Saliha Aydeniz: ‘Bir haftada çözerim’ iradesine karşı iktidar tecridi derinleştirdi

DİYARBAKIR – PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 7 Ağustos 2019 yılında avukatları ile yaptığı görüşmede “Bir haftada yaşanan sorunları çözebilirim” sözü karşısında iktidarın tecridi mutlaklaştırdığını ifade eden DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, “Dokunulmazlığımın kaldırılması meselesi ile ilgili konuşmamamın sebebi bu kadar ağırlaştırılmış tecrit varken, asıl meselemizin ve mücadele hattımızın ortaklaşacağı zeminin farklı yerlere kaymaması gerektiğiydi” dedi.

İmralı’da 23 yıldır ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde ağırlaştırılan tecride karşı Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Tevgera Jinên Azad (TJA) aktivisti Leyla Güven, 7 Kasım 2018 tarihinde tutulduğu Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nden yargılandığı davanın 3’üncü duruşmasına Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlandı. Leyla, duruşmada, “Ben siyasette PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kadının siyasette yer alması perspektifinden esinlenerek aktif olarak yer aldım. Bugün Sayın Öcalan üzerindeki tecrit sadece bir kişiye değil, bir halka uygulanıyor. Tecrit bir insanlık suçudur. Ben de bu halkın bir parçası olarak, Sayın Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek amacıyla süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemine başlıyorum. Bundan sonra mahkemeye hiç bir savunma yapmayacağım. Yargı hukuksuz kararlarına son verene kadar ve tecrit kaldırılana kadar eylemime devam edeceğim. Gerekirse eylemimi ölüm orucuna da dönüştüreceğim” diyerek, 8 Kasım 2018 yılında açlık grevine başladı.

Açlık grevine binlerce kişi dahil oldu

Leyla’nın başlattığı açlık grevine birçok cezaevinde tutsaklar süreli-dönüşümlü şekilde dahil olurken, 16 Aralık 2018’de çok sayıda PKK ve PAJK’lı tutsak da süresiz-dönüşümsüz olacak şekilde dahil oldu. Belli aralıklar halinde eyleme katılımın artarken, en son 1 Mart 2019’da cezaevlerinde binlerce tutsağın dahil olması ile devam etti. Açlık grevinin devam ettiği süre içerisinde Almanya’nın Krefeld kentinde 20 Şubat tarihinde mahkeme önünde bedenini ateşe veren Uğur Şakar, tedavi gördüğü hastanede 22 Mart’ta yaşamını yitirdi. Bununla beraber tecridi protesto etmek amacıyla Zülküf Gezen (33) 17 Mart’ta Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi’nde, Ayten Beçet (24) 23 Mart’ta Gebze Kadın Kapalı Cezaevi’nde, Zehra Sağlam (23) 24 Mart’ta Oltu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde, Medya Çınar (24) 25 Mart’ta Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde, Yonca Akici 9 Mart’ta Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nde, Siraç Yüksek, 2 Nisan’da Osmaniye 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde, Mahsum Pamay ise 5 Nisan’da Elazığ 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde yaşamına son verdi. Öte yandan 30 tutsak da, 30 Nisan ve 10 Mayıs itibari ile eylemlerini bir üst aşamaya taşıyarak “ölüm orucuna” başladı. HDP milletvekilleri Dersim Dağ, Tayip Temel ve Murat Sarısaç da 3 Mart’ta partilerinin Diyarbakır İl Örgütü binasında eyleme dahil oldu.

Açlık grevi eylemi sonlandırıldı

Açlık grevine katılımlar giderek artarken, iktidar girdiği çıkmazdan çıkmak için 12 Ocak 2019’da Abdullah Öcalan ile kardeşi Mehmet Öcalan’ı acil bir şekilde görüştürmüştü. Ancak Leyla Güven, tecridin kırılmadığını ve bu görüşmenin iktidarın eylemi kırması olarak nitelendirerek, eyleme devam etme kararı aldı. Asrın Hukuk Bürosu avukatları, Bursa İnfaz Hakimliği’ne yaptıkları başvurunun kabul edilmesinin ardından 8 yıldan sonra ilk kez 2 Mayıs’ta müvekkilleri Abdullah Öcalan’la görüşebildi. Abdullah Öcalan avukatları aracılığıyla kamuoyuna hitaben 7 maddelik bir deklarasyon sundu. Daha sonra 22 Mayıs’ta PKK Lideri ile yapılan görüşmenin ardından avukatları aracılığıyla 26 Mayıs’ta okunan mesajında, “Başta açlık grevi ve ölüm orucuna kendini yatırmış arkadaşlar olmak üzere iki avukatımın yapacağı geniş açıklamalar ışığında eyleminizin sona ermesini bekliyorum. Bana ilişkin maksadınızın hasıl olduğunu da rahatlıkla belirtip hepinize en derin sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum. Asıl bundan sonrasında da bana yeterli yoğunluk ve iradeyle eşlik etmenizi de özenle belirtiyor ve umuyorum” diyen PKK Lideri, açlık grevinin amacına ulaştığını dile getirmişti.

PKK Lideri’in bu mesajının okunmasının ardından Leyla Güven açlık grevi eylemine son verdiğini açıklarken, cezaevlerinde bulunan tutsaklar ve dünyanın birçok yerinde açlık grevine giren eylemciler de eylemi sonlandırdı.

Açlık grevinin sona ermesinin ardından avukatlar 12-18 Haziran ve son olarak 7 Ağustos 2019 tarihinde PKK Lideri ile görüşebilmişti ve o tarihten sonra bir daha da görüşme gerçekleşmedi.

PKK Lideri ile 7 Ağustos’ta yapılan son görüşmenin ardından tecridin derinleştirilmesi, sonrasında yaşanan gelişmeler ve “dokunulmazlığının kaldırılması” meselesine ilişkin Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz ile konuştuk.

“İmralı’da 23 yıldır devam eden bir tecrit var. AKP’nin iktidara geldiğinden bu güne kadar ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik, siyasal, sosyal, toplumsal, diplomatik ve hukuksal alanda gittikçe derinleştiği ve içerisinden çıkılamaz bir tecrit halini aldığını söyleyebiliriz.”

*PKK Lideri Abdullah Öcalan ile avukatları en son 7 Ağustos 2019’da görüşme yapabilmişti. Oraya gelmeden önce şunu biraz değerlendirmenizi isteyeceğim. Parti olarak PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi sık sık dile getiriyorsunuz. Türkiye’de yaşanan sorunların en temel kaynaklarından birinin İmralı’da uygulanan politikalar olduğunu sizin gibi Türkiye’deki demokratik çevreler de dile getiriyor. Öncelikle, tecrit ve Türkiye’de yaşanan demokratikleşememe sorunu, ekonomik ve siyasi kriz arasında nasıl bir ilişki var?

2015’ten beridir mutlaklaştırılan bir tecrit var. Tabi bu durumu 5 Nisan 2015 yılından bu yana ele almamak gerekiyor. Bu durumu 15 Şubat 1999 yılından bu yana ele almak lazım. Sayın Öcalan Türkiye’de rehin alındığından bu yana devam eden bir tecrit söz konusudur. Bununla beraber devam eden İmralı özel sistem ve yönelim var. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası açıktır, nettir; ancak İmralı’ya bakacak olursak burada özel yönelim, özel hukuk ve engelleme var. Örneğin bir süre ‘koster bozuk’ bahanesi daha sonra disiplin cezalarına dönüştü. Evet, İmralı’da 23 yıldır devam eden bir tecrit var. AKP’nin iktidara geldiğinden bu güne kadar ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik, siyasal, sosyal, toplumsal, diplomatik ve hukuksal alanda gittikçe derinleştiği ve içerisinden çıkılamaz bir tecrit halini aldığını söyleyebiliriz. Bu tecrit sisteminin ülkeyi içerisinden çıkılamaz hale getirdiğini görüyoruz.

Bugün yaşadığımız krizlerin, kaosların sebebi ülkede var edilmek istenen tekçi sistemdir. Buna karşı çözüm önerilerini dikkate almayan, tecritte, kutuplaştırmada ısrar eden ve Sayın Abdullah Öcalan’ın sesinin kısılmaya çalışıldığı yöntemler ve politikalar geliştiriliyor. Bizler de bunu gören bir siyasetçi, parti ve halk gerçekliği olarak sürekli ifade ediyoruz ve buna karşı eylem, etkinlik yapıyoruz. Öte yandan Sayın Öcalan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana çözümsüz bıraktığı Kürt sorununa çok net çözüm geliştirmektedir. Bu sorunun demokratik ve barışçıl yollarla çözülmesi için mücadele etmektedir. Türkiye şu an çoklu krizler yaşıyor ve bu çoklu krizlerin nedeni Kürt düşmanlığı ve savaşta ısrar politikalarıdır. Bu çoklu krizlerin sebebi halklar bahçesi olan Türkiye’nin tekçilik üzerinden kurguladığı ve inşa edilmeye çalışıldığı politikalarda ısrardır. Tekçilik üzerinden inşa edilen devlet sistemi, askeri, siyasi operasyon yöntemlerine, katliamlara, kayyım, kadın katliamları politikalarına başvuruyor.

İktidar baskı ile toplumu denetim altında tutmaya çalışıyor. Bugün yaşanan ekonomik krizin temel sebebi şu an iktidarın yarattığı savaş politikalarıdır. ‘Açız, ekonomik olarak geçinemiyoruz’ diyenlere karşı bu ülkenin Cumhurbaşkanı kurşunun fiyatını soruyor. Bir kurşunun fiyatını sormanın mesajı, ‘biz savaş yürütüyoruz. O yüzden açlığa da yoksulluğa da boyun eğin’ demek isteniyor. Kürt halkı ve kadınlara karşı yürütülen savaş politikalarının temelinde tecrit vardır. Sayın Öcalan Kürt sorunun demokratik yöntemlerle çözülmesi için mücadele yürüten bir liderdir. İmralı’da derinleştirilen tecrit şu an Türkiye’de AKP-MHP iktidarına karşı çıkan herkesi baskı altında tutuyor. Tecrit politikasının Türkiye’de artık bir yönetim haline geldiğini görüyoruz. Türkiye’de bir paylaşımdan kaynaklı binlerce kişinin yargılandığını biliyoruz.

“Türkiye’nin kendi hukukunu uygulaması ve içine girmiş olduğu bu krizlerden çıkmasının önemli bir ayağı Sayın Öcalan’dı. Leyla Güven şahsında başlatılan ve binlerce kişinin devam ettirdiği açlık grevi eyleminin toplumsal ayağını örgütlemek, açığa çıkarmak için biz de kendi üzerimize düşen misyonu yerine getirdik.”

*PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride dikkat çekmek ve özgürlüğünün sağlanması için eylem, etkinliklerin yanı sıra açıklama ve çağrılar yapılıyor. Bu eylemlerin en dikkat çekici ve kamuoyu gündemine oturanlardan biri 8 Kasım 2018 yılında DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in cezaevinde başlattığı açlık greviydi. Eylem tüm cezaevlerine yayıldı, dışarıda yine uluslararası alanda etki yarattı. Siz de o süreçte bir vekil olarak dışarıda kamuoyunda etki uyandırması için mücadele edenlerden biriydiniz. Biraz o süreci anlatır mısınız?

Türkiye’de haklarınızı kullanmak için sürekli mücadele etmeniz gerekiyor. Bunun için kamusal alanda zemin oluşturmanız lazım. Son 7 yıldır Kürt sorunun demokratik yol ve yöntemlerle çözülmesi için demokratik siyasette ısrar edenlerin sürekli siyasi operasyonla, darbe yöntemleri ile bastırma, kutuplaştırma ve algı yönetimiyle farklı bir yere çekme meselesi hep gündemde. Türkiye’nin kendi hukukunu ve anayasasını uygulaması için Kürt halkı ve kadınlar sürekli alanlarda eylem yapmak zorunda kaldı. Kendi haklarımızı kullanabilmemiz için sürekli bedel veren pozisyonda olmamız, sistemin nasıl işletildiğini görebiliriz. Sadece 2018-2019 yılında değil 1999’dan bugüne Sayın Öcalan’ın kamuoyuna fikirlerinin ulaşması için sürekli engelleme vardı. Bunun için de 2012, 2016 ve 2018-2019 ve 2021 yılında Sayın Öcalan’ın fikirleri kamuoyuna ulaşsın diye açlık grevleri yapıldı.

Türkiye kendi hukukunu uygulasın, Sayın Öcalan’ın fikirleri ve düşünceleri halka ulaşsın diye sürekli bir eylemsellik durumu söz konusu oldu. 2018 yılında Leyla Güven ile başlayan açlık grevi, daha sonra tüm cezaevlerine yayıldı. Aynı zamanda bu açlık grevi eylemi dünyanın birçok ülkesine yayıldı. Sayın Öcalan Kürt sorunun demokratik yol ve yöntemlerle çözülmesi noktasında Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesi için ortaya koyduğu demokratik, ekoloji, kadın özgürlükçü paradigması ile Ortadoğu halklarının kendi kendini yönetebilmesinin zemininin perspektifini oluşturabileceğine olan inanç eylemselliklerin devam etmesine vesile oluyor. Bu açlık grevi sadece Türkiye ve Kürdistan’daki cezaevlerinde değil; dışarıda da birçok kesimin destek sunduğu ve eyleme dahil olduğu bir süreçti.

Bu durumda milyonlarca kişinin Sayın Öcalan’ın sunduğu perspektifi onayladığını ve onun sunduğu çözüm yoluna olan inancın bir göstergesiydi. Türkiye’nin kendi hukukunu uygulaması ve içine girmiş olduğu bu krizlerden çıkmasının önemli bir ayağı Sayın Öcalan’dı. Leyla Güven şahsında başlatılan ve binlerce kişinin devam ettirdiği açlık grevi eyleminin toplumsal ayağını örgütlemek, açığa çıkarmak için biz de kendi üzerimize düşen misyonu yerine getirdik. Zaten toplum buna hazırdı ve bunu bekliyordu. Verilen mücadele sonrasında elde edilen kazanımlarla Sayın Öcalan ile görüşmeler yapıldı. Ancak daha sonra 7 Ağustos 2019 yılında yapılan görüşmenin ardından tekrardan bir tecrit durumu oluştu. Bunun temel nedeni iktidar çözümden yana değil, sorunu çözmek yerine kutuplaştırma, ötekileştirme ve faşizm ile kendisini devam ettirmenin yol ve yöntemlerini aramaktadır.

O günden bu güne sınır operasyonlarını daha çok arttırdı. Bir gün Irak’ta iken, diğer gün Libya’da, Kafkasya’da, Akdeniz’de savaş politikalarını devam ettiren bir sistem bir rejim ile karşı karşıyayız. Bu sistem daha çok boğuşan ve krizleri çözemez bir yapıya dönüştü. Bunun ceremesini, yükünü emekçiler, kadınlar, halklar çekiyor. Buna karşı toplumsal örgütlüğün oluşması için bizler de mücadele içerisinde yer aldık. Çünkü halkın ve siyasi rehinelerin tek talebi buydu. Yaşadığımız kriz ve kaostan çıkışın ancak toplumsal bir örgütlenme ile ortadan kalkacağını ifade ettik.

“Çözüm iradesini ortaya koyan, milyonlarca kişinin kendisine lider olarak gördüğü ve dünyanın dört bir yanından düşünce ve felsefesine umut ve inançla sahip çıktığı Sayın Öcalan’ın tecrit edilmesinin temel sebebi iktidarın kriz ve kaostan beslenmek istemesindeki ısrardır.”

*Açlık grevlerinin son bulmasının ardından avukatları PKK Lideri ile 8 yıl aradan sonra en son 2-22 Mayıs, 12-18 Haziran ve 7 Ağustos 2019 tarihlerinde görüşebilmişti ve bir daha da görüşülemedi. Siz görüşmelerin başlamasını ve ardından tecridin yeniden derinleştirilme kararını nasıl okuyorsunuz?

AKP-MHP iktidarı sürekli kaos ve krizden beslenen bir iktidar. Ve bununla ayakta kalacağını düşünen bir yapı. Bundan kaynaklı krizden ve kaostan çıkış istenmemektedir. Krizden ve kaostan çıkıldığı anda gideceğini bilmektedir. Bunun en somut örneği 7 Haziran 2015 yılında yapılan seçim bunun bir göstergesiydi. Bu iktidarın artık istenmediği ifade edildi. İktidarın artık halka bir şey veremeyeceğinin zemini ortaya çıktı. 7 Haziran’da ortaya çıkan seçim sonuçları 2013-2015 yılında Sayın Öcalan ile yapılan görüşmenin sonucuydu. Sayın Öcalan o süreçlerde yürüttüğü bütün diyaloglarda Türkiye halklarının geleceği için çözüm önerisinde bulundu. 28 Şubat 2015 yılında Türkiye ve dünya halklarına okunan 10 maddelik Dolmabahçe Mutabakatı Türkiye halklarına, kadınlara, ekolojiye çözüm öneren bir mutabakattı.

2018 yılında başlayan açlık grevi eylemlerinin çözüme kavuşmasının temel nedeni halkın çözümde ısrar etmesinden kaynaklıydı. 7 Ağustos’ta Sayın Öcalan ile yapılan en son görüşmede de, Sayın Öcalan, yaşanan sorunları ‘bir haftada çözebilirim’ iradesini ortaya koydu. Bu iradeye karşı iktidar mutlak tecridi daha çok derinleştirdi. Bu durum iktidarın çözümden yana olmadığını, karanlıktan, krizden, kaostan beslendiğinin çok net bir ifadesiydi. İmralı işkence sistemine rağmen ‘bir haftada çözebilirim’ iradesi ortaya konulmuşken, iktidar mutlak tecridi daha da derinleştirdi. Daha sonra MHP ile ittifak kuran AKP daha çok savaş, şiddet politikalarına başladı. Bu faşist ittifakın faşizmi kurumsallaştırmaya çalışarak demokrasinin ve beraber yaşamanın zeminin yok etme girişimini derinleştirdiğini görüyoruz. Tüm bunlara karşı Sayın Öcalan çözüm iradesi ortaya koymaktadır.

Çözüm iradesini ortaya koyan, milyonlarca kişinin kendisine lider olarak gördüğü ve dünyanın dört bir yanından düşünce ve felsefesine umut ve inançla sahip çıktığı Sayın Öcalan’ın tecrit edilmesinin temel sebebi iktidarın kriz ve kaostan beslenmek istemesindeki ısrardır.

“Sayın Öcalan’ın bir partinin, kişinin ya da bir kesimin çözümü yada çıkarı uğruna söz kuracak biri olmadığını çok iyi biliyorlar. Buradan şunu söyleyebiliriz Sayın Öcalan toplumun demokratikleşmesi için söz kuran bir kişiliktir.”

*Öte yandan o sürecin Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, İmralı ile görüşmelerin bir daha engellenmeyeceği yönünde açıklamalarda bulunmuştu. Ancak akabinde görüşmeler tekrardan engellenmeye başlandı. Ne oldu da yeniden engelleme başladı?

Bu ülkede en milliyetçi olan Devlet Bahçeli bile ‘İmralı ile görüşme yapılmalıdır’ gibi bir söz söyledi. Doğru mücadele hattı, halkta oluşan toplumsal örgütlülüğe karşı MHP Lideri bile Sayın Öcalan ile görüşme yapılmasını istedi. Dönemim Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün ‘artık görüşmeler yapılacak’ söyleminden sonra tecridin tekrardan derinleştirilmesi hukukun ayaklar altına alındığının çok net ifadesidir. 2019 yılında yapılan seçimler sürecinde özelde de İstanbul seçiminde kendi çıkarları için Sayın Öcalan’dan bir mektup getirtmeleri meselesinde de gördük iktidar da çok iyi biliyor çözüm Sayın Öcalan’dadır. Sayın Öcalan’ın bir partinin, kişinin ya da bir kesimin çözümü yada çıkarı uğruna söz kuracak biri olmadığını çok iyi biliyorlar. Buradan şunu söyleyebiliriz Sayın Öcalan toplumun demokratikleşmesi için söz kuran bir kişiliktir.

Sayın Öcalan’ın ısrarla durduğu yer ve tutunduğu tutum demokratik zemindir. Ancak bu durum iktidarın işine gelmediği için tecrit derinleştirilmekte. Çünkü Sayın Öcalan konuştukça, çözüm ortaya koymakta, çözüme dair umut oluşturmakta, demokrasi öne çıkmaktadır. Bu durum istenmediği için tecrit tekrardan mutlaklaştırılmakta, tecrit işkence sisteminde ısrar edilmektedir. Sayın Öcalan’ın sorunun çözülmesinde tek muhatap olduğunu iktidar da iyi biliyor ve bunu halklar da sürekli ifade ediyor. Bunun için de iktidar Sayın Öcalan’ın halklarla buluşmaması, fikirlerini halka ulaştırmaması ve tecritte tutulması gerektiğine inanıyor. Bugün iktidar sadece kendisi çürümüş değil; kendisi ile beraber yüzyıllık sistemi de çürütme ve bitirme noktasına getirdi. Ama savaş, düşmanlık ve ötekileştirme politikası tutmuyor.

Son süreçlerde ‘İmralı ile bir görüşme var mı, hükümet yeni bir sistemi başlatır mı?’ algısı oluşturuldu. Bu durum da aslında sıkıştıkları yerde Sayın Öcalan’ın fikirlerine nasıl ihtiyaç duyduklarını çok net gösteriyor. 2019 yılında Abdulhamit Gül’ün söylemi hukuka uygun bir söylemdi. Ama o söylemden sonra tecridin mutlaklaştırılmasının nedeni Sayın Öcalan’ın direk halklarla, toplumla bağının kesilmeye çalışılmasıydı. Söylemin çiğnenmesi uluslararası hukuku yok saymaktır.

“Sayın Öcalan’ın perspektifinin Ortadoğu’ya demokrasi getireceğine, krize dönüşen kapitalist sisteme karşı demokratik sistemi inşa etmenin yol ve yöntemlerini sürekli ifade eden bir perspektif öne sürdüğü için tüm halklar Sayın Öcalan’ın özgür koşullarının oluşturulması gerektiğini ifade ediyor. Bizler de parti olarak Sayın Öcalan’ın özgür koşullarda toplumlarla, halklarla, kadınlarla buluşması gerektiğini belirtiyoruz.”

*Şimdilerde artık sadece PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sonlanması değil, fiziki özgürlüğü de talep ediliyor. Bu talebin karşılanması neden önemli?

Sayın Öcalan’ın fiziki olarak özgür olması gerektiğini Kürt halkı çok net bir şekilde her yerde ifade ediyor, bunun örneğini 8 Mart ve 21 Mart Newroz alanlarında gördük. Bununla beraber Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması gerektiğini halk da ifade ediyor. Ortadoğu kaynayan kazan, bir kan yumağı. Ortadoğu sürekli savaşların sürdüğü bir yerdir. 3’üncü Dünya Savaşı’nın başlama tarihi Ukrayna-Rusya savaşı olarak görülüyor. Ancak Ortadoğu’da 90’lı yıllardan bu yana devam eden bir 3’üncü Dünya Savaşı var. Bu savaşın devam etmesinin nedeni 100 yıl önce Ortadoğu’nun ulus devlet mantığı üzerinden şekillendirilmesinden kaynaklı olduğunu Sayın Öcalan ifade ediyor. Ulus devlet modeli Ortadoğu halklarına göre bir model değildir, halkların kendi içinde birbiri ile barışık yaşayabilmesi için demokratik bir sistemin inşa edilmesi gerekirdi.

Sayın Öcalan’ın demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigması bütün halklar tarafından okunduğu ve kapitalist sisteme bir alternatif olduğu için sürekli tüm halklar Sayın Öcalan üzerindeki tecridin sadece kaldırılması gerektiğini değil; aynı zamanda fiziki özgürlüğünün sağlanması gerektiğini belirtiyor. Çünkü sadece tecridin kaldırılması demek Sayın Öcalan’ın yine tutsak edilmesi demektir. Sayın Öcalan’ın perspektifinin Ortadoğu’ya demokrasi getireceğine, krize dönüşen kapitalist sisteme karşı demokratik sistemi inşa etmenin yol ve yöntemlerini sürekli ifade eden bir perspektif öne sürdüğü için tüm halklar Sayın Öcalan’ın özgür koşullarının oluşturulması gerektiğini ifade ediyor. Bizler de parti olarak Sayın Öcalan’ın özgür koşullarda toplumlarla, halklarla, kadınlarla buluşması gerektiğini belirtiyoruz. Sayın Öcalan’ın fiziki koşullarının sağlanmasını devletlere, iktidarlara bırakarak değil; toplumsal muhalefetin, örgütlülüğün her boyutuyla oluşması lazım. 12 Haziran’da Gemlik’e yapılan yürüyüş de çok önemli bir noktadaydı. Herkesin Sayın Öcalan’ın özgürlüğü için mücadele vermesi gerekiyor. Bu krizlerden çıkışın başka yolu yok.

*İmralı’da uygulanan politikaların son bulması ve Kürt halkının talebi olan Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için yapılanlar yeterli mi, neler yapmak gerekli bir siyasetçi olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Verilen mücadele az değil, çok bedel ödeniyor. Her alanda verilen mücadele var. Özgürlük ve demokrasi için kadınından gencine, yaşlısından sol-sosyalist kesimlere kadar verilen bir mücadele var. Ama bu mücadelenin ortak zeminde bir araya gelmesi gerekiyor. Ortak talepler etrafında bir araya gelmesi gerekiyor. Verilen mücadeleler bütünlüklü olmalı, hedefe kilitlenmeli ve sürekli olmalı. Eğer süreklilik devam ederse sonuç alabiliriz. 2018-2019 yılında devam eden açlık grevi eylemi 6 ay sürdü ve 6 ayın sonunda Sayın Öcalan ile birkaç görüşme gerçekleşebildi. Bu süreçte birçok bedel verildi, şehadetler, ölüm orucuna yatanlar oldu. Bunlar çok önemli mücadelelerdi.

Tecrit bugün toplumun her alanında yansımış durumda, basın, eğitim, sağlık, kadın, gençlik, sanat tecrit altında. Bugün bir genç furyasının Avrupa’ya göç etmesi ortada. Doğa tecrit altında. Eğer bugün bir seferberlik halinde tecrit devam ediyorsa, bunun karşısında da seferberlik ruhuyla birlikte mücadele zemininin oluşması gerekiyor.

“Bu kadar kadın, gençlik, ekonomik, toplumsal kriz sorunu varken; Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemler ile çözülmesi için bu kadar kamusal, toplumsal zemini oluşturmaya çalıştığımız bir ortamda meselenin sadece benim şahsıma indirgenmemesi için bu süreçte dokunulmazlığım hakkında özellikle konuşmadım.”

*Son olarak şu konuya değinmenizi istiyorum. Haziran ayında PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik özel politikaların kalkması ve görüşmenin sağlanması için bir yürüyüş düzenlendi. Parti olarak siz de bu yürüyüş planlaması içerisinde yer aldınız. Bu yürüyüş bir etki de yarattı kamuoyunda. Bu yürüyüş esnasında size yönelik bir polis saldırısı oldu ancak ardından sizin dokunulmazlığınızın kaldırılması için çok hızlı bir süreç işletildi. Ve siz bu konuda hiç konuşmadınız. Bunu İmralı’ya yönelik politikalar, Kürt demokratik siyasetine saldırı bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt siyasetinin mücadelesi, demokratik siyasetin gelişmesi içindir. Şu an var olan sistemde faşizm inşa edilmeye çalışılıyor ve bu faşizm de korku iklimi, polis devleti yaratmaya çalışıyor. Gemlik Yürüyüşü çok önemli bir yürüyüştü. Ve tecride karşı ortak mücadelenin zeminiydi. Bizim karşılaştığımız hakaret, yönelim ve sonrasında şahsıma indirgenerek dokunulmazlığın kaldırılmasına getirilmesi meselesi Türkiye’nin nereye gitmek istediğinin çok net bir fotoğrafıdır. Büyük pencereden alıp şahsa indirgenme, algı yaratma meselesidir. Jet hızıyla dokunulmazlığının kaldırılması meselesinin konuşulması ve bunun için adımların atılması aslında ne kadar sıkıştıklarının, siyaset üretemediklerini, toplumun isteklerine cevap olamadıklarının çok net bir ifadesidir.

Bu benim şahsımın yaşadığı bir durum değildir. Demokratik siyasetin 30 yıldır yaşadığının bir göstergesi. Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan, Leyla Güven, Musa Farisoğlu, Semra Güzel’in yaşadığından farklı değildi. Yine aynı şekilde 2016 yılında bir siyasi darbe ile HDP Eş Genel Başkanları, milletvekillerimizin tutuklanmasından, kayyım meselesi ile halkın iradesinin gasp edilerek Belediye Eşbaşkanlarımızın tutuklu olmasından farksız değildi. Kürt siyaseti demokraside, Kürt sorunun demokratik yol ve yöntemler ile çözülmesinde ısrar ettikçe bu iktidarın, sistemin bu yöntemler ile siyasi darbeler yapması, nasıl bir sistem inşa etmek istediklerini gösteriyor. Ancak bu iktidarın bitme aşamasına geldiğini görüyoruz. Sorun benim şahsıma indirgenmeye çalışıldı, ancak bu böyle değildir; mesele Kürt sorunudur, Türkiye’nin demokratikleşememe sorunudur. Bizim de bunun karşısında duruşumuz Kürt sorunun demokratik yol ve yöntemler ile çözülmesinin ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin zeminini oluşturmaktır.

Böylesi bir süreçte kendi dokunulmazlığım üzerinden konuşulmasını istemedim. Çünkü bu kadar kadın, gençlik, ekonomik, toplumsal kriz sorunu varken; Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemler ile çözülmesi için bu kadar kamusal, toplumsal zemini oluşturmaya çalıştığımız bir ortamda meselenin sadece benim şahsıma indirgenmemesi için bu süreçte dokunulmazlığım hakkında özellikle konuşmadım. Benim dışımda birçok Sivil Toplum Örgütü, kadın kurumları, partilerimiz zaten konuştu ve söylenmesi gerekeni söylediler. Benim konuşmamamın sebebi bu kadar ağırlaştırılmış tecrit varken, asıl meselemizin ve mücadele hattımızın ortaklaşacağı zeminin farklı yerlere kaymaması gerektiğiydi. Asıl meseleyi bağlamından çıkarmamak ve bir dokunulmazlık meselesine indirgenmemesi için konuşmamayı tercih ettim. Buna karşı bizim mücadelemiz toplumsal, özgürlük ve demokrasi mücadelesidir. Cumhuriyetin 100’üncü yılında Cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılması mücadelesidir. Bizler bu Cumhuriyet demokratikleşmedikçe Türkiye’nin demokrasi sorununun çözülmeyeceğine inanıyoruz. Kürt sorunun demokratik yol ve yöntemler ile çözülmeyeceğine inanıyoruz. Demokratik siyasette ısrarımızın sebebi de budur.

Derya Ren

JINNEWS

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir