Devrim kavramı / Rizgar Zirek

Devrim kavramını en kısa olarak değişim biçiminde tanımlayabiliriz. Tabii söz konusu değişim köklü ve derin olmak, yine gelişmeyi ifade etmek durumdadır. Buradan gelişmeden kasıt insan ve toplum yararına olmasıdır. Değişim köklü ve derinliği ise çoğunlukla nitelik değişimi olarak da ifade edilmektedir. Yani bir şeyin hacminde büyüme, miktarında artma değil de onun niteliğinde bir değişimin yaşanmasıdır. Ancak böyle bir karakter taşıyan değişime ya da devrimci değişim denebilir. Hacim ya da miktardaki artış ise çoğunlukta nicelik değişimi olarak tanımlanmaktadır. Dolaysıyla nicelik değişimine evrimci gelişme, nitel değişme ise devrimci gelişme denmektedir.

Değişimin birey ve toplum gelişimindeki belirleyiciliği önemlidir. Bundan ötürü iktidarcı ve devletçi paradigma hemen her şeyde olduğu gibi devrim kavramının da özünü değiştirmeyi öngörmüştür. Devrimci değişimi daha çok siyasi ve askeri boyutta ele almış, onun zihniyet ve ideolojik boyutunu geri plana itmiştir. Öyle ki devrimi bir iktidar değişimi ya da bir devletin yıkılıp başka bir devletin kurulması olarak tanımlamıştır. Hâlbuki yıkılan da, yeniden kurulan da devlettir ve özü itibariyle aynıdır. Dolaysıyla toplum üzerinde yer alan baskıcı ve sömürücü bir çete örgütlenmesinin gerçekleştirilmesidir.

İktidar değişimi ya da devletin yıkılıp bir devletin kuruluşu söz konusu içerikte herhangi bir değişiklik yapmayarak sadece iktidar ve devlet sahiplerinin değişmesini ifade etmektedir. Bu biçiminde içeriği boşaltılmış olmaktadır. Bu boşaltmayı gizlemek için de devletlere köleci devlet, feodal devlet, kapitalist devlet gibi farklı adlar verilmiştir. Bunlardan sonra da sosyalist devletin geleceği ve ardından devletsizliğe geçileceği gibi düz-ilerlemeci bir mantık ortaya çıkartılmıştır.

Diğer yandan imparatorluk, üniter devlet, mutlakiyet, cumhuriyet gibi kavramlarla da aslında devletin tek olan baskıcı ve sömürücü gerçeği de gizlenilmeye çalışılmıştır. Ne yazık ki benzer yaklaşım devletsizliği hedefleyen ve kendisini sonuncu özgürlük akımı olarak tanımlayan reel sosyalizme de hâkim olmuştur. Devletsizliğe ulaşmayı hedefleyen sosyalist akım aslında devrim olarak devletin aşılması sürecini tanımlayacakken dar ve sığ bir yaklaşımla devletin el değiştirmesini, burjuva sınıf elinde alınarak işçi sınıfının eline verilmesini gerekli ve yeterli görmüştür. Bu boyutuyla da antikapitalist olma karakteri yarım ve dar kalmıştır. Kapitalizmin azami kar sistemine ve endüstriyalizm boyutunda doğanın yağma ve talan edilmesine karşı çıkarken onun modernitesine ve ulus-devlet gerçeğine karşı çıkamamış, tersine kapitalist moderniteyi aşamamış, kendi modernetesini geliştirememiştir. Yine alternatif özelliğini ulus devletçiliğini daha güçlü bir şekilde esas aldığı için kaybetmiştir.

Her ne kadar uzun yıllar kapitalizmi aştığını, alternatif bir sistem geliştirdiğini iddia etse ve gerçekten buna inanarak bu temelde bir çalışma yürütse de, Sovyetler Birliği’nin çözülüşü net bir biçimde açığa çıkarmıştır ki gerçekte kapitalist modernite sisteminin aşılması, alternatif bir sistem haline gelmesi mümkün olmamıştır. Burada esas olan reel sosyalizmin kendi demokratik modernitesini oluşturmaması ve ulus devlet sistemi aşarak alternatif sistemini yaratamamasıdır.