Devrimci Parti 12 Mart 2023 günü Parti Meclisi’ni tek gündemle topladığını duyurdu.
14 Mayıs 2023 günü gerçekleşeceği ilan edilen Genel Seçimler’de parti tutum ve taktiğini belirlemek üzere tek gündemli yaptığı toplantıda aldığı kararları kamuoyu ile paylaşan Devrimci Parti, PM sonuçlarını “Politik Gerekçe” ve “Seçim Taktiğimiz” olarak iki başlıkta yayınladı.
Sonuç metninin tamamı şöyle;
Devrimci Parti PM Sonuç Metni
Devrimci Parti Parti Meclisi 12 Mart 2023 günü, 14 Mayıs 2023 günü gerçekleşeceği ilan edilen Genel Seçimler’de parti tutum ve taktiğini belirlemek üzere tek gündemli yaptığı toplantıda oybirliği ile aldığı kararları kamuoyu ile paylaşmaktadır.
Politik Gerekçe
- Türkiye egemen sınıfların ve uluslararası tekellerin güçlü temsilcisi olarak 2002’de iktidara taşınan, Anadolu coğrafyasında neo-liberalizmin en etkin yağmasını ve emeğin talanını gerçekleştiren bir parti olarak AKP, Türkiye siyasasında özgün bir durum olarak yer tutacaktır. İlk iki döneminde TUSİAD ve MUSİAD olarak tariflenen iki ayrı sermaye bloğunu fazlasıyla tatmin eden AKP’nin, ülkeye gelen sıcak para akışıyla da kısmi “refah” algısı yaratarak kitle desteğini arkasına aldığı ekonomi politikası, emperyalizmin dünya krizine ve ülkedeki sınıf çelişkilerine bağlı olarak bugün çökme durumuna geldi.
- 2014’de MGK’de alınan “Çöktürme Planı” kararı, 7 Haziran seçim sonuçlarına da yansıdığı üzere faşist iktidarın amaçlarına en büyük engeli oluşturan, sandıkla kendini sınırlamamış çoklu mücadele araçlarını kullanan Türkiye Devrimci Hareketi ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin kurduğu ittifakın yükselişe geçmesini engelleyecek tedbirlerin ve eylem planı sürecinin devreye konulmasıydı. Partimiz karşı devrimin topyekün ağır saldırılarını tezgâhlamaya hazırlandığı bir dönemde, keşkinleşeceğini öngördüğü sınıf savaşımına uygun hazırlanmak ve bu karşı devrimci saldırı dalgası altında militan direnişi sürdürebilecek hattın inşası için kendini yapılandırma yoluna girerek 2015’de kuruluşunu tamamladı.
- 7 Haziran ve 15 Temmuz’dan bugüne yaşananlar ise o gün devletin yeni yönelimini hafife alan birçok siyasal kuvvet açısından neye tekabül ettiğini yaşayarak tecrübe edeceği bir süreç olacaktı. Yaşanacak olanlar ve yaşananlar açıktı; olağanüstü bir devlet yapılanması AKP eliyle siyasal olarak organize olmaktaydı ve düzen muhalefeti bu yeni yönelimin zımni destekleyicileri olarak konumlandırılmıştı. Çöktürme planı, işgal hareketleri, sınıf mücadelesinin sokaktan yalıtılması, patriyarkal kölelik zincirinin halka halka daraltılmaya çalışılması, Yenikapı ruhu vb vb birçok başlıkta muhalefet partileri ve bugün Millet İttifakı adında cisimleşmiş güçler, devletin bu dönüşümünü esasta bozmayacak şekilde muhalefet etmekle yükümlü kılınmıştı.
- Türkiye sol/sosyalist hareketinin tamamı da devletin bu yeniden yapılandırılmasında ve yaşanan ağır karşı devrimci saldırıları sonrası geldiğimiz aşamada devleti tanımlayan benzer tahlillerde ortaklaşmış oldu. Ancak bu defada hazırlıksızlığı, olağanüstü devlete karşı mücadelede farklı araçları dışlayarak salt “teşhire” dayalı örgütlenişi, 2911 sayılı yasa sınırlarında ve nihayetinde sandıkla faşizmi alt edeceği beklentisi… En temelde ise stratejik bulanıklığı büyük ölçüde sosyalist hareket içerisinde “ölü taklidi” yapmayı koşulladı. Bu kendi özgücüne dayalı bir mücadele programından uzaklaşarak, taktiğini ya uluslararası güçlerden beklentiye ya da düzen muhalefetine bağımlı hale getirdi.
- Sadece son 8 yıl bile değerlendirildiğinde faşizmin en karanlık saldırıları altında birçok siyasal özne, tek bir eylemi olmadan, faşizm tarafından tek bir tahkikata uğramadan “sürecin geçeceğini” beklemesiyle hatırlanacak. Partimiz ve birleşik mücadele güçlerimiz ise tüm eksikliklerine, yetersizliklerine rağmen hedeflendiği “Çöktürme Planı” karşısında fırtınanın geçmesini beklemek yerine fırtınanın üzerine yürüyümüş, kayıplar vererek, bedeller ödeyerek faşizmin çürümesinde rol oynamıştır.
- Bugün yaşadığımız politik durumun özgünlüğü, küresel krizin de etkisiyle, ülkede çok yönlü sistem krizi halini almış, AKP-MHP faşist bloğunun “açık teröre dayalı” sürdürdüğü rejim bu haliyle devam edemez hale gelmiştir. Bir yandan emperyalist merkezlerin yeni yöneliminde dinamik kullanışlı bir güç olma vasfını yitiren AKP diğer yandan da içeride rıza üretme araçlarını tüketmiştir.
- Önümüzdeki günler uluslararası güçler ve ona bağlı işbirlikçi sermayenin bir kesimi açısından “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği”, diğer sermaye bloğunun çıkarları açısından ise burjuva normlarla (seçimle) iktidarı terk etmeyecek olan faşist kurumsallaşmayı sandıkla ve başka araçlarla zorlamasıyla şekillenecek. Gelgitler yaşayan, hızlı ve ani bir kırılmaya yol açmayacak ölçüde titizlikle sürdürülen sermaye güçleri açısından bu rekabetin zamana yayılarak yürütülmesi sınıf mücadelesinin keskinleşmesi ve taşıdığı potansiyelinden kaynaklı sermayenin topyekün tedirgin olma halini yaratmaktadır.
- Dünya’yı adım adım 3.Büyük Paylaşım Savaşı’na taşıyarak krizlerini çözmeye hazırlanan emperyalist – kapitalist merkezlerin tüm gelecek yönelimi savaşın ihtiyaçlarına gore şekillenmektedir. Bu hazırlık süreci ve emperyalizmin çoklu krizi Türkiye’yi doğrudan etkileyen bir niteliğe sahiptir. Türkiye sermaye sınıfı ve onun devleti de bu değişen güç dengeleri ve büyük savaş hazırlığına gore şekillenmek istemektedir. Sermaye grupları arasında açığa çıkan rekabet bu temelde ele alınmalıdır. Sınıflar mücadelesinde söz konusu olan ne Erdoğan’ın “Saray”da yaşama hırsı ne de karşısında kümelenen Millet İttifakı’nın “demokrasi ve hukuk”un tesisi mücadelesidir. Siyasal süreç Türkiye’deki sermaye gruplarının bağımlı olduğu güçler altında kısmi kimi bölgesel özgünlükleri kullanarak kendine yeni imkanlar yaratmak üzere şekillenecektir.
- Millet İttifakı’nda kümelenen sermaye partilerinin dün devletin yeniden yapılandırılması karşısında “Yenikapı ruhu”nda hizaya geçmeleri, “Çöktürme Planı’na derin destekleri, Erdoğan karşında dune kadar çıkardıkları aday ve seçim pozisyonları ile bugün ortaya koydukları açı farkı sermaye grupları arasındaki kirli rekabetin keskinleşmesinin ve en temelinde ise emekçi sınıflarda yükselen öfkenin düzen dışı gelişiminin düzeniçine entegre edilmesidir.
- Bu tedirginlik hali, 6 Şubat depreminin sonuçları ve devamında gelişen halk öfkesi bakımından derinleşmiştir. Öyle ki, AKP-MHP faşist bloğu siyasi iktidar gücünü halkı ölüme ve yıkıma terk etme yönlü kullanmış; devleti bütün mekanizmalarının cinayet aletine dönüşmesini sağlamıştır. Şehirlerin yıkımı, on binlerin ölümü, yüz binlerin sakatlanmaları, zorunlu deprem göçü, salgınlar, açlıkla, soğukla yaşanmaya devam eden süreç siyasi iktidar karşıtı pozisyonunun artması ve derinleşmesine zemin olmuştur. Restorasyoncu klik, düzen dışına çıkma potansiyeli olan halk kitlelerinin “seçim sandıklarıyla hesap sorma” aracılığıyla düzen içinde tutulması hamlesi geliştirmiştir.
- Dolayısıyla AKP-MHP faşizminin gerileme süreci, 6 Şubat depremi ile de birlikte, düzen muhalefetinin dün yedeklenme yönteminden bugün daha iddialı konuşmaya başlamasına yol açtı. Düzen muhalefeti, emekçi sınıflarda biriken öfkenin farkında ve bu öfkeyi düzen kanalları içinde tutma ve etkisiz hale getirme siyasi görevini yüklenmiş durumda. Finans kapital AKP-MHP iktidarının yıpranmışlığını da dikkate alarak, düzeninin uzun vadeli güvenliği açısından “kazasız, belasız” bir iktidar değişikliğine yeşil ışık yakıyor. Düzen muhalefetinin cesaretinin artmakta oluşunun önemli bir nedeni bu durumdur. AKP-MHP bloğunun elinde tuttuğu çeşitli zora dayalı araçlar ve direnme kararlılığı “tereyağından kıl çeker” tarzında bir iktidar değişiminin önünde duran en önemli engeldir ve taraflar bunun farkındadır.
- Türkiye’de sermaye grupları arasında gerçekleşecek bir hükümet değişikliği çoklu krizlerini aşamayacak düzeyde ağırlaşmıştır. Ne Cumhur İttifakı’nın oldu bittiyle seçimi kazandığı ilanı ona sürdürebilir bir rıza üretecektir. Ne de Millet ittifakı’nda cisimleşen bloğun seçimi kazanması şekli dışında bir değişim yaratacaktır. İki blok açısından da seçimi kim kazanırsa kazansın bütün ağırlığıyla siyasal alt-üst oluşlar devam edecektir.
- Sermaye sınıfının emeği azgınca yağmalaması dışında bir yolu kalmamıştır. Birinde yasaklanan grevler ve işçi direnişleri diğerinde rıza ve beklenti üretilerek engellenecektir. Milyonlara açlık sınırı altında dayatılan yaşam, geçici fonlarla yaratılan beklentiler sonrası hızla eski haline dönecektir. NATO merkezince planlanan ve AKP-MHP ittifakınca uygulanan Kürt Halkı’nın devrimci öncülüğünün imhası ve bölgeden tasfiye edilmesi, NATO’ya bağlılık yeminleri eden restorasyoncu ittifak eliyle de çeşitli biçimlerde uygulanmak durumundadır.
- Bugün milyonların tek ve gerçek gündemi faşist iktidardan kurtulmaktır. Emekçi kitlelerin “eskisi gibi yönetilmek istememe” arzusu büyük bir alt üst oluş yaratma potansiyeline sahiptir. Ancak eskisi gibi yönetilmek istemeyen emekçi yığınların siyasal ve kolektif bilincinde “nasıl yönetilmek” istediği ve kendisi için bir sınıf olma reflekslerinin oluşmadığı görülmektedir.
- Burada en önemli sorumluluk devrimci siyasetin henüz siyasal ve eylemli öncülük hattını işçi sınıfı içerisine taşıyacak bir sıçramaya ulaşmamış olmasıdır. Bugün için tek gündemi iktidardan kurtulmak olan yığınların iktidardan kurtuluş arayışları, iktidarı hedefleyen bir siyasal örgütlenme ile kuşatılmadığında tek çıkış yolu olarak sandık görülmekte ve bu nedenle de seçimi talep etmektedir. Ülkede yükselen sandık tartışmaları büyük değişim isteğinin önüne bent vuran, egemen sistemin ömrünü uzatan dolayımlı bir dışa vurumdur. Esasında gerçekte olan kitlelerin ortaya attığı seçim talebi değil iktidardan kurtulma talebidir. Sandık, düzen siyasetinin kitlelere aşıladığı iktidardan kurtulmanın başka araçlarla mümkün olmadığı, “sokağın iktidara yaradığı” manipülasyonun aracıdır. Kuşkusuz dün “sokağa çıkmak iktidara yarar” anlayışı bugünde restorasyoncu ittifak dışında “aday çıkarmak iktidara yarar” anlayışıyla devrimci siyasetin sermaye partilerinden bağımsız tutum alması ve emekçi sınıfları esas alan programı üzerinde “rehin” siyaseti uygulamaktadır.
- 14 Mayıs’ta yapılacağı açıklanan genel seçimlerde ve sonrasında sömürülenler açısından bir durum değişikliği bakımından belirleyen özgüce dayalı mücadele ile halk güçlerinin ne oranda sokağı zapt edeceği ve “sandıkta kaybetse bile direniş halinde olacak AKP-MHP faşist koalisyonun” karşısında pasifizme düşmeden meydanları terk etmeme becerisi belirleyen olacaktır. Bugün iktidarın sokakta direnişlerle ve isyanlarla zorlanmadığı koşullarda basit bir devir teslim yapmayacağı ve o ana kadar muhalif güçleri savunmada tutacağı bütün hamleleri kullanacağı ortadır.
- Dikkatlerin yoğunlaşması gereken bir başka boyut ise seçimlere giden 2 ay içerisinde ve ertesinde yaşanacak karşı devrimci saldırı karşısında nasıl konum alınacağıdır. Sokaktan yalıtılmış ve sandıkla sınırlanmış bir mücadele anlayışının, dün olduğu gibi bugünde faşizmin baskı ve şiddet araçları karşısında “vicdanlara seslenmek” dışında bir stratejisi olmayacaktır. Bugün düzen partileri dışında kalan sol/sosyalist güçler farklı seçim tutumları almış bile olsa faşizme karşı mücadelenin meşru ve tarihsel araçlarını da içeren bir programla emekçi sınıfları bu gerçekliğe gore davranmaya çağırmalı, birleşik hazırlık planları yapmalıdır.
- Düzen muhalefeti de CHP öncülüğünde bu siyasal kaynama noktasına göre şekillenmektedir. CHP’nin hizmet ettiği sermaye sınıfı adına görevi; kitlelerde yükselen değişim isteğini, kendisini de aşan tarzda, sistemin kodlarına yönelecek bir fırtınadan korumak ve artık sermayenin çıkarlarını bütünlüklü sürdüremeyeceğini düşündüğü AKP’den iktidarı olağan biçimde sandıktan teslim alarak kapitalist restorasyonu gerçekleştirmektir. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” kurumsal olarak devletin zayıflayan kolonlarına meşruluk kazandırarak rıza üretilmiş ağır sömürünün yeniden tesisidir. Bu açıdan dünya krizine bağlı olarak emperyalizmin içsel bir olgu haline geldiği Türkiye’de ne sömürü çarkları, ne de sömürgecilik sorunu gerileyecektir.
- Erdoğan’dan kurtulmak adına her ne pahasına olursa olsun restorasyoncu ittifaka güç vermek AKP’siz AKP politikalarına güç vermek olacaktır. Sınıfın ve toplumsal dinamiklerin mücadelesinin kitle ve eylem düzeyi de düşünüldüğünde düzen muhalefetinin işçi-emekçiler, Kürtler, kadınlar vb lehine zorlanmadığını söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Bu haliyle “faşizmi kaybettirme” taktiği ile düzen muhalefetine amasız-fakatsız verilecek destek kapitalizmin restorasyonuna yedeklenmek anlamına gelecektir.
- Devrimci siyaset emekçi sınıfların taktiğini inşa edecektir. Devrimci siyaset kitlelerin değişim arayışına yanıt olacak bir mücadele hattını sürdürmeye devam etmekle mükelleftir. Seçim sürecinin yarattığı politik atmosfer bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bunun en ileri hedefi demokratik halk devrimidir.
- Gündeki görevi ise kitlelerin değişim isteğini boğacak ya da onu istismar edecek düzen ittifaklarından bağımsız, birinin karşısında başka bir devlet gücüne yedeklenmeyen, Üçüncü Yol’un kitlesel örgütlenmelerine ve militan eylemlerine dayalı mücadelenin iktidar hedefine yönelmesidir.
- Seçimler “Üçüncü Yol”un bir amacı değil topyekün verilen mücadelenin bir aşamasıdır. Bu aşama ezilenlerin meşru mücadele araçlarından ve sınıf mücadelesinin yüklediği diğer devrimci görevlerden koparılarak, öncelleyerek ele alındığında taktiğin amaçlaştığı, burjuvazinin herhangi bir kliğinin kumandasına geçeceği gemide “güvertede olma hayali” kurmak olacaktır. Burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki mücadele uzlaşmaz bir mücadeledir. Her iki sınıfında bir sabah aynı “zafere ortak olması” imkansızıdr. Bu ancak iki sınıftan birinin kendi sınıfı çıkarlarına aykırı davrandığının kanıtı olur. Diğeri ise ancak kendi özgücüne dayalı devrimci demokratik programın yükselen mücadelesi karşısında burjuvaziyi taviz vermeye mecbur bırakmaktır.
- Devrimciler, komünistler halklara gerçeği açıklamakla sorumludur. Faşizme karşı amansız bir mücadeleye ve onu devirmeye tüm gücüyle odaklanırken, sermayenin başka bir bölüğü tarafından ortaya atılan “değişim” programının gerçekte emekçiler için neyi hedeflediğini açıklamak ve ona karşıda tutum almak zorundadır.
Seçim Taktiğimiz
Parti Meclisimiz yukarıda özetlemeye çalıştığı siyasal tespitler ışığında sınıf mücadelesinin karşılaşacağı riskleri ve imkanları değerlendirmiş ve aşağıdaki kararları almıştır
- Bugün tüm çürümüşlüğüne rağmen iktidarı terketmeyen AKP-MHP faşist bloğu halkların ve emekçilerin değişim isteği karşısında her türlü yöntemle seçim öncesi ve sonrasında zora dayalı direnmeyi sürdürecektir.
- Partimiz seçimler sürecinde iktidarı terk etmeye direnen ve direnecek olan AKP-MHP faşist bloğunu seçimli ya da seçimsiz bu mukavemetinden caydıracak güçlerin sokağa gore hazırlanmasını günün devrimci görevi olarak belirler. Partimiz tüm sol/sosyalistlere, anti-faşist güçlere ve ittifaklara bu çağrıyı yineler
- HDP’nin kurucu bileşeni olan partimiz, HDP çatısıyla seçimlere girecek, bir kapatma saldırısı koşullarında ise HDP bileşenlerince belirlenecek alternatif araçlarla seçimlere katılacaktır
- Halk güçlerini iktidara taşıyacak koşullar hızla olgunlaşırken, faşizme “kaybettirme“ adına iktidarı düzen içi güçlere teslim edecek ve kapitalizmin restorasyonuna zaman kazandıracak ittifak ilişkilerinden ayrışacak bir program ve eylemle seçim sürecinin yarattığı politik atmosfer değerlendirilmelidir.
- Bu temelde; parti meclisimiz; Emek Özgürlük İttifakı bileşenlerine hem Cumhurbaşkanlığı hem de Milletvekili seçimlerine HDP adıyla ve ortak ittifak adaylarıyla girilmesi önerisini sunmakta ve emekçi halkların karşısına devrimci demokratik bir programla çıkılmasının “faşizmden kurtulmak isteyen halkların” değişim umudunu istismar ettirmeden halkı iktidara taşıyacak topyekün bir sürecin öncülüğünde ortaklaşmayı önermektedir.
- Parti meclisimiz, Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda ittifak zeminlerimizle ortak bir aday çıkarma koşullarının oluşmaması durumunda, Cumhurbaşkanlığı seçimleri başlığında kendi özgün tutumumuzu açıklamak üzere MYK’yı yetkilendirmiştir.