Faşizmin anladığı dil! / Ulaş Kaya

Faşizmle yönetilen tüm ülkelerde baskı, şiddet, katliam ve yasaklar benzerlikler taşır. Aradaki farklılıklar sadece biçimseldir.

Bir yerde parlamentoya izin verilirken, bir başka yerde parlamento yoktur. Bir yerde partilere izin verilirken, bir yerde buna da izin verilmez vb…

T.C Devleti kurulduğundan günümüze kadar faşizmle yönetilen bir ülke oldu. 1946 yılına kadar tek parti ile yönetilen Türkiye, 1946 yılından sonra çok partili sisteme geçmesiyle devletin niteliği değişmedi. 1923’de kurulduğunda hakim sınıfların değişik tüm temsilcileri CHP içinde yer aldılar.

Türkiye kurulduktan 23 yıl sonra çok partili sisteme geçilmesi, CHP içindeki burjuvazinin kendi içindeki çelişkilerinin şiddetlenmesi ile Demokrat parti kuruldu. CHP esas olarak Batı emperyalizmiyle kol kola yürürken, DP Amerikancı bir parti olarak ABD’nin güdümünde iş başınageldi.

DP döneminde tüm demokratik haklar birer birer gasp edildi. Devletin niteliği değişmemekle birlikte, faşizmi sürdüren hakim sınıflar sadece yer değiştirmişlerdir.

Türkiye’de sınıf mücadelesinin yükseldiği her dönemde askeri faşist darbeler yapılarak sınıf mücadelesinin önü kesilmeye çalışılmıştır. 12 Mart askeri faşist darbesi her ne kadar DP karşı yapıldıysa da, darbenin diğer ucundaki hedef yine devrimci hareket olmuştur. 12 Eylül askeri faşist darbesi yükselen devrimci mücadeleyi önlemek için yapılmış ve devrimci hareket aldığı yenilgiyle geriye düşürülmüştür.

Cuntanın darbe sonrası ilk genel seçimlerde Özal’ın kurduğu ANAP, demokrasi ve anti-cunta karşıtı üzerinden yapacağı seçim propagandasıyla tek başına hükümet oldu.. Özal, serbest piyasaekonomisi ile emperyalistlerin tüm isteklerini yerine getirdi.

Hiçbir özgürlük alanı açmadığı gibi,baskı ve saldırıları daha da artırdı.

1984 yılında Kürt Özgürlük Hareketinin toparlanarak 12 Eylül sonrası ilk kurşunla faşizmin anladığı dilden konuşmaya başlaması dengeleri bir kez daha değiştirdi. Özal sonrası Çiller’in işbaşına gelmesiyle artan toplu katliamlar, göz altında işlenen cinayetler, köy yakmalar, toplu sürgünler, Kürt bölgelerinde tarım ve hayvancılığın yok edilmesi, devrimci harekete yönelik saldırı ve tutuklamalar, grev yasakları ülkenin en karanlık dönemi olarak tarihe geçti.

Gerek Kürt Özgürlük Hareketi, gerekse de devrimci hareket tüm baskı, katliam ve tutuklamalara karşın bu süreçte de faşizmin anladığı dilden bir pratik sergileyerek faşizme kök söktürdü.

Türkiye kurulduğundan bu yana Türk hakim sınıfları ekonomik ve yönetememe krizinden hiç bir zaman kurtulamamıştır. Bu ülkenin ekonomik ve siyasi olarak emperyalizme bağımlı olmasının doğrudan sonucudur. Bu aynı zaman da devrimci durumun da sürekli olmasının nedenidir.

97 yıllık T.C Devletinin son 19 yılını yöneten AKP kendinden önceki hiç bir hükümetten farklı olmamıştır. AKP öncesi iş başına gelen tüm partiler, hükümet olmadan önce tıpkı AKP gibi, her seçim öncesi özgürlüklerden, ekonomin düze çıkartılmasından, yasakların kaldırılmasından dem vurarak/propagandasını yaparak hükümet olmuşlardır.

AKP’yi kuranlar Milli Görüş hareketi içinde Erbakan’a muhalif bir güç olarak doğdular. Erdoğan’ın başını çektiği bu hareket, 2001’de  AKP’yi kurdu. Kuruluş bildirgesinde hedeflerini 3Y olarak açıklayarak toplumun dikkatlerini üzerlerinde topladılar. AKP, Yoksulluk, Yasaklar ve Yolsuzluğa karşı mücadele ederek ülkeyi bunlardan kurtararak özgürlüleri, sağlayacaklarını vadetti.

AKP’nin 2002’deki seçim propagandası cunta sonrası yapılan ilk genel seçimde Özal’ın yaptığı propagandaya benzetilebilinir. Halk kitleleri cuntanın baskılarından kurtulmak için cuntacıların hazırladığı anayasayı bile %92 ile kabul ederek, cuntanın bir an önce girmesi için bağrına taş bastı.

Cunta şefi Kenan Evren anayasa oylamasından aldığı güçle kurduğu partinin seçimleri kazanarak dört yıl daha ülkeyi istediği gibi yöneteceğini sandı. Darbeci Kenan Evren, kendi kurduğu partinin seçimi kazanması için sadece iki partinin seçime katılmasına izin verildi. Sunalp ve Özal’ın kurdukları partiler seçime girdi ve halk cuntacılara ders vererek ANAP seçti. Özal, tek başına iş başına geldi. ‘‘Dört eğilimi’’ temsil ettiğini, yasakları kaldıracağını vaat eden Özal’ın da bunu bir seçim propagandası olarak kullandığı kısa süre sonra açığa çıktı.

ANAP’ın farklı bir versiyonu olarak AKP’nin de 3Y ile seçimi kazandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Baskıları, işsizliği ve yoksulluğa AKP tarafından son verileceği propaganda edilmesi seçimi kazanılmasında etikli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

AKP’nin iş başına gelmek için propagandasını yaptığı 3Y’nin boş bir vaat olduğu çok geçmeden anlaşıldı. AKP’nin 19 yıllık iktidarında ülke açık bir hapishaneye döndürüldü. Yolsuzluk AKP iktidarının değişmez bir politikası oldu.

Devletin her alanı bir rant alanına çevrildi. Sıradan bir vatandaş dahi bürokrasi de işini hal etmek için rüşvet vermeden hiç bir işini yapamaz hale getirildi. Ülkenin en değerli üretim ve iş alanları AKP yandaşlarına peşkeş çekildi.

Yasaklar, AKP iktidarının ayrılmaz bir parçası oldu. 19 yıl içinde AKP, tüm muhalefeti sindirmek ve susturmak için yaşamın her alnın da yasakları rutin bir uygulama haline getirdi. Grev, direniş, gösteri, ifade özgürlüğü, basın ve yayın yasağı AKP’nin temel politikalarından biri oldu.

AKP 2016 yılından bu yana, ittifak kurduğu ve iktidarın ortağı yaptığı MHP ile kafa kafaya vererek HDP’yi kapatmak için yeni bir adım atmıştır.

Yoksulluk 19 yıllık AKP iktidarında toplumun önemli bir bölümünü cenderesi altına almış, insanlar gelinen aşamada karınlarını doyurmak için çöplerden artıkları toplayarak yaşam savaşı veriyorlar.

Özelleştirmelerle çıkartılan binlerce işçi işsizler ordusuna katılırken, sanayi çökmüş, tarım neredeyse yapılamaz olmuştur.

Eğitim AKP iktidarı döneminde parası olanın okuduğu, geri kalan milyonlarca gencin ise İmam Hatip Okullarına yönlendirilerek böylece gericiliğin insan potansiyeli yaratılmıştır.

İnsanların en büyük ihtiyacı olan sağlık, AKP’nin paralı hale getirdiği alanlardan biri olmuştur.

Kendi aile çevresi ve yandaşlarına peşkeş çekilmiş, hastahaneler birer sağlık tekeline dönüştürülmüştür. Pandemiyle birlikte çöken hastahaneler, günde yüzlerce insanın hayatına kaybetmesine neden oldu.

Ülkenin açık bir hapishaneye dönüştürüldüğü günümüzde AKP iktidarından ve faşist diktatörlükten kurtulmanın tek yolu faşizmin anladığı dilden kunuşarak keskin bir mücadele içinde olmaktan geçiyor. Hiçbir demokratik hakkın kullanılmadığı Türkiye’de fiili meşru bir mücadele içinde olmak günün en temel mücadele alanlarından biridir.

Silahlı mücadele faşizmin anladığı stratejik mücadele biçimlerinin başında gelir. Faşizmin zoruna karşı devrimci zor, silahlı mücadelenin bizzat kendisidir. Devrimci zor uygulanmadan faşizmi kökünden söküp atmak mümkün değildir.

Ülkenin özgürleştirilmesi, ulusal sorunun çözümü, kadınların özgürleşmesi, azınlık inançlara inanç özgürlüğünün sağlanması, Demokratik Devrimle gerçekleşecektir.

Demokratik Devrim yolunda birleşik mücadele önemli bir yerde duruyor. Ekim 2020 tarihinde ilan edilen Birleşik Mücadele Güçleri’nin ilanı tarihi adımlardan biri oldu. Devrimci hareketin en diri güçlerinin bir araya gelerek kurduğu BMG daha ilk basın toplantısında faşist diktatörlülüğün dikkatlerini üzerine çekti.

Faşizmin BMG saldırması, insanları göz altına alması, tutuklaması AKP iktidarının BMG karşısındaki korkusunun dışa vurulması olarak okunmalıdır.

Şimdi faşizmin anladığı dilin ikinci etabına; ‘‘İleri Daha İleri’’ şiarıyla daha büyük bir atlıma geçileceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır!