’90’lar boyunca sınıf-kitle hareketi ve katliamlar / Oya Açan

’89 Bahar Eylemleri, bütün bir toplumun üzerinden silindir gibi geçen 12 Eylül’ün kitlelerde yarattığı korku ve sinikliği kırma yönünde ilk büyük adımdı.

3 Ocak 1991 Genel Grevi bunun arkasından geldi. Genel greve katılım yer yer yüzde 90’ları buldu. Sendika ağalarının neden olduğu tüm zaaflarına rağmen, o, Türkiye işçi sınıfı hareketinin tarihsel eylemlerinden biridir. 4 Ocak 1991’de 100 bin işçinin katıldığı Ankara Yürüyüşü Zonguldak’tan başladı, Mengen’de barikatlarla engellendi. İşbirlikçi sendikanın kararıyla eyleme son verildi. İşçi sınıfı hareketi, gerek fabrikalarda gerekse belediyelerde yer yer inatçı direnişlerle ’90’ların sonuna kadar belirli bir istikrarla devam etti.

2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı

2 Temmuz 1993’te, Pir Sultan Şenlikleri için  Sivas’ta bulunan ilerici aydın ve sanatçıların kaldığı Madımak Oteli içindekilerle birlikte ateşe verildi!.. Otuzbeş aydın ve sanatçı diri diri yakıldı.

Kitlesel atılımın dinamiklerinin nerede yattığını gösteren eylemlerin başlaması toplumun farklı kesimlerinde de belli bir kıpırdanma yarattı. Öğrenci gençliğin işçi sınıfı hareketindeki kabarışla buluşması 12 Eylül’ün yarattığı korku iklimini olduğu kadar ekonomik saldırı dalgasını da yavaşlatıyordu. Neoliberal politikalara hızlı geçişin önündeki bu barikata daha sonra memur hareketi eklendi. Emekçi memurlar özlük haklarını savunmak üzere 8 Aralık 1995’te KESK bünyesinde toplandılar.

12 Mart 1995 Gazi Katliamı

Toplumsal dinamiklerdeki bu kıpırdanış Alevi emekçilerin yoğun olarak yaşadığı antifaşist mahallelerde de siyasal bir antifaşist mücadele dalgasını tetikliyordu.

12 Mart 1995 gecesi İstanbul’un emekçi semtlerinden Gazi Mahallesi’nde bir kahve tarandı. Mahalle, yoğun bir işçi emekçi nüfus yanında çok sayıda Kürt ve Alevinin yaşadığı devrimcilerin de güçlü oldukları bir yerdi. Saldırıda yaşlı bir Alevi dedesi hayatını kaybetti. Bu açık bir devlet provokasyonuydu. Kahveyi tarayan katillerin devlet görevlisi faşist tetikçiler olduğu ilerleyen yıllarda açığa çıktı.

Saldırı duyulunca, Gazi halkı sokaklara döküldü, işkenceleriyle ünlü karakola yöneldi. Protestolar, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, özellikle Alevilerin yoğun olduğu başka semtlere ve kentlere yayıldı. 17 Mart’a kadar süren çatışmalarda Gazi’de on yedi, Gazi’ye destek için sokaklara dökülen Ümraniye’de ise altı can toprağa düştü.

*

Burjuvazi henüz tümüyle atlatamadığı kriz korkusunun da basıncıyla yeni ekonomik ve siyasal saldırı paketlerinden birini daha açmaya hazırlanıyordu. İl Özel İdare Yasası’yla Kürdistan’daki OHAL uygulamasını Türkiye çapında yayma hazırlığı içindeydi. Mehmet Ağar gibi ’93 Konsepti’nin uygulayıcılarından tescilli bir katilin Adalet Bakanlığı’na getirilmesi bile çok şey anlatıyordu.

Buca Cezaevi

1991’de çıkan ‘Terörle Mücadele Yasası’ ile tahliyeler artmış fakat geride kalan tutsaklara yönelik müdahaleler sürüyordu. Ocak 1995’e gelindiğinde, Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “Cezaevlerinin tutukluların eğitim kampı olmaktan çıkarılması” kararı alındı.

18 Eylül 1995’te, İzmir Buca Cezaevi’ndeki tutuklu ve hükümlüler, yaşam koşullarında iyileştirme talep ederek sayım vermemeye başladı. Eylemin 4. gününde vahşi bir operasyonla koğuşlara girildi. Operasyon sonucunda üç tutuklu öldürüldü, 47 kişi yaralandı.

Ümraniye Cezaevi

İstanbul Ümraniye Cezaevi’nde bulunan siyasi tutuklular, görüş haklarının engellenmesini protestoya başlamıştı. 4 Ocak 1996 sabahı askerlerin koğuşlara yönelik operasyonunda dövülen dört tutuklu öldü, kırk tutuklu yaralandı.

’96 SAG-ÖO Direnişi

6 Mayıs 1996’da, dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar’ın yayınladığı -‘Mayıs Genelgesi’ de denilen- genelge ile F Tipi cezaevlerinin temeli atılarak, hücre tipi olarak düzenlenen Eskişehir Cezaevi açıldı.

Tutsaklar, ‘Tabutluk’ olarak tanımladıkları hücre tipi bu cezaevlerini kabul etmediler. 20 Mayıs 1996’da Türkiye soluna mensup 10 devrimci örgüt SAG-ÖO direnişine başladı. 2 bin 174 kişinin katıldığı direniş 69 gün sürdü, bu süreçte on iki tutsak hayatını kaybetti.

Amed Cezaevi

Mayıs Genelgesi’nin geri çekilmesi de cezaevi politikalarını değiştirmedi. 24 Eylül 1996’da, Amed Cezaevi’ne saldırdılar. Yedi tutuklu olay yerinde yaşamını yitirdi. İkisi hastanede, birisi ise Antep Cezaevi’ne sürgün edilirken aldığı işkence darbeleriyle ringin içinde hayatını kaybetti.

Ulucanlar Cezaevi

1999 yılında ise, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde 80-90 kişilik koğuşlarda 120 kişi kalınmasına isyan eden tutuklular koğuşu işgal etti. 26 Eylül sabahında başlayan ve 10 saat süren operasyonda on tutuklu katledildi, onlarca tutuklu yaralandı.

Burdur Cezaevi

Cezaevlerinde artan baskıları protesto eden ve mahkemelere gitmeyen siyasi tutuklulara 5 Temmuz 2000’de Burdur Cezaevi’nde gerçekleştirilen operasyonda Veli Saçılık adlı tutuklunun kolu, koğuş duvarını yıkan dozer tarafından koparıldı, çok sayıda tutuklu yaralandı.

19 Aralık 2000 Katliamı

Tutukluların F tip cezaevlerine karşı başlattıkları açlık grevi ve ölüm oruçları bahane edilerek, 19 Aralık 2000’de 20 cezaevine “Hayata Dönüş” adı verilen operasyon düzenlendi. Kimyasal gazlar, bombalar, kurşunlar, dozerler, iş makineleri ve bazı yerlerde hava desteği ile yapılan ve 3 gün süren operasyonlarda yirmi sekiz tutsak katledildi. Duvarları yıkarak içeri girdiler ve tüm tutsakları F tipi cezaevlerine sevk ettiler. Ölüm oruçlarında 122 kişi hayatını kaybetti.

19 Aralık katliamının tam da 2001 Şubat krizinin hemen arifesinde devreye sokulması tesadüf değildi. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in “Cezaevlerine hakim olamazsak IMF programlarını uygulayamayız” sözleri topluma gözdağı ve ayar vermeye cezaevlerinden başlandığının itirafıdır. F tipi saldırısı Türkiye devrimci hareketini tasfiye etmeyi amaçlayan stratejik bir saldırıydı.