeni Toplumsal Meclisi”ni de kurmuşlardır. Ermeni Toplumsal Meclisi, özellikle Rojava’da Müslümanlaştırılmış Ermenilere yönelik kültürel, toplumsal çalışmalara ağırlık vermektedir.

Soykırımının ikinci aşaması olan ve Suriye çöllerinde devam ettirilen katliam, 250 bin Ermeni’nin katledilmesiyle sonuçlansa da soykırımdan kurtulan “kılıç artık”ları; Müslümanlaştırılmış, öz kimliğini kaybetmiş, Arap veya Kürt olmuş Dikran’lar, Agop’lar, Armen’ler, Ani’ler, Zabel’ler küllerinden yeniden doğarak bugün kendi öz kimliklerine dönüşmüşlerdir. Türkiye’de yaşanan “Müslümanlaşmış Ermeni’ler” sorununun bir benzeri bugün Rojava topraklarında yaşanmaktadır.

Hatırlanacak olunursa Hrant Dink Vakfı’nın 2013 yılında Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü ve Malatya Hay-Der’in işbirliğiyle düzenlemiş olduğu “Müslümanlaştırılmış Ermeniler Konferansı”nda geçmişte Ermeni olanların çocukları ve torunları biraraya gelmiş, Garabet’in Hüseyin’e, Mihran’ın Baki’ye, Miran’ın Selahattin’e dönüştürülmesini anlatmış ve gerçekleri ortaya koymuşlardı.

Rojava Devrimi bölgede yaşayan Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, kısacası farklı milliyet ve inançlardan halkın devrimidir. Bu devrim sayesinde bölgede yaşayan Ermeniler, ilk kez öz kimliklerini, korkmadan yaşamaya başlamışlar; dillerini, kültürlerini, tarihlerini ve soykırım gerçekliğini öğrenmek için adımlar atmışlardır.

Rojava Ermenilerinin başta Ş. Nubar Ozanyan Taburu olmak üzere Ermeni Toplumsal Meclisi gibi öz örgütlülüklerini kurması ve mücadele içerisinde olması, Ermeni Diasporası’nda Amerika’dan Avrupa’ya, Lübnan’a Ermeni’nin yaşadığı her karış toprakta sempati ve gurur kaynağı olmuştur.

Başta Nubar Ozanyan olmak üzere Kaypakkaya geleneği, çok zor ve çetrefilli bir sorunu, kanayan yarayı gündemine almış ve tarihsel bir adım atmıştır. Bölgede yaşayan halklar ve özellikle Rojava Devrimi’nin geleceği, kurumsallaşması ve savunulması açısından farklı milliyet ve inançtan halklar arasında birliği-eşitliği-kardeşliği sağlama adına bu tarihsel bir adım olarak kayıtlara geçmiştir.

Ş. Nubar Ozanyan Taburu ve Ermeni Toplumsal Meclisi aynı zamanda bütün dünyaya Rojava Devrimi’nin ne olduğunu, nasıl bir toplumsal sistem kurmayı amaçladığını da göstermektedir. Bu anlamıyla da tarihsel bir örnek teşkil etmekte, olumlu bir pratik olarak ortaya çıkmaktadır. Ş. Nubar Ozanyan Taburu ve Ermeni Toplumsal Meclisi hem Rojava Devrimi’ni hem de kendi öz örgütlülüklerini tanıtmak ve güçlendirmek için kampanya başlatmıştır.

Avrupa’dan Ermeni devrimciler de bu kampanyaya desteklerini ilan etmişlerdir. Rojava dışında yaşayan her yurtsever, devrimci, demokrat, ilerici Ermeni bu sese kulak vermelidir. Dünyanın neresinde olursa olsun her Ermeni, Rojava Devrimi ve Rojava Ermenilerinin bu uyanış ve diriliş mücadelesine omuz verme, destek olma sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Soykırımcı, faşist bir devletle karşı karşıya olduğumuzu unutmamalıyız

https://ozgurgelecek29.net/rojava-rojavadaki-ermenilere-ses-olma-zamani/