İktidarın yeni ekonomik modeli “Haramilik ve Çökme”

AKP-MHP Hükümeti’nin iktidar olanakları üzerinden devleti soymada kendinden önceki tüm hükümetleri geride bırakması “devlet malı deniz, yemeyen keriz” aymazlığı ile yaptığı yolsuzluklar sonucunda artık deniz kurumuştur. Bundan sonra iktidar açısından izlenebilecek yegane yol dış politikada yabancı sermayeye “sahibinden satılık kelepir ülke”, iç siyasette ise “şimdi kimin malına çökelim”dir.

Türkiye’nin ekonomisi uzun bir süredir derinleşen ekonomik krizde geri dönülemez noktayı artık çoktan aşmış bulunuyor. Son 40 yıllık süreçte tekstil, turizm ve inşaat sektörleri ekonominin ana lokomotifiydi. Fakat bu durum kademeli olarak önce tekstil sektörünün ucuz işgücü ve daha yüksek kalite ile Çin’e kaymasıyla iki ayaklı hale geldi. Sonrasında son iki yıldır devam eden küresel pandemi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye turizmini doğrudan etkiledi. AKP sonrası dönemde iktidarın biricik gözbebeği olan müteahhitler dışında hiçbir sektör ekonomik planlamada dikkate alınmadığı için turizm yabancı turistler için sudan ucuz “her şey dahil” kampanyaları ile tutunmaya çalışsa da bu sektörde de ciddi bir çöküş kaçınılmaz olarak yaşandı. Şimdi tek ayakla “koşmaya” çalışan Türkiye ekonomisi yolun sonuna gelmiş ve Arap sermayesi, uyuşturucu parası ile anlık illüzyonlar yaratmaya ve halkı manipüle etmeye çalışmaktadır.

Yaşanan ekonomik krizin ve çöküşün bir ayağını kapitalizmin krizlere gebe plansız, piyasacı, “bir koy, üç al” politikaları oluştururken diğer ayağını ise Türk Devleti için bataklığa dönüşen Kürt savaşı oluşturmaktadır. Yakın dönem dünya tarihine baktığımızda “süper güç ve ekonomiler” ABD ve Rusya’nın bile Vietnam ve Afganistan savaşlarında nasıl iflahlarının kesildiğine ve soluksuz kalıp gerek siyasi gerek ekonomik olarak tıkandıklarına şahit olduk. Türk Devletinin ekonomik altyapısı ABD ve Rusya ile mukayese edilemeyecek kadar geridedir. Durum böyle iken Batı Kürdistan üzerinden yaşama geçirmeye çalıştığı son işgal hamlesi ve bir türlü kıramadığı direniş onun için sonun başlangıcı olmuştur. 2013 yılından günümüze kadar geçen süre zarfında Türk Lirası yüzde 90 oranında  değer kaybetmiştir. Son 1 yıl içerisinde ulusal parası USD karşısında en çok değer kaybeden ilk üç ülke sırasıyla Türkiye, Arjantin ve Kolombiya’dır. Ne “tesadüftür” ki her üç ülke de neo-liberal ekonomik modelle yağmalanmıştır. Ek olarak Türkiye ve Kolombiya benzer şekillerde yıllara dayanan bir geçmişi olan iç savaşların pençesindedir. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin ekonomisini bir ya da iki sektör (sağlık, turizm vb.) üzerinden dünya ekonomisi ile ilişkilendiren ve bu şekilde kendi kendine yeter tarzda ekonomik gelişimlerini sakatlayan neoliberalizm terkedilmeden ve iç barış sağlanmadan krizlerden kaçış mümkün değildir.

AKP-MHP iktidarı yaşanan krizi bir süredir “faiz lobisi, dış güçler” vb. muğlaklaştırmakta ve kendi dışındaki gerekçelerle açıklamaya çalışmaktadır. Türkiye ekonomisine eksi not veren küresel kredi derecelendirme kuruluşları bu araştırmaları bizzat Türk devletinin daveti ve ücret ödemesi karşılığında yapmaktadırlar. Küresel sermayeye bağımlı olan Türkiye ekonomisinin yatırımcı çekmesi için bu verileri sunması bir zorunluluk iken negatif değerlendirme raporları sonrası “algı operasyonu” yaygarası yapması en hafif tabirle zırvalıktır. Gezi, özyönetim direnişleri, kontrollü darbe ve Batı Kürdistan işgali bu hükümet için sonun başlangıcıdır. Tüm bunlara ek olarak AKP-MHP Hükümeti’nin iktidar olanakları üzerinden devleti soymada kendinden önceki tüm hükümetleri geride bırakması “devlet malı deniz, yemeyen keriz” aymazlığı ile yaptığı yolsuzluklar sonucunda artık deniz kurumuştur. Bundan sonra iktidar açısından izlenebilecek yegane yol dış politikada yabancı sermayeye “sahibinden satılık kelepir ülke”, iç siyasette ise “şimdi kimin malına çökelim”dir.

“Benim faizle aram hoş değildir” ile ekonomik dibe vuruşu, halkın dini duyguları üzerinden manipüle etmeye çalışan ve güvenlikçi politikalarla da sosyal patlamaları baskılamaya çalışan iktidarın elinde ekonomik çöküşü engellemek için kullanacağı bir kart kalmamış, merkez bankası döviz rezervleri eksilere düşmüş, takke düşmüş kel görünmüştür. Bugüne kadar iktidara yönelik her ortamda memnuniyetini dillendiren sermayenin sözcüsü TÜSİAD dahi sesini yükselterek zorunlu olarak  Genel kabul görmüş iktisat bilimi kurallarına hızla dönülmeli” çağrısı yaptı. Son iki hafta içerisinde Erdoğan’nın “Nas ortada, faiz indirimi” vb. yangına benzin döken provokatif açıklamaları ile döviz kuru iktidar tarafından spekülatif bir şekilde şişirilmiş, birikimlerini koruma adına alt-orta sınıflar adeta dolara yönlendirilmiştir. Sonrasında ise eş zamanlı olarak bir yandan Birleşik Arap Emirlikleri’nden alınan USD piyasaya sürülmüş, diğer yandan ise  TL mevduatında olanların kur farkından kaynaklı kayıpları Merkez Bankası tarafından karşılanacaktır” açıklaması ile dolaylı bir faiz arttırımı yapılarak döviz kurunda görece bir düşüş gerçekleştirilmiştir. Bu durum, doktorların bir kolunu ve bacağını keseceğiz dedikleri hastaya “hadi iyisin bacağı kurtardık” demesine benzemektedir. İktidar ekonomik spekülasyonla alt-orta sınıfların birikimlerine vurgun yaparak onlara yüksek kurdan döviz satmış, yüksek enflasyon ve ağır vergiler altında ezilen halka karşı son bir vurgunla resmen harami ekonomisi dönemini başlatmıştır.

Mevcut siyasal ve ekonomik çöküşe alternatif olarak öne sürülen CHP-İYİ Parti, Kürt ve emekçi düşmanlığında iktidara rahmet okutacak bir sicile ve potansiyele sahiptir. Bundan dolayıdır ki 3. yol yani Birleşik Mücadele Güçleri bugün hiç olmadığı kadar önemli bir misyona sahip olduğunun bilinciyle sürece müdahale etmeli, krizi derinleştirmekte tereddüt etmemeli, sandığı değil sokağı göstermelidir.