Birliğin İlk Adımı : UYUM /  Ümit Bakır

People in Silhouette, A group of Performer on the stage.

İnsanın tüketebileceğinden daha fazla ürüne sahip olması ile başlayan hayatta kalma ve gelecek kaygısı konusunda vardığı görece “rahatlık” bu fazlalığa kimin sahip olacağı sorunsalında ayrışan “güçlüler ” ve “üretenler” arasındaki ilk sınıf kavgası ile bugünlere kadar geldi.Elbette bugün teknolojinin varmış olduğu ileri düzeyle varılan üretim verimliliği sonrası, kavga artık 2 teneke buğday ya da 3-5 evcil hayvan paylaşımından çok daha büyük bir servet içindir.Buna karşın kavganın tarafları öz olarak pek değişmemiştir : sahip oldukları güçle toplumun ortak emeği ile açığa çıkan servete el koyan burjuvazi ve tüm hayatı üretmesine karşın kırıntılarla yaşamaya mahkum edilen başta işçi sınıfı olmak üzere ezilenler.

Bugün insanlığın ortaya çıkışından itibaren yaşamış olduğu tüm ekonomi biçimlerini bazıları çok küçük insan toplulukları ile sınırlı olsa bile hala görebilmekteyiz.Bu eşitsiz gelişimin yansımaları sömürgeciliğe,kapitalizme,partiarkaya ya da her türden zorbalığa direniş özgülünde de dünyanın farklı coğrafyalarında ve hatta aynı coğrafya içerisinde birbirinden bağımsız gelişen hareketlerde görebilmekteyiz.

Egemen,sömürgeci ve tekçi anlayışa karşı olan nicel ve nitel olarak birbirinden farklı hareketlerin yan yana mücadelesi mantıken doğru olmakla birlikte bunun yaşam içerisindeki uygulanabilirliği her zaman bu kadar kolay olmayabilmektedir. Bu durum biraz daha somutlayarak anlatacak olursak her biri kendi alanında uzman ya da uzmanlaşma çabası içerisinde olan pek çok çalgıcının aynı orkestrada yan yana çalmasına benzer.Bir orkestrayı yüz tane aynı enstrümanın yan yana çalmasından farklı zengin ve güzel kılan birbirinden farklı sesleridir.Öte yandan gürültü de birbirine benzemez pek çok sesin yan yana gelmesinden oluşur,bu noktada ikinci bir nokta belirleyici olarak öne çıkmaktadır bu da : Uyum.

Yakın dönem tarihimizden örnek alacak olursak , Osmanlı Sömürgeciliği altında yüzyıllarca ezilen buna karşın bağımsızlığına kavuşabilen bazı hakların (Bulgarlar,Yunanlar,Sırplar,Arnavutlar) ortak düşmana birlikte savaşma ve ittifak konusunda uzlaşıya açık bir duruş içerisinde olduklarını görürken,aynı dönem de daha kapalı duruş sergileyen bazılarının ise (Ermeniler,Kürtler,Rumlar) güçlü siyasal örgütlere sahip olmalarına rağmen büyük felaketlere sürüklendikleri açıktır.Faşizme ve Sömürgeciliğe karşı birleşik mücadele bundan dolayı sadece ajitatif bir slogan değil kazanma iradesinin sözcüklerle dönüşmüş halidir.

Geçmişteki hatalı duruştan farklı olarak bugün Türkiye ve Kürdistan’lı devrimciler yan yana gelme iradesi ile ileri doğru büyün bir atmışlardır.Bunu daha da derinleştirmenin ikinci adımı ittifakı bir devrimin orkestrası gibi ele alma ve her bileşeni kendi yetkinliği ile katacağı zenginlik düzleminde görüp uyumu yakalamaktır.Doğaldır ki her birimizin kendine has bir tarzı ve meseleleri değerlendirme sistematiği var bu dönem dönem çatışma ve gerilimlere de yol açabilir. Bunun çözümünü yan yana geldiklerimizi kendimize benzetme olarak aramadığımız sürece hatalı bir yola girmeyiz. Fakat aksi yaklaşım ve bunda ısrar güçleri parçalayıcı ve dağıtıcı olur.Yüksek düzeyde yakalanan bir uyum farklılıkları azaltırken derinleşen bir benzeşmeyi de doğal olarak beraberinde getirecektir.

Çok ağır darbeler almaları ve pek çok insanlarını kaybetmelerine rağmen bazıları neredeyse yarım asra dayanan bir direniş geleneği olan hareketleri 3-5 yıllık dönemsel konumlanışları üzerinden ve özü kaçırarak değerlendirmek ciddi bir sübjektivizmdir. Meselenin özü önümüzdeki dağları aşmaktır bunu bazen zirveleri aşarak bazen de etrafından dolanarak yapabiliriz.Yönümüz ve yolumuz değişmediği sürece yan yana gitmenin koşulları vardır ve bu zorunludur.Devrimciler arası ya da Komünistler arası  birlik her zaman zor ve meşakkatli olan emek isteyen yoldur.Ama devrim de bir zor işidir. Kitlelerin geri duygularına hitap eden dar grupçu,tekkeci,dükkancı siyaset kolay olandır ve bu yaklaşımların fanatikleri, rağbet edenleri bugün için ziyadesiyle fazladır.Fakat can alıcı soru şudur “ az olsun benim olsun” yaklaşımı bırakalım halkları ve ezilen sınıfları, kendini bile kurtarabilir mi ? Yaşam bize bunun böyle olmadığını gösteriyor.

Ümit Bakır / 07.10.2022

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir