Arzu DEMİR yazdı
Kasım 2021
- Daha önceki iktidarlar, eşitliğe inanmasalar bile, bu dönemin yöneticileri gibi fikirlerini açıktan söylemekten, erkek şiddetini kamusal alanda savunmaktan çoğu zaman imtina etti. Hele çocuklara yönelik cinsel saldırıların bu kadar açık ve yaygın bir şekilde savunulduğu, meşrulaştırıldığı bir dönem olmadı.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana kadınlara karşı işlediği suçlar, bu faşist şeflik rejimi dağılmadıkça kadınlara gün yüzünün olmadığını gösteriyor. Evler, sokaklar, iş yerleri, okullar, yaşamın her alanı kadınlar ve de çocuklar için birer mezar haline geldi. Faşist şef Erdoğan, “Kadın erkek eşitliği fıtratta yok” dedikçe, erkekler kadınların canını aldı. Yargı da cezasız bırakarak katillerin sırtını sıvazladı.
İktidar, kadınları, erkek cinsi karşısında “kul, köle, eşya” haline getiren sayısız düzenleme yaptı, yasa çıkarttı.
AKP’nin kadınlara karşı ilan ettiği savaş konusunda Türk devletinin tarihindeki diğer hükümetlerden ayırt edici özelliği kadın özgürlük mücadelesinin en temel talebi olan “eşitlik” kavramına karşı verdiği, “fıtrat, eşdeğerlik ve adalet” kavramları ile kadınlara biçtiği “makbul kadın”lık oldu.
Saray rejimi, kadının yaşam alanının çerçevesini aslında bu kavramlarla belirledi; erkeğin eşi, çocukların annesi.
Daha önceki iktidarlar, eşitliğe inanmasalar bile, bu dönemin yöneticileri gibi fikirlerini açıktan söylemekten, erkek şiddetini kamusal alanda savunmaktan çoğu zaman imtina etti. Hele çocuklara yönelik cinsel saldırıların bu kadar açık ve yaygın bir şekilde savunulduğu, meşrulaştırıldığı bir dönem olmadı.
Erdoğan’ın 24 Kasım 2014 tarihinde Kadın ve Demokrasi Derneği’nin konferansında “Bazen erkek-kadın eşitliği diyorlar. Kadın-kadına eşitlik doğru olandır, erkek-erkeğe eşitlik doğru olandır, ancak kadının özellikle adalet karşısındaki eşitliği aslolandır. Kadınların ihtiyacı olan, eşitlikten ziyade eşdeğer olabilmektir. Yani adalettir” sözleri, iktidarın kadın düşmanı politikalarında yeni bir dönemi açtı.
Saray rejimi, “fıtrat teorisi”nden hareketle, “kadınlara eşitlik yerine, herkesin fıtratına uygun bir adaletin daha hakkaniyetli olduğunu” propaganda ederek politikasını oluşturdu. Bu yaklaşım eşitsizliğin olağanlaştırılarak cinsiyetçiliğin bir norm haline getirilmesinden başka bir şey değildi.
Kadınların “ihtiyaçları” artık bu gerici ve cinsiyetçi norma göre belirlendi, kurumlar, mevzuat bu norma göre oluşturuldu.
Geçtiğimiz günlerde Kadına Yönelik Şiddet Araştırma Komisyonu’nun gündemine gelen “evlilik ehliyeti” önerisini de bu gerici normlardan biri olarak görmek gerekiyor. Komisyonun AKP’li Başkanı Öznur Çalık, evlilik öncesinde taraflardan psikolojik rapor, sabıka kaydı şiddet eğilimi olup olmadığına dair belge istenmesi önerisinde bulundu. “Evlilik ehliyeti” ile erkek şiddetini ortadan kaldıracaklarını iddia ediyorlar.
Bu öneri de, kadına yönelik erkek şiddetinin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığı gerçekliğini görmezden gelen bir yaklaşım. Şiddetin kendini bilmez, eğitimsiz, madde bağımlısı, yoksul ya da psikolojisi bozuk erkeklerin işi olduğu tezi üzerinden meseleye yaklaşıyor. Erkek şiddetinin kaynağının erkek egemen sistem, yani Saray’ından Yargıtay’ına, okulundan şef tipi aile yapısına uzanan bir iktisadi, politik, ideolojik ve kültürel bir yapı olduğu gerçeğinin üzerini örtmek istiyor. Zaten onların anladıkları “erkek şiddeti ile mücadele” de kadının yaşam hakkını korumak değil, rejimin temeli kutsal aileyi korumaktır.
İktidar, yeni toplum inşasında “güçlü aile”ye büyük ihtiyaç duyuyor. Bu ailenin kurucu unsuru da, elbette kadın. Başka bir ifadeyle “annelik, eşlik ve bakıcılık” üçgenine hapsedilmiş bir kimlik. İktidar bu kimliği “makbul kadınlık” olarak tanımlamıştı.
Bu nedenle, boşanmayı zorlaştırırken, evliliği kolaylaştırdılar. Kadınları, şiddet gördükleri o evliliklere ve evlere ilelebet mahkum etmek için nafaka hakkına bile göz diktiler.
İktidarın ille de evlendirmek istediği sadece kadınlar, genç kadınlar değil. Kız çocuklarının evlendirilmesinin önünü 2012 yılında çıkardıkları 4+4+4 Kesintili Eğitim Sistemi Yasası ile açtılar. Yasanın ardından pıtrak gibi imam hatip okulları açıldı, kız çocukları için zorunlu eğitim şartı son bulmuş oldu. Bu arada müftülere resmi nikah kıyma yetkisi verildi.
HDP Milletvekili Oya Ersoy’un Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesi görüşmelerinde yaptığı konuşmaya göre, 2013-2020 yılları arasında çocuğa yönelik 143 bin 335 cinsel saldırı oldu. Türkiye’de son 18 yılda 542 bin 821 kız çocuğu doğum yaptı.
Bu rakamlar korkunç. Ne kadınların ne de çocukların, bu iktidar varken yaşam, gelecek, mutluluk hakkı yok. Faşist şeflik rejimi, her an hayatımızdan, bugünümüzden, yarınımızdan çalıyor. O yıkılmadıkça kadınlara ve çocuklara gün yüzü yok!