Faşizmin “Yeni” Yüzü: Mülteci Düşmanlığı! / Ümit Bakır

1923’den günümüze Ermeni, Helen, Asurî, Kürt Uluslarına ve Kızılbaş inancındaki topluluklara yönelik soykırım ve pek çok pogromun yaşandığı Türkiye’de son günlerde bu suçların sürdürücüsü durumundaki güçlerin yeniden harekete geçtiği gözlenmektedir. Adım adım inşa edilen mülteci düşmanlığı iktidarın ekonomik kriz ve Kürtlere karşı savaşın hezimetini gündemden düşürmek için başvurduğu bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bugüne kadar daha çok CHP üzerinden dillendirilen “mültecileri geri göndereceğiz” söyleminin halkın geri kesimlerinde karşılık bulması ile yakın zamanda AKP-MHP faşist bloğu da siyaset değişikliğine giderek bu koroya katılmıştır.

Bulundukları coğrafyadan bağımsız olarak diyebiliriz ki mülteciler, en savunmasız ve saldırılara karşı en korunmasız olan insan topluluğudur. Bundan dolayıdır ki “ileri demokrasi” bayrağını kimselere kaptırmayan AB dahi, adeta bir cinayet şebekesi olan sınır güvenliği örgütü Frontex ile Ege, Akdeniz ve Meriç’te geçtiğimiz 10 yıl içinde on binlerce mülteciyi geri itmeler, botlarını batırmak ya da batan botlara yardım etmeyerek hatta yardım eden sivil denizcileri insan kaçakçılığı suçlaması ile yargılayarak alenen katledebilmiştir.

ABD’nin 2000’lerde Irak, Afganistan işgali ile başlayan ve 2012 sonrası Suriye işgali ile iyice tırmanan Ortadoğu-Ön Asya’nın emperyalist güçlerce talan edilmesi saldırganlığının bir sonucu olarak bu ülkelerde en temel insani yaşam normları ortadan kalkmıştır. Rusya ve Çin’e karşı enerji kaynakları ve enerji yolları denetimi üzerinden NATO ve AB’nin aktif katılım sağladığı bu işgallerin sonucu kitlesel göç hareketleri gerçekliği ortaya çıkmıştır.

Türk Devleti ise tam bu noktada “leş” bulmuş akbaba misali AB ülkeleri ile mültecilerin AB’ye geçişini engelleme noktasında pazarlığa tutuşmuştur. Faşist Şef Erdoğan rejimi 2016 yılında AB ile yaptığı anlaşma ardından bugüne kadar 6 milyar euro mali desten almıştır. Hatta dönem dönem konuşmaları içinde ödemeler konusunda gecikme vb. durumlarını arsız bir şekilde yakınma gerekçesi yapmakta bir sakınca görmemiştir.

AKP/MHP faşist bloğu, uluslararası arenada politik bir baskılanmadan korumak için de mültecileri bir silah olarak kullanmaktadır. 2019 yılında “Barış Pınarı” adıyla başlatılan Rojava Kürdistanı’nın işgal harekatına tepki gösteren AB’yi şöyle uyarmıştı: “Kendinize gelin. Operasyonumuzu ‘İşgal hareketi’ diye nitelendirmeye çalışırsanız işimiz kolay, kapıları açar, 3,6 milyon mülteciyi sizlere göndeririz.”

Mülteciler, ucuz ve güvencesiz işgücü olarak sermayenin insafına terkedilmişken dil, sağlık, barınma, eğitim uluslararası anlaşmalarla garanti altına alınmış ve TC’nin de imzacısı olduğu anlaşmaların yükümlülüklerinden kurtulmak adına “onlar mülteci değil misafirimiz” gibi zırvalarla statüsüzlüğe mahkum edilmişken ya da Kürdistan’nın demografik yapısını bozmak için figüran kılınmışken şimdi yeni bir devlet operasyonu ile karşı karşıyayız.

“10.000 TL maaş alıyorlar, ülkesini savunmayan hainler, kızlarımızın resmini çekiyorlar, muz yediler, sınavsız üniversitelere giriyorlar….” gibi söylemler bu yeni devlet operasyonunun en tipik yapı taşlarıdır.

Bizler “huzur hakkı” vb. isimlerle 5-10 ayrı kurumdan ayrı ayrı maaş alanların ya da ATM memurlarının kimler olduğunu biliyoruz; kendi çocukları bedelli askerlik yapmasına karşın ölü askerlerin tabutları üzerinden “vatan, millet, bayrak” edebiyatı yapanları da biliyoruz; sınav sorularını çalanları, mülakat sahtekarlığı ile devlet kadrolarına doldurulan yandaş, eş, dost vb., İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ederek kadın katliamının önünü açanlar kimdir, hepsini biliyoruz.

Ekonomik krizin, savaşın, ölümlerin, yolsuzlukların, baskıcı ve otoriter uygulamaların, çürümüş adalet sisteminin, bütün bir halkın mutsuzluğunun tek ve biricik sorumlusu tekçi, inkarcı faşist kapitalist sistem ve onun andaki temsilcisi AKP/MHP bloğudur. Bundan dolayıdır ki halkın her geçen gün daha da büyüyen öfkesinin hedefini savuşturmak ve saptırmak adına toplumun en savunmasız kesimi olan mültecilere yöneltme çabası içine girmişlerdir.

Önümüzdeki günlerde 6-7 Eylül, Maraş, Sivas, Gazi, Ümraniye katliamlarının öncesinde yaşanan provokasyonlar benzeri (Atamızın evine saldırdılar, camiyi bombaladılar” vb. saldırılarla gerici toplulukları tetiklemeleri muhtemeldir. Mülteci topluluklarıyla bu eksende doğrudan ve yoldaşlaşma perspektifi ile ilişkilenmemiz ve mücadele etmemiz yakın dönemin öncelikli görevleri içinde olmalıdır.

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir