Nesnel olgulara bakmalıyız / Ulaş Kaya

Sınıf savaşımının ciddiyetiyle merkezine devrimci pratiği koymayan ve kendi öz gücüne dayanarak büyümeyi hedeflemeyen bir hareket, ne sınıf mücadelesi içinde güç olabilir ne de birleşik mücadele alanında üzerine düşen tarihsel sorumluklarını yerine getirebilir.

Benzer şekilde aynı kuvvetlerle pratik sahada olan bir hareketin de çalışmalarını sorgulaması şarttır. Çünkü; özne güçlerde bir genişleme olmazsa, tek tek özneler birçok problemle-pratikle uğraşmak zorunda kalır. Hal böyle olunca dar pratik kaçınılmaz olur. Bu durumu tersine çevirmek mümkün müdür? Elbette…

Bugün en azında ileri kitleler bir çıkış yolu arıyorlar.

Bu yönlü daha çok soru soruyor, pratiğe giriyorlar. Eğer devrimci öznelerin yol ve yön gösterecek gücü yoksa “kitleselleşme”ye dair tüm söylemler karşılıksız kalır. Dahası kitleden kopuk, kitleleri hedeflemeyen tüm çalışmalar, süreç içinde sonuçsuz kalmak durumundadır.

Burada asıl problemlerden biri, kitle çalışmasında genellikle tüm planları-faaliyeti sınırlı güçler üzerinden yapmamızdır. Elbette ki, planlamanın ilk adımında daha çok kendi güçlerimizi dikkate alarak “nasıl başlamalıyız?” sorununa yanıt arayacağız. Ama asıl olan daha geniş işçi ve emekçileri kapsayan ve onları da mücadelenin bir parçası haline getirecek toplumsal bir hareket yaratmaktır. Bu toplumsal hareket içinde, devrimci özneler; elbette ki, rollerini oynayacaklardır, oynamalıdırlar.

Ama kitlelerden koparak değil bütünleşerek, söylem ve pratik davranışlarıyla hem farklılığını hem de emek mücadelesindeki tutarlı duruşunu net olarak ortaya koyarak. Söylemler ancak böyle anlam kazanır. Kalabalık yoldaş gurupları böyle oluşur ve gelişir. “Öz gücümüze dayanmalıyız” söyleminin karşılığı da budur.  Bu öz güvenle, yeni kuvvetlere ulaşarak kendimize geniş bir hareket alanı yaratabiliriz. Herkesin her işe koştuğu değil, herkesin iş bölümü temelinde kendi işini yaptığı kolektif bir çalışmayı oturtabiliriz.

Yine proleter bir bakış açısıyla devrimden menfaati olan güçler içinde çalışmalarımızı yoğunlaştırmalıyız. Bu, birleşik mücadele perspektifi anlayışımızla çelişmez. Çünkü bu görevler bir karşıtlık oluşturmamaktadır. Bilakis karşılıklı birbirini besleyen, güçlendiren görevlerdir. Burada asıl olan öz güçlerimiz üzerinde yükselen ve yükselecek olan çalışmaların bir an olsun unutulmamasıdır.

Diğer önemli bir nokta ise, koşullara, alışkanlıklara mahkum olmuş düşünüş ve hareket tarzının sorgulanmasıdır. Devrimcilik yaratıcılıktır. Yaratıcılığın olmadığı ve bilinen alışkanlıklarla tekrarı içeren çalışmalara mahkum olmuş bir pratik üretken olabilir mi? Olamaz! Her fırsatta “somut koşulların, somut tahlilinden” söz edip ama her koşulda aynı şeyleri yapmaya çalışmak, değişen koşullara göre değil alışkanlıklara uygun tutum almak bizi başarıya değil tekrara götürür. Oysa genel anlamda ifade edilecek olursak; alışkanlıklarımız bir devrim hareketini örgütleme ve devrimci motivasyonu yükseltmekten çok tüketici ve taşınmaz bir yük haline gelmişse, bu yükten mutlaka kurtulmalıyız. Yeni yol ve yöntemlere kafa yormalıyız.

Gelişmeleri, süreçleri nesnel olgulara göre ve diyalektik materyalist yöntemle ele almalıyız. Değişim böyle başlar. Tüm gerilikler, devrimci çalışma adına mahkum olunmuş alışkanlıklar böyle aşılır.

Yeniden başa dönersek birleşik mücadeleyi önemsemeliyiz ama kendi güçlerimize dayanarak başta kitle çalışması olmak üzere anti-faşist, anti-emperyalist, anti-feodal ve anti-patriarkal mücadelede de yoğunlaşmalıyız. Dar bir bakış açısıyla değil, enternasyonal bir bakış açısıyla hareket etmeliyiz.