Gayrı Resmi Katiller, Neden Birer Birer Neden “Nedamet” Getiriyor

 

Türk devleti ve önceli Osmanlı’da muhaliflere yönelik yazılı hukuk dışında operasyonlar  düzenleyen ekipler hep varolmuştur. Özellikle İttihatçı gelenekle birlikte bu hukuk üstü “gayrı resmi devlet katili”  müessesesi kurumsallaşmıştır. Türkiye’nin 1950’ler de başlayan NATO üyeliği süreci ile birlikte Sovyet tehdidine karşı tüm NATO üyesi ülkelerde tesis edilen Kontrgerilla örgütlemesi mevcut “gayrı resmi devlet katilleri” örgütü ile birleşmiştir. Bu örgüt son 50 yılda Türkiye ve Kürdistan’da onbinlerce faili meçhulün sorumlusudur. Türkiye Devrimci Hareketi ve Kürt Ulusal hareketine karşı 1980’lerden sonra  TSK içinde Veli Küçük, Fehmi Altınbilek, Mustafa İlerisoy ekibi ve bunların altında Çakıcı, Çatlı, ve yakın dönemde Peker gibi mafya liderleri üzerinden dallanıp budaklanan kontrgerilla siyasi ayağını ise Türkeş, Ağar, Yazıcıoğlu ve Perincek üzerinden inşa ediyordu. Hanefi Avcı, Mehmet Eymür ve Hiram Abbas’da bu örgütün 1970’den itibaren içinde merkezi düzeyde yeralan ve MİT içindeki hakimiyet kavgasında yenilmiş olsalar dahi devlet tarafından korunup kollanan üyeleriydiler. Pekçoğu NATO’nun Avrupa’daki üslerinde ya da doğrudan ABD’de eğitilen bu kişilerin ortak tek paydası halk düşmanlığı ve Amerikancılıktır.

Devlet içindeki tüm  çatışmalara rağmen bu kişiler ve suçları bir şekilde deşifre olduğunda “görünmez bir el” her zaman devreye girip olayı kapatmıştır .Bu “görünmez ele” rağmen gerçeği açığa çıkarma da ısrar edenlerin ise sonu çoğu zaman Uğur Mumcu gibi faili meçhul bir cinayete kurban gitmek olmuştur. Devrimcilere ve Kürtlere karşı vahşice şiddeti tek çözüm aracı olarak gören bunun için devletin tüm imkanları kendilerine seferber edilen bu örgütte,90’lardan itibaren  örgüt içindeki çatışmalar o kadar keskinleşti ki halka ve devrimcilere karşı kullandıkları yöntemleri birbirlerine karşıda kullanma pratiklerine giriştiler .Bu da ister istemez Binbaşı Cem Ersever gibi Jitem elemanlarının kamuoyuna kısmı itiraflar ile kendisini ortadan kaldırmak isteyen eski suç ortaklarını duraklatmaya çalışma çabalarını beraberinde getirdi. Daha sonra Susurluk skandalı ile ortaya saçılan örgütün katillerinden olan Özel Harekat Polisi Ayhan Çarkın da benzer bir refleksle devletin koruma kalkanının kendisini yeterince kapsamadığı ve devrimci örgütlere açık hedef olduğu kaygısı ile pek çok devlet cinayeti hakkında itiraflarda bulunmuştu.2010 yılı sonrası ortaya çıkan kısmı demokratikleşme ihtimali bile bu katillerin yargılanma korkusunun zirve yapmasına yetmişti. 2011 İstanbul Newroz’una ailesi ile katılan Çarkın şöyle diyordu. “Öcalan’a saygı duyuyorum. Ben onun liderlik vasfına saygı duydum. Kan dursun istiyor. Öcalan şimdiye kadar Türk bayrağına, Türk halkına saygısızlık ettirmedi. Ben iki Abdullah sevdim bu hayatta. Biri Abdullah Öcalan, diğeri Abdullah Çatlı” AKP’nin 2015 Haziran seçimleri hezimeti sonrası Ekim 2015’de “Oluk oluk kan akıtacağız” diye halkı tehdit eden Peker’in de  yakın dönemde “demokrasi havarisi” endamında yayınladığı devletin bir kanadının uyuşturucu, ihale yolsuzlukları, mala çökmeler ve kara para ilişkilerini deşifre eden videoları aynı korkunun sonucudur. Geçen hafta bir TV kanalında yayına çıkan emekli MİT’çi Mehmet Eymür’ün ‘kısmen Yeşil’i deşifre eden, Ağar ekibini para karşılığı yurtseverleri öldürdüğüne değinen” ama öte yandan yaptığı ile işkence övünen açıklamaları öz olarak yukardaki bağlamdan bağımsız değildir. Resmi paradigma çatırdıyor, tek adamda merkezileşen sistem tıkanmış ve işlemiyor ve bu durum başta derin devlet olmak üzere en başta elleri en kanlı olanları korkutuyor.

Türkiye ve Kürdistan coğrafyası ciddi bir siyasal kriz ve sıkışmanın kaçınılmaz patlama noktasındadır. Yakın zaman da  yaşanan Gezi, Öz Yönetim Direnişleri, Darbe, Rojava Direnişi ve Rusya-ABD arasındaki artan gerilim TR’deki tüm kesimleri bir alt-üst oluş noktasında konumlanmaya zorlamaktadır. Bir yandan farklı emperyalist devletler ve içerdeki işbirlikçi temsilcileri bu sıkışmayı otoriter rejimin temel dinamiklerini sarsmadan(tekçi, inkarcı ve emek düşmanı paradigma) sancısız bir geçişle revize etmenin çözüm yollarını ararken diğer yandan dipten yükselen dalga farklı reformist kesimler tarafından üzerinde yükselme fırsatı olarak görülmektedir. Devrimci dönüşümler devrimci bir gücün uygun zamanda sürece müdahale etmesi üzerinden gelişmiştir. Bu ise süreci doğru çözümleme ve güçlerini buna uygun hazırlama ve konumlandırma ile yaşam bulabilir. ”Dün erkendi, yarın geç bugün tam zamanı” devrimci müdahaleciliğin en yalın özetidir. Birleşik Mücadele Güçlerinin mücadele deneyimi ve yanyana gelerek açığa çıkardığı potansiyel bu anlamıyla eğer tüm bileşenler tarafından, sürece denk düşen tarihsel sorumluluk ekseninde ele alınabilirse Türkiye Kürdistan coğrafyasında köklü bir tarihsel ileri atılımın manivelası olabilir.

 

Ümit Bakır