Faşizmi Yenmek / Helena Dersim

Türkiye’de siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel kriz ve kaos gün geçtikçe daha da derinleşiyor. AKP-MHP rejimi iktidarı kaybetme, iktidardan düşme süreci hızla ilerliyor. Deyim yerindeyse geriye sayım çoktan başladı.

AKP-MHP ittifakının kuruluş anlaşmasının temelinde ‘Çöktürme projesi’ yatmaktadır. Bu proje birçok amacı içermektedir. 2016 sonrası yaşanan tüm gelişmeler, bu iktidar güçlerinin Türkiye ve Türkiye’yi de aşan bir konseptin oluşturulduğunu bizlere göstermiştir. Kürt halkının soykırımına dayalı ‘Kürt sorununu bitirme’, Türkiye’de büyük mücadelelerle kazanılmış olan tüm demokratik hakları (adım adım da olsa) askıya alma, uygulanacak faşist baskıya karşı çıkabilecek toplumsal kesimleri bastırma devreye konuldu. Kürtler, kadınlar, işçiler, öğrenciler, demokratlar, sosyalistler adeta düşman ilan edildi.

Bu çöktürme projesini, özelde Kürt sorununa yaklaşım açısından, sadece askeri-polisiye tedbir ve şiddetin devreye konulması olarak algılamamak gerekiyor. Türk Ordusu devreye konuldu ama üniformalı orduya, doğrudan Erdoğan’a bağlı sivil üniformalı ordu da dahil edildi. Polis adeta ordulaştırıldı. Bekçilik sistemi ile toplumun tüm hareket alanlarına girildi. Militarizm, erkek egemenlikçi zihniyet ve şiddet çok sistematik ve bilinçli bir şekilde büyütüldü. İmamlar, diğer bir üniformalı asker olarak ordulaştırıldı. Tüm kaynaklar bunlara akıtıldı.

Devreye sokulan, Kürt halkına, kadınlara, gençlere, Türkiye halklarına, işçilere, tüm emekçilere, köy-kırsal alana, ekolojik yapıya açılan yeni bir savaş oldu. Sosyal ve kültürel çöktürme ve soykırım devreye konuldu. Kürdistan ve Türkiye halkları olarak, kadınlar olarak bu çöktürme ve soykırım projesini doğru ve ciddi olarak bilince çıkaramazsak, bu resmi-sivil soykırım ordusunun yaşamımıza, mahallelerimize, hatta evlerimize kadar nasıl sızdığını anlayamazsak, faşizmin zihniyetimizi, ruhumuzu, dilimizi, yaşamımızı nasıl ele geçirdiğini anlayamayız. Kadınlar sokak ortasında katledilirken, çocuklara taciz ve tecavüz olayları yaşanırken, sömürü çarkı sermaye sahiplerince çok rahat sürdürülürken, hayvanlara, ekolojiye vahşice saldırılırken/katledilirlerken, toplumsal sessizliğin, sinmişliğin nedenlerini de anlayamayız. Faşizmin bu kadar ‘sıradanlaşması’na anlam veremeyiz. Ve faşizme karşı mücadelede zayıf kalırız.

2002’de iktidara getirilen AKP, Türkiye toplumunu uyuşturma, demokratik refleksleri bitirme politikasını da esas aldı. Burada kapitalist sistem güçleriyle yapılan anlaşmalar vardır. Türkiye’de özellikle sermaye güçlerinin çıkarlarını öne alan ve kendi etrafında da kendi sermayedarlarını palazlandıran AKP, neoliberal politikaları hakim kılma sözünü kapitalist devletlere verdi. Ülkedeki yeraltı-yerüstü kaynaklarını bunlara peşkeş çekti. Karşılığında da Erdoğan iktidarına dokunulmaması vardı.

Geride bıraktığımız 20 yıla baktığımızda AKP-Erdoğan iktidarının başarılı olamadığını görüyoruz. 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarında ortaya çıktı ki, Türkiye halkları ‘göstermelik-sözde’ değil, ‘gerçek ve doğrudan demokratik yaşamı ve hakları’ tercih etti. İşte AKP-Erdoğan iktidarı Kürt sorununda siyasal-demokratik çözümü değil, savaşı-şiddeti, kısacası faşizmi seçti. 12 Eylül döneminin ve 1990’ların askeri-faşist rejim politikalarını tercih etti. Çöktürme projesi, bu açıdan AKP-MHP-Ergenekon ittifakı ve kapitalist devletlerin onayıyla oluşturuldu.

Bu projenin diğer bir ayağı kadın kırımıdır. Faşizm, erkek egemenlikçi sistemin ürünüdür. Erkek-devlet zihniyetinin, kadın-toplum ve doğa üzerinde kurmak istediği mutlak iktidarcılığın adıdır. Türkiye’de yaşanan faşizm, egemen erkekliğin kışkırtılması, köle kadın kimliğinin her alanda dayatıldığı, cinsiyetçiliğin bireylerden kurumlara kadar yeniden kurgulandığı bir dönemi ifade etmektedir.

‘Türkiye’de faşizmle nasıl mücadele edilir’, sorusuna toplumsal olarak bir cevap oluşturulmalı. Bu cevap, sadece teorik olmamalı. Ya da sadece tepkisel boyutla sınırlı kalmamalı. Kadınlara, emekçilere, halklara, gençlere karşı açılan bu küresel savaşı -faşizmi-, çok ciddi olarak toplumsal boyutta bilince çıkartmak gerekiyor. Bu yetmez; bu bilinç çok renkli, çok boyutlu toplumsal örgütlülüğe dönüştürülmeli. Bu da yetmez; demokratik politik toplum olma temelinde faşizmin yaşamımıza, ortamlarımıza sızan tüm unsurlarına karşı öz savunma sistemimizi aktifleştirmeliyiz. Yeter mi? Hayır!.. Faşizmi parçalayana kadar her alanı, her ruhu, her iradeyi harekete geçirmeliyiz. Savaşı da, şiddeti de, erkek egemenliğini de bu temelde ortaklaşarak, dağınıklığı aşarak, güçlerimizi çoğaltıp birleştirerek yenebiliriz.

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir