Ebru Günay: Aysel Tuğluk’a yapılanlar 12 Eylül’de bile görülmemiştir

DİYARBAKIR – Haftalık gündemi değerlendiren HDP Sözcüsü Ebru Günay, hasta tutsakların derhal tahliye edilmesi gerektiğinin altını çizerek, “Demans hastası olan, avukatını bile tanıyamayan Aysel Tuğluk’un zorla savunması alındı. Bu açıkça ve aleni bir şekilde evrensel hukukta ‘yasak sorgu’ olarak tanımlanan işkence yöntemidir. Böylesi bir rezalet ve hukuksuzluk 12 Eylül’de bile görülmemiştir” dedi.

Hakların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, Diyarbakır’da bulunan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Genel Merkezi’nde haftalık basın toplantısı düzenledi.

Êzidîlere yönelik 2014 yılında DAİŞ’in gerçekleştirdiği katliamı hatırlatan Ebru, “Êzidî halkına karşı 74’üncü kez gerçekleştirilen bu barbarca soykırımı lanetliyoruz, o acıyı ilk günkü tazeliğiyle yüreğimizde taşıyoruz. Yitirdiklerimizi saygıyla minnetle anıyoruz. Onların anılarına bağlılığın gereği olarak bu topraklarda herkesin kendi diliyle, kimliğiyle eşit bir şekilde yaşayabilmesi mücadelemizi sürdürüyoruz. Biliyoruz ki katliam IŞİD eliyle gerçekleştirilmiş olsa bile arkasında tekçi, işgalci, yayılmacı zihniyetler var. O yüzden IŞİD yenilmiş olsa bile Êzidî halkına yönelik saldırılar ve katliamlar aralıksız şekilde sürüyor. O nedenle Êzidî halkının varlığı, öz örgütlenmesi, kimliği inkar ediliyor, saldırı ve katliamların gerekçeleri yapılıyor ama binlerce yıldır her türlü saldırıya rağmen varlığını sürdüren Êzidî halkı güçlenerek bu toprakların bir hakikati olarak varlığını sürdürecek. Katliamcılar da tarihte lanetle anılmaya devam edecek” dedi.

‘Nedir bu düşmanlığınız?’

Katliamların, soykırımların sadece Êzidî halkıyla sınırlı olmadığını ifade eden Ebru, “Tekçi zihniyet her yerde saldırı halinde. Partimize karşı başlatılan, arkadaşlarımızın rehin alındığı Kobanê Kumpas Davası büyük bir hukuksuzlukla, düşmanca bir tutumla sürdürülüyor. Biz her gün talimatlı yargıyla hukukun nasıl katledildiğine, anayasanın sözde mahkemeler tarafından nasıl ayaklar altına alındığına tanıklık ediyoruz. Mahkeme heyetinin tutumu bu davayı, kara bir leke olarak hatırlanacağı bir noktaya getirdi. Düşünün demans hastası olan, avukatını bile tanıyamayan Aysel Tuğluk’un zorla savunmasını aldı. Bu açıkça ve aleni bir şekilde evrensel hukukta ‘yasak sorgu’ olarak tanımlanan işkence yöntemidir. Böylesi bir rezalet ve hukuksuzluk 12 Eylül’de bile görülmemiştir. Utanın diyeceğim ama ar sınırını çoktan aştınız. Nedir bu kininiz? Nedir bu düşmanlığınız?” diye sordu.

‘Hasta tutsaklar salıverilmelidir’

Ebru, demans hastası Aysel Tuğluk’a cezaevi idaresi tarafından zorla dilekçe hazırlatılmak için baskı uygulandığını kaydederek, “Mahkeme heyeti savunma yapmaya zorluyor. ‘Tek başına cezaevinde yaşamını sürdüremez’ raporlarına rağmen, ATK ‘Cezaevinde kalabilir’ kararı veriyor. Ancak aynı ATK, Çevik Bir hakkında hem de ilk başvuruda ‘Cezaevinde kalamaz’ kararı verebiliyor. Çevik Bir’i demans gerekçesiyle tahliye edip aynı durumdaki Aysel Tuğluk’u cezaevinde tutmak, psikolojik şiddet uygulamak Kürt düşmanlığıdır, açık bir işkencedir, daha önemlisi rehine politikasıdır. Bu ayrımcılığın tek sebebi Aysel Tuğluk’un Kürt kadın siyasetçi olmasıdır. Binlerce, siyasetçi, hukukçu, hekim Aysel Tuğluk’un bir an önce serbest bırakılması için aylardır çağrı yapıyor, bu işkenceye, bu zulme son verin diyor. Başta Aysel Tuğluk olmak üzere, tüm hasta tutsaklar biran önce salıverilmeli bu en temel insan haklarının bir gereğidir” ifadelerini kullandı.

‘Faili meçhullerin yerini cezaevinde ki ölümler aldı’

80 yaşındaki Makbule Özer, 84 yaşındaki Mehmet Emin Özkan gibi ağır hasta tutsakların hala cezaevinde tutulduğunu belirten Ebru, konuşmasına şu şekilde devam etti: “Tüberküloz hastası tutsak Turgay Deniz ailesine haber verilmeden hastaneye kaldırılıyor. Ancak durumu kötüleşince aileye tahliye edildiği söyleniyor. Ailesi hastaneye gidince Deniz’in yaşamını yitirdiğini öğreniyor. Cezaevi koşullarında yaşam mücadelesi veren tüm hasta tutsaklar bir an evvel serbest bırakılmalı ve tedavi edilmelidir. Yaşam hakkı kutsaldır ve hasta tutsakları tahliye etmemek cinayettir. İHD’nin sadece Nisan-Haziran aylarını kapsayan raporuna göre de cezaevlerinde en az 13 tutuklu hayatını kaybetti, birçok işkence ve kötü muamele yaşandı ama Adalet Bakanlığı ve iktidar yetkilileri tek bir olayı dahi araştırmayarak üzerini örttü. Böylece 90’lı yılların faili meçhul cinayetlerinin yerini cezaevlerinde gerçekleşen ölümler aldı.”

‘AKP Gülen Cemaati’nin kirli yöntemlerini kullanıyor’

Ebru’nun konuşmasından satır başları şöyle: “Hani o çok başarılı dedikleri operasyonların, savaş politikalarının Türkiye’yi getirdiği nokta ortada. Ülkeyi çürüttüler, ekonomik, toplumsal, siyasal krizleri derinleştirdiler. KPSS skandalı bu çürümüşlüğün sadece küçük bir parçasıdır, bilinen kısmıdır. 2010 yılında iktidarın eski ortağı tarafından gerçekleştirilen KPSS’de yaşanan toplu kopya ve soruları sızdırma skandalı aydınlatılmadan, 12 yılda ÖSYM tarafından düzenlenen neredeyse her sınavda yeni skandallar ortaya çıkıyor. Eğitimi deneme tahtasına dönüştürdüler, gençlerin geleceğini çalıyorlar, halkın kaynaklarını, umutlarını çalıyorlar. Eğitim sisteminin neredeyse aranan tek kriteri ‘AKP’ye sadakat’ haline getirildi. AKP bugün ‘terörist’ olarak ilan ettiği Gülen Cemaati’nin uyguladığı ne kadar kirli yöntem varsa hepsini kullanıyor.

Skandalların peşini bırakmayacağız

Bu sistemin tamamı baştan aşağı çürümüştür, elle tutulur bir tarafı yoktur. Yargının hali ortada, basının hali ortada, TÜİK’in hali ortada, ekonomik kriz ve halkın yaşadığı yoksulluk ortada. Bakmayın öyle ‘ÖSYM başkanını görevden aldık, soruşturma başlattık’ açıklamaları yapmalarına. Skandalları üreten, süreklileştiren AKP’nin yönetim zihniyetidir, bu skandalların birinci derecede sorumlusu doğrudan ‘soruşturma başlattık’ diyenlerdir. Öyle araştırıyoruz, soruşturuyoruz diyerek kimseyi kandıramazlar. Biz gençlerimizin yanındayız ve bu skandalların peşini bırakmayacağız.

Halk yoksulluğa sürükleniyor

AKP-MHP iktidarı yaratamadığı istihdam ile birlikte esnek ve güvencesiz çalıştırılmayı, sendikasızlaştırmayı, keyfi işten çıkarmaları ve yoksullaştırmayı temel politik hedefi haline getirerek, Türkiye emekçilerini ve halklarını açlığa ve yoksulluğa sürüklemektedir. Çalışan nüfusun yarısından fazlası asgari ücret veya altında bir gelire sahip ve açlık sınırı altında yaşamaya çalışmaktadır. Türk-İş tarafından açıklanan Temmuz 2022 açlık ve yoksulluk sınırı raporuna göre açlık sınırı 6 bin 839 Lira 64 kuruş ile geçtiğimiz ay 5 bin 500 TL’ye yükseltilen asgari ücretin bin 340 TL üzerinde. Yoksulluk sınırı ise 22 Bin 280 TL.

İktidarın emek ve emekçi düşmanlığı tüm hızıyla devam ederken, sömürü ve dayatmalara karşı emekçiler, geçmişten miras aldıkları örgütlü mücadele ile sonuna kadar direnip haklarını korumaya ve büyütmeye devam etmektedir. Emekçilerin haklı taleplerini destekliyoruz, talepleri taleplerimizdir. Sömürüye karşı hep birlikte mücadeleyi yürütme çağrımızı yeniliyoruz.

Newroz hatırlatması

Tüm bu yaşananları görüyoruz ve gördüğümüz her bir hukuksuzluk, her bir sömürü ve yoksulluk politikasını bizler için mücadeleyi büyütmenin gerekçesi yapıyoruz. Kısaca hafızamızı yoklarsak 8 Mart’ta meydanları dolduran kadınlar bu yılın mücadele startını vermiş oldu. ‘Bittiler, tükendiler, sokağa çıkacak insanları kalmadı’ denilen bir zamanda dostlarımızla Newroz alanlarına sığamadık, her yerde milyonlara varan katılımlarla, savaşa ve tecride karşı özgürlük ruhuyla kutlandı. Newroz coşkusunu 1 Mayıs’ta işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin omuz omuza mücadele etmesi ve hep bir ağızdan ‘Bu düzen böyle gitmez, birlikte değiştireceğiz’ dediği 1 Mayıs kutlamaları izledi.

Kongremiz bir ‘irade beyanı’ oldu

İşte bütün bu sokak mücadelelerinin sonucunda 3 Temmuz’da yaptığımız 5’inci Olağan Kongremiz tüm görkemiyle tarihe notlar düştü. ‘Çözüm Biziz, Sözümüz Var’ dediğimiz kongremizde sadece katılanların çokluğu, akın akın ülkenin dört bir yanından kongreye sel gibi akması değil aynı zamanda kongremizin temel mesajları da tarihe notlar düşürdü. Kongremiz her şeyden önce büyük bir ‘irade beyanı’ oldu. Halklarımız, partililerimiz, demokrasi güçleri Halkların Demokratik Partisi etrafında kenetlenmiştir, onun yanında durmuş, omuz vermiştir. Büyük bir umut dalgası yaratılmıştır, HDP’siz bir demokratik geleceğin tasarlanamayacağı ortaya konmuştur.

3’üncü Yol’u inşa etmeye devam ediyoruz

Kongremizin iradesiyle oluşturulan yeni yönetimimiz ise hem parti Meclisi hem de MYK toplantılarında uzun uzun tartışmış, HDP sanki bugün kurulmuş gibi büyük bir heyecanla kolları sıvayarak işe koyulmuştur. Bu yaz döneminde partimiz hızını kesmeden mücadeleye devam etme kararlılığını ortaya koymuş, hem toplumsal muhalefetin taleplerini yükselterek sahiplenme, onlara omuz verme hem de büyük konferansımızdan çıkan görevleri önüne koyarak planlama yapmıştır. Önümüzde demokrasi ittifakını güçlendirme, gerçek bir seçenek olarak ete kemiğe büründürme, güçlendirerek büyütme görevi durmaktadır. Diğer yandan bunu yaparken 3’üncü Yol’un kilit taşlarını örme işimizi de unutmuyoruz. Bir usta titizliğiyle 3’üncü Yol’u inşa etmeye devam ediyoruz. Demokratik Cumhuriyet hedefine yönelttiğimiz ve ekoloji, ekonomi, emek, halklar ve inançlar, kadın, gençlik gibi alanlarında aldığımız kararlar bize bu uzun yürüyüşümüzde yol gösterici olacak. Yeni dönemin mücadele hattını işte tam da bu temeller üzerine kuracağız.

Kürtlerin bağı koparılmaya çalışılıyor

Partimiz ,’Çözüm Biz’de Savaş ve Sömürüye Hayır!’ şiarıyla 6 Ağustos’ta Amed’de, 7 Ağustos’ta İstanbul’da geniş katılımlı mitingler gerçekleştirecek. Öncelikle tüm halklarımızı bu mitinglere en güçlü şekilde katılmaları için bir kez daha davet ediyoruz. Biz bu mitinglerle savaş ve tecrit siyasetine karşı sesimizi yükseltiyoruz. Bakın yıllardır bütün evrensel yasalar ayaklar altına alınarak İmralı’da tutulan Sayın Öcalan ve diğer 3 mahpus ile aile ve avukat görüşüne izin verilmiyor. Türkiye’ye dair çözüm önerileri ve projeleri olan bir siyasi aktör bir adaya kapatılmış ve bütün dünya ile iletişimi korsan bir şekilde kesilmiş durumda. Şimdi bu siyasetin devamı olarak Kürtlerin bağı Rojava ve Kürdistan Federal Bölgesi ile koparılmaya çalışılıyor. Yani bir toplum parçalanarak birbirinden tecrit edilmeye çalışılıyor. Bu yüzden bizim İmralı tecridine karşı sessiz kalmamız mümkün değil. Bu bir hukuksuzluk, bu faşistçe ve zorbaca bir yönetme biçimidir. Buna karşı sesimizi en gür şekilde yükselteceğiz.

Herkes miting alanlarından sesini duyuracak

Savaş yoluyla hem Kürt halkını sindirmeyi hem de iç kamuoyunda yükselen itirazları yok etmeyi ve Saray’da kurulan düzeni sürdürmeyi amaçlayan kirli ittifaka karşı halkımızı alanları doldurmaya, adaletin, emeğin, eşitliğin sesini haykırmaya çağırıyoruz. Mitinglerimiz, ağır ekonomik kriz karşısında ezilen, kendisine savaştan başka bir seçenek sunulmayan halklarımızın, ÖSYM skandalları ile emeği çalınan ve geleceksiz bırakılmak istenen, katledilen kadınların, yoksullaştırılan emekçilerin, çiftçilerin kısacası bu gidişattan rahatsızlık duyan herkesin sesini duyuracağı alanlar olacak. Sesimiz bu ülkenin en ücra köşelerinden duyulacak kadar gür, saray duvarlarını yıkacak kadar yüksek olacak buna kimsenin şüphesi olmasın.”

JINNEWS

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir