Gezi Direnişi ve Birleşik Mücadele

Türk devlet geleneğinin resmi tarih yazımının örtbas etme ya da çarpıtma klişesi olarak halkın gündemine giren bir mesele “olaylar” olarak adlandırılıyorsa, orada ya haklı bir direniş ya da bir devlet katliamı vardır. Maraş Olayları, Sivas Olayları, Gazi Olayları, 6-7 Eylül Olayları vb. ile örnekleri çoğaltmak mümkün.

2013 yılında şehrin kalbinde halkın kullanımına açık nadide alanlardan olan Taksim Gezi Parkı’nın AKP Hükümeti tarafından “Topçu Kışlası” projesi ile alışveriş merkezi yapılmak üzere sermayeye hediye edilmesi direnişi ateşleyen fitil oluyordu.

Dünyanın pek çok ülkesinde kapitalizmin hızla gelişmesine paralel daha önce kırsal alanda yaşayan geniş bir nüfusun şehirlere akması durumu yaşanmıştır. Şehrin kenar mahallerinde yaşamaya başlayan yoksulların kentin çeperlerinde hızla büyümesiyle artık daha “değerli” ve merkezi semtlerin sakinlerine dönüşüyorlardı. Rant değeri yüksek bu alanların onlara terk edilmesi elbette düşünülemezdi ve “soylulaştırma” olarak adlandırılan yeni bir saldırı tüm dünyada sermaye tarafından kent yoksullarına karşı hayata geçiriliyordu. “Soylulaştırma” basitçe yoksul mahallerine üst sınıflardan insanların taşınmaya başlaması, lüks evler yapılması, bunun kira fiyatlarını artırması ile eski kiracıların semti terk etmek zorunda kalması, sonrasında da yüksek fiyatların “cazibesine” kapılan eski sahiplerin harabe evlerini ve arazilerini satmasıyla semtin dokusunun tamamen değişmesi olarak açıklanabilir. Türkiye’de ilk olarak İstanbul’da yaşama geçirilen bu saldırı ile 1980’lerde Boğaz kıyısındaki semtlerde (Arnavutköy, Ortaköy), 1990’larda Beyoğlu’nda (Taksim, Cihangir, Galata, sonrasında Tarlabaşı), 2000’lerde ise Haliç’te (Fener, Balat) yaşayan yoksulların mahalleleri, devlet gücünü arkasına alan zengin sınıflar tarafından adeta talan edildi, bu mahallelerin tüm yapısı, dokusu değiştirildi.

2002 yılında iktidara gelen AKP ile birlikte bu saldırı “kentsel dönüşüm” adı altında topyekun bir hal alıyor. Rant değeri olan tüm alanları müteahhitlere peşkeş çekmek için adeta seferber olan ve devletin tüm olanaklarını kullanan AKP’ye karşı lokal direnişler gerçekleşiyordu. 2007’de Sulukule’deki rantsal yağmalama, 2007 Pendik Kurtköy ve 2012’de Okmeydanı “kentsel dönüşüm” saldırısına karşı yapılan eylemler bunların en bilinenleridir. 1990’da başlayan Beyoğlu yağmasının kalan son parçası olan Taksim Gezi Parkı’nın da “Cami yapacağız, kışla yapacağız” gibi halkın aklıyla dalga geçen gerekçelerle gasp edilmesi bir anlamda bardağı taşıran son damla oluyordu.

O gün parkı savunmak için çadır kuranlar dahil hiç kimse direnişin bir anda ülke geneline yayılacak eylemlere dönüşebileceğini doğal olarak beklemiyordu. Bunda siyasal İslamcı AKP’nin her geçen gün halk üzerindeki baskıyı daha da arttıran kibirli siyaseti, 2009 ekonomik krizinin tüm yükünün emekçilerin sırtına yüklenmesinin öfkesi vs. pek çok etken mevcuttu. Tencere ve tava ile ses çıkarma, duran insan, kırmızılı kadın vb. pasif ve barışçıl eylemlerle başlayan direnişe devlet, çadırları ateşe verip tüm parkı gaza boğarak yanıt verdi. Ertesi gün ise park on binlerle doldu ve süreç bir anda devlet ve halk arasında irade çatışmasına dönüştü. Polis saldırısı ve yoğun gaz kullanımı ile pek çok direnişçi hayatını kaybetti.

Mayıs sonunda başlayan direniş, emekçi mahallelerinde Temmuz sonuna kadar devam etti. Yaşadığımız coğrafyanın en kitlesel ve uzun erimli itiraz eylemlerinden olan Gezi Direnişi sonrası gerek egemen sınıflar gerek devrimci güçler için hiçbir şey artık eskisi gibi olmadı. Gezi’ye kadar sık sık duyduğumuz halktan kopuk, liberal aydın ve yılgın kesimlerin söylemleri olan “Bu halktan bir şey olmaz, bu halk asla isyan etmez, bu halk direnmez” propagandası Gezi ile çöp oldu.

Neredeyse 2 ay süren eylemlerde devrimci bir öznenin olmayışı kendiliğinden eylemlerin ne kadar kitlesel ve uzun erimli olursa olsun kısmi kazanımlar ya da kazanımsız sönümlenmeye mahkum olduğunu bizlere gösteriyordu. Devrimci hareketin ise kendi iradesi ve planlaması dışında gelişen halk eylemlerine karşı öngörülü olması ve hazırlık yapmasının ne kadar acil ve yakıcı bir sorun olduğu ise Gezi Direnişi’nde düşülen edilgenlikle somut bir şekilde ortaya çıkıyordu.

Devrimci durumun yüksek olduğu bizim gibi ülkelerde toplumsal patlamalar kaçınılmazdır. Bu patlamaları öncü misyonu ile faşizme karşı en ileri kazanımlara ve yeni mevzilere dönüştürmek ise tek tek devrimci öznelerin bugünden kuracağı ittifak ve koordinasyonlarla gerçeklik kazanabilir. Bunun içindir ki, Birleşik Mücadele Güçleri ancak bu misyonun ciddiyeti ve sorumluluğu ele alınarak inşa edilirse yarın köklü değişimlerin itici gücü rolünü oynayabilir.

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir