Yolu yok kurtuluşun, isyanı seçmedikçe / Oya Açan

Kimyasal gaz saldırısı sonrası gerillaların can çekişme görüntüleri düştü dünyanın önüne.

İnsanın solunum sistemini, ciğerlerini, iç organlarını yakıp kavuran bilumum gazlar… Beynin keçeleştiği, zihnin bulanıklaştığı, istemsiz hareketlerin, sarsıntıların, hıçkırıkların birbiri ardına sökün ettiği insanın içini yakan görüntüler. Öncesi de bir yana 2022 Nisan’ından bu yana Türk Ordusu tarafından medya savunma alanlarına 2 bin 467 kez yasaklı bomba ve fosfor bombası atıldı. Yüzlerce gerilla can çekişerek hayatını kaybetti. Tek bir saldırıda on yedi gerilla ölümsüzleşti. Gülümseyen gepegenç fotoğrafları, bu vahşi gerçekliği her gün yaşayan, yoldaşlarını, özgürlük savaşçılarını kaybedenlerin acısı olarak kalmadı, yayıldı dünyaya…

Merkezi sinir sistemini felç eden kimyasal kullanımı faşist Türk devletinin kuruluş felsefesinde içerilidir. Günümüzde de fırsatını bulduğunda, köşeye sıkıştığını hissettiğinde, bütün vahşeti ve kıyıcılığıyla üstelik 40 yıldır üzerine üzerine gittiği halde yenemediği, teslim alamadığı, boyun eğdiremediği Kürt halkının en yiğit evlatlarını boğmaya, yakmaya, katletmeye çalışmaktan geri durmadı devlet.

Diri diri yakılan sadece onlar mıydı? Zilan’ı, Dersim’i, Ermeni halkının yaşadıklarını unutmadık! Faşist TC Ordusu’nun durumu kurtarmaya çalışan resmi açıklamaları bu vahşeti elbette üstlenmiyor. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, TSK’nın kimyasal silah kullandığı iddialarına ilişkin, “TSK envanterinde kimyasal silap yok. Kimyasal silah kullanımı asla söz konusu değil” dedi.

Dersim halkına karşı kimyasal gaz kullanıldığını eski Dışişleri Bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil ancak ölmeden önceki röportajında itiraf etmişti: 1930 Zilan, 1937-1939 Dersim, 1994 Adıyaman, 1999 Şırnak’ın Bilika Köyü, 2000 20 hapishaneye saldırı, 2009 Hakkari-Çukurca, 2011 Kazan Vadisi, 2018 Efrîn, 2021 Garê, 2022 Zap, Metîna ve Avaşîn.. Bombalamalar ve kimyasal saldırı hâlâ aralıksız sürüyor.

Bu gazları 2000’deki 19 Aralık saldırısından da tanıyorduk. Diri diri yakılan arkadaşlarımızı görmüştük. Giysileri sapasağlamdı ama derileri damla damla eriyip akıyordu. Saçları, gözleri, kemikleri ve kasları hâlâ hayatta olan bedenlerini ağır ağır terkediyordu… Ağlayan, bağıran, hiçbir gücün zaptedemediği o istemsiz zelzele hali neredeyse bütün hapishanelerde yankılandı durdu. Kimyasal gazlarla yok edilmeye çalışılan bir yoldaş üzerindeki etkisini şöyle tanımlamıştı: “Beynim sıvılaşmış ve sanki damarlarımdan aşağıya akıp parmak uçlarımdan dışarıya çıkıyormuş gibi bir duyguya kapıldım…”

*

“Envanter”miş! Nasıl kan içiciler olduğunuzu, insana, doğaya, mücadele edenlere nasıl düşman olduğunuzu biliyoruz. Hele Kürtler söz konusuysa vahşetiniz birkaç kat artıyor. TSK son 30 yılda yüzlerce sivil Kürt köylüsünü katletmedi mi? Roboskî’de hayatını kazanmak için sınır ticareti yapan otuz dört Kürt genci ve çocuğunu hava bombardımanıyla ortadan kaldırmadı mı? 79 gün süren sokağa çıkma yasağı sırasında Cizre bodrumlarında 137 kişiyi diri diri yakan siz değil misiniz? Sizin “envanter”e falan ihtiyacınız yok!

*

Kimyasal kullanımı canlı görüntülerle bile bu kadar aleniyken inkar ettiniz. Dünya çapında tanınan uzmanlarından biri olan TTB Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, sadece konunun araştırılması gerekir dediği için “örgüt propagandası” yaptığı gerekçesiyle tutuklandı. Aynı şey Mezopotamya Ajansı ve JINNEWS muhabiri dokuz gazetecinin başına geldi. Onlar da gerçekleri kamuoyunun görüş alanına taşıma “suçu”nu işlemişlerdi… Kürt basınına dönük bu son siyasi soykırım saldırısı Sansür Yasası’nın hayata geçirilmesinin de ilk uygulaması oldu.

Halka gözdağı vermek, yeni faşist düzenlemeler yapmak ve gerçeklerin üzerini karartmak için girişilen bir linç kampanyasıdır bu! Faşist saldırganlıkta yeni bir düzlemdir, toplumu nefessiz bırakarak biat ettirme çabasıdır; fakat boşunadır!

*

BMG, kimyasal kullanımına karşı 6 Kasım saat 15:00’te İstanbul Taksim’de yapılacak yürüyüşe hepimizi çağırıyor. İnsanlık suçu kapsamındaki bu saldırganlık işçilerden-emekçilerden yanıtını almalı! Yaşadığımız cehennemi daha da katlanılmaz hale getirme hevesindeki bu saldırganlığı püskürtmek zorundayız. Kirli savaşın en korkunç biçimine tutum almak için aynı siyasi görüşte olmamız gerekmiyor. Çünkü her şeyden önce vicdani ve insani bir sorumluluktur bu!

Kürt özgürlük hareketinin ezilmesi demek, Türkiye’de zaten kırıntı halindeki “özgürlük”lerin daha da budanması, baskı ve gözdağının zirve yapması, işkencenin, gözaltı ve tutuklamalar “envanter”inin kabarması, faşizmin dev adımlar atması anlamına gelecektir.

Bu saldırganlık sadece Kürt özgürlük hareketine dönük bir saldırganlık değil. Emeğin, alınterinin ve örgütlü öfkenin ezilmesi, boğulması, mecalsiz bırakılması içindir. Birleşik gücümüz ve mücadelemizle püskürtmek zorundayız!

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir