İklim felaketi mi? Yoksa kapitalist yağmacılık mı?

Dünya genelinde bir süredir daha sık duyulur olan iklim krizi, yaşadığımız coğrafyayı da kapsayan bir alanda artık daha somut ve hissedilir bir realiteye dönüştü. Bu krizin odak noktasını ise Akdeniz Havzası olarak tanımlan Kuzey Afrika, Güney Avrupa ve Batı Anadolu ve Lübnan, İsrail ve Suriye oluşturuyor. Yüz milyonlarca insanın yaşadığı bu coğrafyanın mevcut karbon salınımı hızında bir değişiklik olmazsa 2040 yılına kadar çölleşmesi bekleniyor.

Sınırlı kaynaklara sahip dünya eko-sisteminin, kendini yenilemesine fırsat vermeyecek bir şekilde tahrip edilmesinin arkasındaki çıplak gerçek kapitalist yağmacılıktır. Hali hazırda bu yıkım, denizlerin ölmesi, ormanların dev ve engellen(e)meyen yangınlarla yok olması, buzulların erimesi ,suların yükselmesi, dünya tatlı su rezervlerinin deniz suyuna karışması şeklinde her gün daha da derinleşerek sürmektedir. Kapitalizm fosil yakıtlara ve kâr a  dayalı ekonomik sistemi ile atmosfere karbon salınımı ve iklim felaketinin baş sorumlusudur.

ABD’nin başını çektiği emperyalistler iklim felaketi için 2030’dan önce bir önlem alamayacaklarını 2030 sonrası içinse 2005 öncesi dönemdeki karbon salınımının %50 altına inebileceklerini deklare etti. İsveç Uppsala Sverige Landbruks Üniversitesinin yayınladığı iklim raporuna göre 2050 yılına gelindiğinde 200 milyon insan iklim mültecisi olarak yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalacak. Bugün orman ve denizlerde yaşanan felaketin ilerleyen yıllarda tarım arazilerinde de görülmesi kaçınılmazdır. Bunun sonucu ise devasa bir kıtlık ve susuzluk olacaktır. Kapitalist şirketlerin fonladığı üniversite ve bilim insanları daha düne kadar Küresel Isınmayı yalanlamaya çalışırken bugün artık takke düşmüş kel görünmüştür. Ve emperyalist haydutlar dünya halklarının gözlerinin içine bakarak arsızca “kusura bakmayın kazancımızdan vazgeçmemiz mümkün olmadığına göre sizler öleceksiniz” demektedir. Gelecekte sebep olacakları iklim felaketlerini gayet iyi bildikleri için daha bugünden iklim felaketlerinin mültecilik gerekçesi olmayacağını ağız birliği ile deklare etmektedirler.

Elbette ki devrimci güçlerin temel hareket noktası ne kapitalizm eleştirisi ne de yarının potansiyel iklim mültecilerinin haklarını garantiye almaktır. Emperyalist kapitalist barbarlığı durdurmak için bölgesel-birleşik ittifaklar ile hakların birleşik mücadele hattını inşa etmek ve bu konuda özneleşmek esas alınması gereken politik duruştur. Birbirinden bağımsız devrimci öncülerin yan yana gelmesi ileri doğru atılmış büyük bir adımken, uçurumun kıyısındaki halklar ve insanlık için doğal olarak bu tek başına oldukça yetersizdir. Sosyal, ulusal, toplumsal ve sınıfsal kurtuluş bugün hiç olmadığı kadar birbiri ile doğrudan ilişkilidir.

Eko-sistem açısından emperyalistlerin çizdiği yapay sınırların bir anlamı yoktur ya da gezegeni daha az kirleten ülkeler ve daha fazla kirleten ülkeler bu oranda zarar görecektir gibi bir eşitlik söz konusu değildir/olmayacaktır. Dünyanın her bir köşesi bu emperyalist yıkımın bir sonucu olarak tehdit altındadır. Bu konuda son yaşanan orman yangınları halkın kendi öz örgütlenmesi konusunda bazı değerli ve örnek pratikleri ortaya çıkarırken, egemenler şovenizm ile bu kıpırdanışı zehirleme çabasına girmekte gecikmediler. Birleşik Mücadele Güçleri bu öz örgütlerin geliştirilmesini sonuna kadar destekler bir konum alırken aynı zamanda yaşanan çevre felaketleri üzerinden sistem teşhiri ve başka bir dünyanın mümkün olduğunu yaygın olarak propaganda etmelidir. Önümüzdeki dönem mücadelenin en yakıcı alanlarından biri ekoloji olacaktır. Kapitalizmin çıkarları doğa ve insanlık ile çelişmektedir ve bu konuda doğa ile faturasını tüm insanlığın ödeyeceği bir savaşa girmiştir. Bunu durdurmanın tek yolu ise kapitalizmi yok etmektir. Birleşik Mücadele Güçleri bu kavgasının öznesi olma birikimi ve potansiyeline fazlasıyla sahiptir.

Ümit Bakır