Örgütlenme / Sinan Dersim

Bir karmaşadır almış başını gidiyor. Devrimci mücadele bloklaşma, blokaj yaratmada can alıcı girişi bir türlü yapamıyor ve hep çağrıcı, üstenci siyaset duruşuyla akıl veriyor, ‘aklıma uyun’ der gibi duruyor. Daha çok vitrine oynayan reklamcı siyaset görüntüsünü veriyor. Acaba  8 Mart, Newroz doğru okundu mu, doğru sonuçlar çıkarıldı mı? Hiç zannetmiyoruz. Keza Türkiye işçi emekçilerinin hak gasplarına karşı verdiği mücadeleden doğru dersler çıkarıldı mı çıkarılmadı mı bu da belli değil.

Düşman hiçbir boşluk bırakmıyor. Her alanda fiili müdahalesiyle hazır nazırdır. Her türlü muhalefete ve tepkiye karşı müdahale içindedir; devrimci, demokratik örgütlülüğü dağıtmakta mahirdir. Fiziki olarak geriletmediğini içine girerek özel savaş araçlarıyla yozlaştırıp, yabancılaştırıp zaman içinde ya çizgisine getirmekte ya da işlevsiz duruma getirerek dağıtabilmektedir. Yıllar yılı bu temelde ayaktadır.

Tehlike büyüktür. Tehlikenin adı dejenerasyon ve lümpenleşmedir. Öz ve can alıcı sorunlara eğilmek yerine sorunlar etrafında dönüp kendini yaşatmadır. Bu tehlikeli günlerden geçiyoruz. Hissedilmiyor, buna ilişkin bir tutum, yaklaşım gelişmiyor. Haluk Levent Migros işçileriyle patron arasında uzlaşıcı hakem haline gelmişse, uzlaştırmışsa bunun neden böyle olduğu üzerinde sonuç çıkarıcı muhasebe içine girmemek, bunun ihtiyacını hissetmemek kırmızı alarm işaretidir. Bu muhasebeyi yapacak elbette işçiler değildir. İşçi sınıfını devrime çağıran/çağırıcı olan BMG’dir.

BMG başındaki şapkayı indirmeli, kendi kellik durumunu görmelidir! Nerede yanlış yaptığını sorgulamalıdır! “Neden Haluk Levent hakem, biz hakem olmadık/olamadık” sorusunu dönüp kendine sormalıydı. Sormuyor, sormadığı gibi doğru kolektif devrimci bilinç ve sorumlulukla yaklaşmak yerine bir başkasına suç atarak kendi eksikliğine mazeret arıyor. Bunu kendi argümanları etrafında örgütleme, ortak birleşik örgütlülük çalışmasına mesafe koyma, uzaklaşma gerekçesi yapıyor. Bunu yapmakla BMG’ye kibrit suyu dökme taşıyıcılığına düştüğünü nedense görmüyor ya da görmekten uzak durmayı tercih ediyor. Nedense BMG’ye ortak sorumluluk addetmiyor, “Sorumluluk benimdir, kolektif içinde olan bizlerin ortak sorumluluğudur” demiyor. Kendini dışta tutma, suçu başkasına yükleme küçük burjuva hastalığının dar görüşlüğünden bir türlü çıkamıyor ve “bu eksiklik benimdi” diyemiyor, sorumluluğun, sorumsuzluğun bir sahibi olduğu gerçeğini kendine yedirmiyor. Kabullenemiyor. Onun için de kolektif içinde muhalefetçidir, ayrıkçıdır, parçalıdır, durduğu yerde ben-merkezcidir.

Halbuki Migros, Yemek Sepeti işçileri ve başka işçilerin sorunları sınıf örgütlülüğü açısından bir bütün olarak BMG’ye aittir. Ait olduğu bu sorunu ortak üstlenmesi, doğru dersler ışığında sonuç çıkarması her BMG bileşenin bilinç, hissiyat ve örgüt dünyasıyla buluşması gerekiyordu. Ama bu gereken yerini buldu mu, hayır bulmadı. Durum çıplak bir şekilde ortada, “Sen benim sorunumu çözmede adayım dedin, haydi gel içinde bulunduğum sorunu benimle birlikte çöz” diyecek kadar açık çağrıcı nitelikte ortada durmaktadır.

Birleşik kelimesini kullanmakla Birleşik olunmuyor. Birleşik olunabilmesi için her bileşenin kendini örgüt yapma, örgüt kılma öncelik çalışmasında bir adım geri ortak örgütlü çalışmada iki adım öne çıkması gerekir. Şimdiye kadar olan nedir, tam tersidir. Her bileşen dört başı mamur, doğruları kendi merkezinde gören, ahkam kesen, suçlayan, suçlayıcı olan ve kendisi adımı atmaktan ziyade “adım atılsın bakarım” yaklaşımında. ‘Dar, küçük, az olsun benim olsun’ mantığından uzaklaşamayan tutumla kendilerine değil de Haluk Levent gibilerine görev bahşedildiğini anlamıyor.

Dönem  her zaman olduğu gibi bugün de bize sınıf, cins, ekoloji, ulusal vd. farklılıkları birlikte yan yana örgütleme görevi yüklemektedir. Hiçbir sorun ne öncedir, ne sonradır. Şimdi DBP, yoksulluk, işsizlik ve işçi sorunları, ekoloji, kadın, din, mezhep sorunları benim sorunum değil, sadece Kürdistan toplum sorunları ya da ulusal sorun benim tek sorunumdur diyebilir mi! Derse kendi kuruluş sebebiyle çelişiyor demektir. Belki bu çelişme içindedir ki kendi içinde darlıklara, zaaflara düşmekte güven arttırıcı, kazandırıcı politik odak durumuna bir türlü gelememektedir. Nitekim pratikteki darlıkları varsa bu çelişme, çelişkili durum sebebiyledir. DBP toplumcu, toplulukların ve özgür bireyin özgürleşme çalışması içinde duruş olabildikçe DBP olur. Aksi halde DBP olamaz. Türkiye ve Kürdistan köy, mahalle, semt, metropollerinde benim dayandığım şu kadar taraftar vardır övünme rehavetine düşme hakkı yoktur. “Tabanım saydığım kitle üzerinde özgür siyasal bilinç çalışması ne kadar yaptım ya da yapmadım” sorusunu kedisine sorması gerekiyor. Birincil görevinin zihin devrimi işçiliği olduğunu görmesi gerekiyor. Bu görevi ne kadar yerine getirip getirmediğini kendine sorması gerekiyor. DBP klasik sistem partisi değil zihni ve vicdanı devrim çalışması içinde olması gereken demokratik sosyalizm partisidir. Ahlaki politik toplum inşasında ideolojik politik partidir. Bu anlamda farklıdır. Farklılığı şudur: Kapitalist moderniteye karşı emeğin kurtuluşu, kadın özgürlüğü, ekolojik toplum bilinci için doğanın talan edilerek sömürülmesine karşı tüm örgütlü örgütsüz güçlere karşı sorumluluk ödeviyle buluşma, birlikte yol alma, yoldaşlaşma geliştirme ve toplumun tüm zerreciklerine kadar inen örgütlülük ağıyla devrimci  demokratik, yurtsever görevlerin toplam bilinciyle hareket eden/etmesi gereken partidir.

DBP bunu yakalayıp bu duruş içinde olmayı başardıkça kendi misyonuna uygun doğru bir DBP çizgisini, ilkesini yakalamış bunu hak etmiş olur. Kapitalist, faşist örgütlülüğe karşı tüm alanlarda topluma dayalı, topluluklar bilinciyle örgütlü öncü çıkış yakaladıkça işte o zaman faşizmin, sömürgeciliğin etkisizleşeceğini pratik içinde kendiliğinden görmüş olacaktır. Nerede direniş varsa salt orada olmalıyım dememesi gerekir, her yeri direniş alanı haline getirmeyi kendi öncelik çalışmasını yaparsa/yapabilirse işte o zaman DBP misyonuna uygun rolünü oynamış olur. Aksi durumda hep eleştirilen mesafeli bir yerde durur, kalır. İşçi direniyorsa, köylü direniyorsa, yoksul sokağa inmiş açsız diyorsa, mahalleli elektrik ve diğer zam bombardımana karşı sokağa inmişse DBP buralarda örgütlü bir varlık içinde kendini göstermez hissettirmezse o zaman nasıl güven kazınır, güven tazeler ve misyon partisi olur… Bütün bunları dönüp kendisine sorması gerekiyor.

Lenin’in “Sol Komünizm” kitabında küçük burjuva hastalığı olarak tarif ettiği bir durum ve günleri yaşıyoruz. Bu durum aşılmadan ne kadar süslü güzel cümleler kurarsak kuralım, ne kadar radikal ajitasyon-propaganda yaparsak yapalım eğer hayatta karşılığı bulamıyorsa marjinal aydınlar ve küçük örgütler olma derekesinden çıkamayacağımızı görmek, kabullenmek zorundayız.

Öncülük rolü muğlaklaşmışsa, misyon tanımı belirsizlik içindeyse, misyon kavramında netlik yoksa devrimci dinamikler ne kadar öne çıkarsa çıksın devrim yolu doğru hatta giremez, devrimin yol kazaları yaşanmış olur. Bir an gelir, bu kazalar sebebiyle devrim gelir kapıya dayanır ama devrim gerçekleşmez, elden kaçmış olur. İşte bu an sonrası devrimci dinamikler zamanla sönümlenir devrim söz düzeyinde kalır ve devrimin/devrimcinin dejenerasyonuna kapılar sonuna kadar aralanmış olunur.

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir