Derinleşen kriz, kadın ve kadın yoksullaşması

Emperyalist-kapitalist sistemin 2008 yılı itibariyle içerisine girmiş olduğu yapısal kriz derinleşerek devam ederken, bu kriz aynı zamanda sistemin 1970’lerde yaşadığı krizi aşmak için geliştirdiği neoliberal politikaların sonunu da işaret etmektedir. Kapitalist sistemin sürekli krizler ürettiği ve üretilen bir krizi aşarken yeni bir krizinde ufukta belirdiği bilinen bir gerçektir ve bu aynı zamanda kapitalizmin temel özelliklerinden de biridir. Kapitalist sistemin her krizi emekçi halkalara işsizlik, yoksulluk, açlık, işgal, göç ve daha fazla sömürü olarak yansırken; bugün dünyanın içerisinden geçtiği süreç, yaşanan gelişmeler tamamen bu yansımanın yüzüdür. Bir avuç tekelin çıkarları dünyayı yönetirken ve onu bilinmez bir geleceğe doğru sürüklerken, doğaldır ki dünya halklarının biriken öfkesi de eylemlerle dışa yansıyor ve uluslararası düzeyde sermaye karşıtlığı giderek gelişiyor.

Tüm dünyada kapitalist sistem ve erkek egemenliği savaş zamanlarında olduğu gibi kriz dönemlerinin de en ağır sonuçlarını kadınlara yaşatıyor. Nasıl ki savaş zamanı erkeklerden boşalan iş alanlarına ucuz işgücü diye kadınları çekip savaş sonrası eve dönen erkekler için aynı kadınları zoraki evlere yolluyorsa; aynı üretim tarzı ve egemenlik anlayışı kriz zamanlarında da mevcut karakterinden ötürü kadınları hedef alıyor ve ilk olarak kadınları işten çıkartarak işsizleştiriyor. Çünkü kapitalist sistemde kadın işgücü erkek işgücüne oranla daha ucuz, daha güvencesiz ve daha esnek. Bu nedenle de kadınların bu tarz çalışma koşullarına mahkûm edilmesi kapitalist üretim tarzının önemli bir parçası ve olmazsa olmazıdır. Son yıllarda ekonomik krize ek olarak bir de pandeminin yarattığı uluslararası kısıtlamalar üretim alanlarında ciddi daralmalara neden olduğundan buralarda da yoksullaşmanın ilk halini kadınlar yaşadılar. Ki dünya çapında işsizlik oranlarına bakıldığında tablodaki ciddiyet daha açık biçimde anlaşılabilir ve kadın yoksullaşmasının geldiği boyut daha net tartışılabilir.

Emperyalist- kapitalist sistemin bir parçası olan TC’nin emperyalizme bağımlılığı ve özel olarak ta AKP-MHP faşist iktidarının uyguladığı ekonomik politikalar, kamusal sektörlerdeki özelleştirmeler, tüketim endeksli dışa bağımlılığın giderek arttırılması, ithalatın azaltılarak un, şeker vb. temel ihtiyaçların dahi ihracat yoluyla ve döviz üzerinden satın alınması ülkedeki ekonomik krizi derinleştirdi. Derinleşen ekonomik kriz, Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki siyasi krizle birleşince de ezilenler üzerindeki ekonomik ve siyasi baskı akıl almaz boyutlara vardı. Özellikle de ekonomik kriz derinleştikçe emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayan milyonlar neredeyse günlük ekmeğini alamayacak hale gelerek, temel ihtiyaç kalemlerinden bir bir yoksun kaldılar.

Ekonomik krizin etkileri nedeniyle, Türkiye- Kuzey Kürdistan tarihinde ilk defa art arda ve toplu intihar vakalarıyla karşılaşıldı. Çocuğuna pantalon alamadığı için ölümü tercih eden, aç kaldığı için ölmekten başka bir çaresi olmadığını söyleyen, atanamadığı için geleceğe dair bir umudu kalmadığını ifade ederek yaşamına son veren yüzlerce insan oldu. Bu, sistemin kendini devam ettirmek için harcadığı yüzlerce hayattan sadece birkaçı. Ve krizin faturasını çekenler krizi yaratanlar değil, ezilenler. Yaratılan yoksulluğu, krizi ve sonuçlarını yaşamın her alanında en derinden yaşayanlar tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yine kadınlar. Ekonomik krizin ilk sonuçlarından biri olan işyerlerinde işçi sayısını azaltılması politikasından da ilk payı kadınlar almakta ve işten çıkarılması gerekenler ilk elden yine kadınlar olmaktadır. DİSK’in 2022 yılında yayımladığı işsizlik raporunda geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 30’larda. Ki bu rakamların çok üstünde bir kadın işsizliğinin söz konusu olduğu da tahmin edilmektedir.

Bununla birlikte, vasıflı işçi olarak görülmeyen kadınlar vasıflı işçi erkek meslektaşlarına göre çok daha düşük ücretlerle aynı saatte, aynı işi yapıyor. Bir yandan cinsiyetçi işbölümünün kamusal alanlardaki yaygınlığı kadınların iş alanlarında tercih faktörünü azaltıyor bir yanda da kadınlar ev işlerinin devamı olan temizlik, dikim, bakım vb. gibi işlere hapsediliyor. Esnek, güvencesiz, yarı zamanlı ve az ücretli işler kadınların kapitalist sistemde ekonomik olarak mahkûm oldukları başka bir zorunluluğu ifade ediyor.

Dolayısıyla da kadınların değersiz görülen emekleri kriz dönemlerinde daha da değersizleşiyor, sermayedarların maliyetleri düşürme politikalarının faturası en başta ucuz işgücü olarak görülen kadınlara kesiliyor. Kriz, emekçi kadın için daha fazla güvencesizlik ve daha fazla iş saati anlamına geliyor. Bu duruma pandemi de eklenince kadınların kamusal alanlardaki çalışma ve iş olanakları daraltılarak, kadınlar pandemi sırasında artan bakım emeği ihtiyacını karşılayabilmek için cinsiyetçi işbölümü eşliğinde kamusal alanlardan çıkarılarak ev işlerine hapsediliyorlar.Tersinden kamusal alanda çalışmayan ev emekçisi kadınların da ev içindeki karşılıksız emek yükü artmaktadır. Halkın giderek yoksullaştığı ve alım gücünün düştüğü bir ortamda ev içi ekonomiyi idare etmek zorunda bırakılan kadın ince hesaplarla ve her şeyden azar azar politikası ile krizi kendi cephesinden en aza indirmeye çalışıyor. Mutfak ekonomisinin nasıl idare edileceği, çocukların bakımının nasıl gerçekleştireceği, nasıl ve neden tasarruf yapılacağı vs. gibi sorunlar kadınlar için zorlayıcı unsurları oluşturuyor.

Kadınlar ekonomik ve psikolojik şiddete maruz kalıyorlar. Yani ev içerisindeki karşılıksız emekleri yetmezmiş gibi, kadınlar kriz zamanları aileye ve eve zorunlu olarak bağlanmak durumunda kalıyorlar. Buna bir de ekonomik krizi bahane eden erkeğin, fiziksel şiddeti de eklenince kadınların yaşamları kriz zamanlarında iki katı zor ve yaşanmaz bir hal alıyor. Öyle ki, yalnız ev içerisinde değil tüm yaşam alanlarında kadınlar krizin, yoksullaşmanın yarattığı cenderede kendini var etmeye çalışıyor. Kamusal alandaki ayrımcılık ve şiddet özel alanlara dayandırılarak, ‘vasıfsız işçilik’ kadınların çalışma olanaklarını zayıflatıyor; kadınlar işyerinde, atölyede, okulda ekonomik saldırıların yarattığı güvencesizlikle çalışmak zorunda kalıyorlar. Giderek daha fazla zor ve uzun saatli işlerde çalışmaya ve daha çok kod-29’a, tacize ve mobbinge maruz kalıyorlar. Buna bir de erkek egemen faşist iktidarın uyguladığı kadın düşmanı politikalar da eklenince kadın lehine işleyen ve sistemden koparılmış kazanımlar olan İstanbul Sözleşmesi, nafaka hakkı vb. kazanımlar da saldırıya açık hale geliyor. Böylece şiddet ve ekonomik sorunlar kadın yaşamının bir parçası haline getirilerek kadın cinsi susturulmaya çalışılıyor.

Mevcut duruma ek olarak da kadınlar cephesinden güncel olan sorunlardan bir tanesi de kesinlikle mülteci sorunu olarak boy veriyor. Emperyalist çıkarların sebep olduğu savaşlar sonucu yurtlarını terk etmek zorunda kalan kadın mülteciler, en ağır biçimde sömürülmektedir. Gittikleri ülkelerde diğer çalışanlara göre çok daha az ücretlerle çalıştırılan kadınlar sigortasız, kaçak işlere mahkûm edilmektedir. Çoğu merdiven altı, güvencesiz işlerde çalışmakta ve patron tarafından cinsel şiddete maruz kalmaktadırlar. Bu ‘olanaksızlıklara’ sahip olamayanlar ise fuhuşa zorlanmakta ve cinsel olarak sömürülmektedir.

Sonuç olarak kadınlar krizin yarattığı ekonomik, psikolojik ve toplumsal sorunlar içinde payına düşeni fazlasıyla alıyorlar. Buna rağmen ekonomik ve siyasi krizin en ağır yükünü taşımak zorunda bırakılan kadınların, kabaran öfkesinin özelikle şiddet ve kazanılmış hakların gaspına karşı gerçekleştirilen eylemlerle sokaklara yansıdığı bir sürecin içerisinden geçtik ve geçiyoruz. Şimdilerde gerçekleştirilen grevlerde de kadınların güçlü bir biçimde yer alışına şahit oluyoruz. Migros, Farplas, Alpin Çorap’ta en ön safta kadınlar haykırıyordu, haykırıyor. Kadınların birlikte büyüttükleri güçlü bir mücadele tecrübesi var. Bu mücadele tecrübesi bugün emekçilerin, özellikle de kadın emekçilerin mücadele ve talepleriyle mutlaka birleştirilmeli. Ev emekçisi kadınların talepleriyle işçi kadınların talepleri, şiddete karşı mücadeleyle, emeğimizin gaspına karşı mücadele ortaklaştırılmalı. Kadınların somut taleplerine uygun mücadele biçim ve araçları geliştirilmeli, bu mücadeleler aynı zamanda kadınları örgütlemenin zemini yapılmalıdır.

Krizin tüm yükünün, kadınlara ve emekçi-ezilen halklara yüklenmesine, ancak örgütlü ve birleşik bir mücadeleyle karşı konulabilir. Birleşik mücadelenin Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki en ileri mevzisi olan BİRLEŞİK KADIN ve BİRLEŞİK DEVRİM’in kuruluş yıldönümlerinin de bu perspektifle karşılanması gerekmektedir. Birleşik mücadelemizin faşizmi ve erkek egemenliğini yıkana ve özgürlüğü kazanana kadar durmadan yükseltilmesi temel görevdir. Bu görev için seferber olmak zorunlu ve gereklidir. Şartlar ne olursa olsun, birleşik mücadele zemini kuvvetlendirilmeli ve siper yoldaşlığı geliştirilmelidir.

8 Mart, Newroz ayı içinde olduğumuz bugünlerde kadın birleşik güçlerin öncü yoldaşlığını yakalamak, 8 Mart, Newroz ruhunun sıcaklığını 1 Mayıs birleşik mücadelenin direniş ruhu ile buluşturmak, taçlandırmak hedefimiz olmalıdır. Başta işçi sınıfı, kadınlar ve ezilen cinsel kimlikler olmak üzere tüm ezilenlere birleşik mücadelemizin sesi ulaştırılmalıdır.

“8 Mart’tan 1 Mayıs’a ileri, daha ileri!” demek temel çıkış sloganımız olmalıdır!

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir