Geleceği doğuracak seslerimizle 8 Mart’a, alanlara!

Zaman artık sadece bu sistemin karşısında başka bir dünya bilinciyle dikilen kadınlar için değil, milyonlarca kadın için bambaşka akıyor. Zaman önümüze toplumsal cinsiyet kimliklerinin cenderesini parçalarken, sınıfsal kimliğimizi de kuşanmamızı getiriyor ve kuşanıyoruz.

Ekmeğimizin küçüldüğü, yarın kaygılarımızın büyüdüğü, emeğimizin daha vahşi biçimlerle sömürülmek istendiği, savaş tamtamlarının bu tabloyu daha da ağırlaştırdığı koşullarda karşılıyoruz 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü.

Bu çürümüş düzen pandemide olduğu gibi faturanın en ağırını biz kadınlara çıkarıyor. Mutfaklarda açlığı yönetmekte, porsiyonları küçültmekte, “evleri düşük ısıda ısıtmakta” ustalaşmamızı buyuruyor.

Biz özgürleştikçe; gülmemize, giyinmemize, hayatımız hakkında söz söylememize daha fazla sınır çizme refleksleri devreye giriyor. Bedenimiz ve ruhumuz erkek şiddetiyle kanasa bile “kutsal aile”ye sıkıca tutunmamızı emrediyor. Mahkemeleri-polisi-medyası-yasa yapıcıları-ideolojik aygıtlarıyla hayatına dair karar alma cüreti gösteren tüm kadınları düşman ilan ediyor.

Tarihsel kazanımlarımızı geri alıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptaliyle başlayan, çocuk istismarının “nikah” mührüyle resmîleştirilmeye çalışılması ve nafaka, dolayısıyla boşanma hakkımızın gasp edilmesi çabasıyla devam eden bu düşmanlığın sonuçları daha fazla ölmemiz oluyor. Bu çürümüş düzen bizi ancak dayattığı hücrelerin kapılarını kendi ellerimizle kilitlediğimiz oranda “makbul” görüyor.

Tüm bunlara emeğimizin daha vahşi biçimlerle sömürülmesi planları ekleniyor. Patronlar düzeninin bekçileri “Sen ancak bu koşullarda çalışabilirsin” diyor ve o koşullar “aile içindeki görevlerimizle birlikte” tanımlanmış güvencesizlik ve ucuzun da ucuzu sömürü dışında bir anlam taşımıyor. Fabrikalarda, plazalarda, hizmet sektörünün çeşitli alanlarında çalışanlarımız erkek sınıf kardeşlerimizle aynı işi yaptığımız halde ücretlerimiz arasındaki açı farkı daha da büyüyor. Kıyımlarda kapıya ilk konulan biz oluyoruz. Üretimin parçalanarak emeğin pula çevrilmesinin, örgütsüzlüğün derinleştirilmesinin asıl hedefi biz kadınlarız. Evlerimizi atölye, büro haline getirmek istiyorlar. Hizmet sektörünün boyun eğen köleleri olmamızı, her türlü tacizi, mobbingi sineye çekerek “işimize bakmamızı” gözlüyorlar.

Bunlar madalyonun onlar cephesinden görülen yüzü!

Bunlar onların toplumsal tahayyülleri, sömürü planları!

Öbür yüzünde bizim sözümüz, duruşumuz, her saldırı ve dayatma karşısında dayanışmamızın da gücüyle yarattığımız dilimiz var.

Bu dil, Kürdistan’ın yüzüne direnişi yazmak, yeniden yaratmak ve kurmak, toplumsal örgütlenmenin sönmeyen ateşi olmaktır. Faşizmin ilk hedefi olması, gözaltılar, baskılar, işkenceler ve tutuklamalarla ezilmeye çalışılması bundandır.

Bu dili Taksim başta olmak üzere her yerde önümüze çıkarılan polis barikatları iyi tanıyor.

Bizim artık dünkü kadınlar olmadığımızı, erkek egemenliğin en çıplak-en kaba ifadesi olan faşizm tüm çıplaklığıyla görüyor.

Zaman artık sadece bu sistemin karşısında başka bir dünya bilinciyle dikilen kadınlar için değil, milyonlarca kadın için bambaşka akıyor. Zaman önümüze toplumsal cinsiyet kimliklerinin cenderesini parçalarken, sınıfsal kimliğimizi de kuşanmamızı getiriyor ve kuşanıyoruz.

Her an bilincimize yeni bir halka ekleniyor. Üretim alanlarında dayatılan sefalet karşısında işi ilk bırakan olmamız bile bu çarpıcı gerçeğin özetidir. Biz artık direniş alanlarında morali bozulan, geriye düşecek olan erkek sınıf kardeşimizi omuzlarından tutarak doğrultmayı öğreniyoruz. Mutfaklardaki yangını yönetmemiz istenirken sokağa çıkan, “yeter artık” diyen, bu yönelimin fitilini ateşleyen oluyoruz.

Fabrikalarda, kapitalist vampirin tüm sömürü üslerinde biz kendimizle birlikte yeni bir toplumsal silkinişin temel dinamosu oluyoruz.

Yarını bu birikimlerle doğurmak üzere yeni bir kültür, yeni bir toplumsal yaklaşım, yeni ölçüt ve algılar yaratıyoruz. Yarını doğurmak üzere hafızalarımızda bunları biriktiriyoruz.

Bu kavgalar içinde meselenin sadece ekmeğimizi büyütmek olmadığını deneyimliyor birçoğumuz. Ekmek dediğimiz için tepemize inen polis copunun sarsıcı deneyimiyle “bu devlet kimin?” diyoruz. Buradan başlıyor sorgulamalarımız. Bunun ucu, savaşın, yayılmacılığın, kardeş halklara dönük düşmanlık ve saldırganlığın kimlerin çıkarına olduğunu anlamamıza açılıyor. Ucu, dünya halklarının birbiriyle barış içinde yaşayacakları bir dünya özlemine…

Kadınların gücünün hiçbir kuvvete benzemediğini bildikleri için saldırganlıkları! O gücün sınıfların, sömürünün, sınırların olmadığı bir dünya özlemiyle mücadeleye seferber olmasıysa 2022 8 Mart’ına giderken hiç de uzak bir ihtimal değil.

– Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!

– Cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye son!

– Yaşasın devrim ve sosyalizm!

Alınteri

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir