Siyasal İslamcı Neo-Apartheid rejimi sona geldi. / Bakış Can

 

            12 Eylül 1980 askeri darbesi ile sosyal devletin tamamen tasfiye edilmesi ve ekonominin  sınırsız ve kuralsızca serbest piyasanın emrine sunulması ile başlayan süreç AKP/MHP iktidarında kamunun olanaklarını bir avuç ayrıcalıklı kesime veren geri kalan tüm halkı açlık ve yoksulluğa mahkum eden Siyasal İslamcı Apartheid rejimine dönüşerek devam ediyor. Güney Afrika’da 1948 yılında iktidara gelen Ulusal Partinin ayrıcalıkçı politikalarını Ulusal Politika gibi sunarak ordu, polis ve yargı gücü ile tüm demokratik örgütlülükleri tasfiye edip siyah çoğunluk üzerinde 1990’lara kadar devam edecek bir zorba iktidarın adıdır APARTHEİD.

  1. Afrika’da Ulusal Parti 1950 yılı itibariyle siyah ve beyazların kamu ve günlük hayatta yaşam alanlarını ayrıştırmış, evlenme ve birlikteliklerini dahi yasaklamış, siyahlara ait araziler yasal kılıfına uydurularak ucuz fiyatla beyazlara satılmıştır.(Türkiye ve Kürdistan’da köylülerin Maden ve Hes şirketlerine kamulaştırma adı altında yok fiyata peşkeş çekilen arazileri ile ne kadar da benzer bir durum.)Bu durum 1950-1964 yılları arasında 3.5 milyon insanın evlerini terk etmesi ve şehirlere taşınmasına yol açmıştır. Rejim çıkardığı yasalarla siyahların yapacağı işleri kol emeğine dayalı alanlar olarak belirlenmiş, ekonomik hayattaki kast sınırlarını kalın çizgilerle çizilmiştir.(Aynı kalın çizgiler ülkemizde de özellikle kamuda Türk-Sünni İslam kimliği dışındaki kesimler için barizdir). 21 Mart 1960 yılında dünyada esen özgürlük rüzgarlarının da etkisi ile yükselen, Afrika Ulusal Kongresinde merkezileşen siyah muhalefetin yaptığı barışıcı  bir gösteriye devlet güçlerinin ateş açması ile 69 göstericinin öldüğü ve tarihe  Sharpville katliamı olarak tarihe geçen vahşet  ardından 2 muhalefet partisi de kapatılıyordu. Siyah toplumun bu katliama tepkisi büyük olmuş yapılan grev ve protestolarda sonrası rejim 30 Mart 1960’da OHAL ilan etmiş ve 18.000 kişi tutuklanmıştır. Bu katliam muhalif güçleri pasif direnişten silahlı mücadele noktasında arayışlara sokmuş uzun ve çatışmalı bir sürecin ateşleyicisi olmuştur. Rejim, 1974 yılında eğitim ve kamuda resmi dil olarak Boer Dilini (Almancanın batı diyalekti) kabul ederek halkın tamamını yabancı bir dilde eğitime mecbur bırakıyordu.1976 yılında on binlerce lise öğrencisinin Anadilde Eğitim Hakkı için başlatmış olduğu gösterilere saldıran rejim güçleri tarihe Soweto Katliamı olarak  geçen vahşetle 176 öğrenciyi katlederken 4000 öğrenci ise ateşli silahlarla yaralanıyordu. Bu katliam sonrası dünyanın pek çok yerinde ilerici, devrimci güçlerce yapılan protestolarla rejim uluslararası arenada yalnızlaştırılmış ve gayrı meşruluğu açık edilmiştir.1980 sonrası baskının zirve yaptığı ülke de  kapsamı genişletilen OHAL ile tüm sokak eylemleri yasaklanırken onbinlece insan adil yargılama hakkından yoksun ve asgari insani yaşam koşullarına bile sahip olmayan hapishanelere tıkılıyordu.1990’lara gelindiğinde nerdeyse tüm muhalefetim hapishanelere doldurulduğu ya da sürgün edildiği koşullarda ,ırkçı rejime karşı 300.000 maden işçisinin başlattığı grev,  hızla tüm sektörlere yayılmış ve uluslararsı arenadaki izole edilmişlik, savaş yorgunluğu, direnişin önlenemeyen yükselişi, sistemin lokal ve global kapitalizmin gelişimini tıkayan bir hal alması, siyah çoğunluğun dayanılmaz yoksulluğuna karşın beyaz azınlığın şatafatlı yaşamı gibi etkenlerle Apartheid’in iflasını beraberinde getirecek bir fitili ateşlemiştir, kısa süre sonra Afrika Ulusal Kongresi ve diğer muhalif örgütler üzerindeki baskılar kaldırılırken Nelson Mandela dahil tüm siyasi tutsaklar serbest bırakılarak müzakere süreci başlamıştır.

G. Afrika’daki siyahların ayrımcılığa karşı  mücadelesi nihai olarak bir toplumsal devrime ulaşamamış olsa dahi faşist rejimlerin “yenilmezlik” imajını yerle yeksan etmesi açısından oldukça değerli bir deneyimdir. AKP/MHP iktidarının, Kürt Ulusunu inkar, imha ve baskı ve asimilasyonla yok etmeyi hedefleyen, işçi ve emekçileri, iş cinayetlerini gündelik hale getiren, güvencesiz ve sefalet ücretine mahkum eden yasalarla  cendereye alan, barınma, sağlık, eğitim gibi temel insani haklarda kapitalistlerin çıkarlarını korumak pahasına köylüleri, öğrencileri, emekçileri ve tüm halkı sefalete mahkum eden siyaseti artık iflas etmiştir. Parça parça dökülen iktidar ,yerel ve  global egemen burjuvazi tarafından sistemin kendisini yenilemesine olanak verecek şekilde yenilenmek istenmektedir. Devlet ve yerel yönetimlerin imkanları üzerinden ordu, polis, yargı araçları kendi “Siyasal İslamcı Apartheid”  rejimini yaratan AKP/MHP için artık her gün baskıyı daha da arttırmak dışında bir seçenek kalmadı. Bu ise sadece çöküşü hızlandıracaktır. CHP-İYİ Parti’de merkezileşen muhalif egemen kliklerin seçimler üzerinden “ehven-i şer” kötünün iyisi ile bu çöküşten çıkışı kendilerine yedeklemeye çalışması ve revizyonist- reformist partilerin kendi aralarında yoğunlaşan ittifak trafiği bu el değiştirmeden kısmı haklar koparma siyaseti, tüm kesimlerin süreci kendine göre okuması ve bir yol haritası çıkarmasının  göstergesidir.

Açıktır ki bu denklemin emekçiler ve halkların ortak çıkarı açısından en ilerici ve devrimci seçeneği  Kürt Ulusal Hareketi ve Sosyalist Harekettir. Egemenlerin ciddi bir tehdit olarak gördüğü ve tüm gücüyle tasfiye etmeye çalıştığı da esasen bu iki öznenin tek tek bileşenleri ve birleşik iradesidir. Üniversitelerin açılması ile başlayan Barınamıyoruz ve Yurtsuzlar eylemlerinin hızla kitleselleşme eğilimi önümüzdeki dönemde artan yoksulluk ve KHK’larla işinden edilen on binler düşünüldüğünde kitlesel işçi  eylemlerine de gebedir. Birleşik Mücadele Güçleri bu sürecin kendi dışında gelişimi sonrası eklemlenecek bir aktörü değil bizzati tüm dengeleri alt-üst edebilecek asli unsurudur. Sosyal ve toplumsal kurtuluşu ekonomik ya da parlamenter kazanımlara indirgeyen dar ve geri yaklaşımları aşıp dipten gelen dalgayı ve değişim rüzgarını halklar ve emekçilerin ortak mücadele iradesine çevirmenin berraklığı ile sürece müdahale etmeliyiz.

Konuk Yazar: Bakış Can