Hukukçu Düşünmez: Soylu döneminde işkence aleni yapılıyor

Avukat Onur Düşünmez, Türk İçişleri Bakanı Soylu’nun “Benim dönemimde işkence olmadı” şeklinde açıklamasının gerçeği yansıtmadığını belirterek, “Soylu döneminde işkence artık aleni yapılıyor” dedi.

Hukukçu Onur Düşünmez, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun çete lideri Sedat Peker’in ifşa ettiği hukuksuzluklara karşı yaptığı açıklamaları değerlendirdi. Soylu’nun HDP üzerinden şovenist kesime hitap ederek etrafında bir çember oluşturmaya çalıştığını belirten Düşünmez, bunların başarılı olmadığını ancak yargının henüz harekete geçmemiş olmasının da büyük bir problem teşkil ettiğini kaydetti.

Sedat Peker’in iddialarıyla başlayan tartışmalar Türkiye’nin gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Hakkında bu kadar ciddi iddialar bulunan Süleyman Soylu ise iddialara yanıt vermek yerine HDP’ye saldırarak kendini aklamaya çalışıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin son zamanlardaki başarısız salgın politikası ve merkez bankasında olmadığı anlaşılan, ayrıca bir türlü nerede olduğu bulunamayan 128 milyar dolar gündemi iç politikada iktidarı oldukça sıkıştırmaya başlamışken, adeta çıkış reçetesi olarak görülen gündem değiştirme çabaları şimdilik kirli ittifaka yardımcı olan bir mafya babasının anlatımıyla sonuç vermiş gibi görünmektedir. Bu gündem değiştirme çabasının bir dönem sıklıkla kullanılan argümanlardan Fuat Avni mahlaslı kullanıcının anlatımlarını aklımıza getirmektedir.

Nitekim eskinin Fuat Avni’si günümüz Sedat Peker’i olarak karşımıza çıkmaktadır, bu benzetmenin yegane temeli ise gündem değiştirmek için her şeyi söyleyip pazarlıklar nedeniyle hiçbir belge açıklamama hususuna dayanmaktadır. Ancak bu seferki argüman canlı olarak videolar eliyle kendini göstermektedir. O dönemde Cumhurbaşkanı ve kabine hakkında ortaya atılan binlerce tweet herhangi bir sorumlunun istifasını doğurmadığı gibi iktidardaki kirli ilişki ağının daha da derinleşmesini sağlamıştı. Bugün ortadaki pazarlığın ne olduğunu bilmemekle beraber iktidardaki parti ve ortaklık için mitingler düzenleyen birinin çok şey anlatıp ortaya herhangi bir belge koymaması ve sürekli çıkış bileti olarak gördüğünü söylemesi henüz tam restleşmenin gerçekleşmediğini gözler önüne seriyor.

Bu kadar kirliliğin ortaya döküldüğü bir ortamda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sürekli olarak meşru bir durummuş gibi HDP ile yaptığı mücadeleyi anlatması bir açıdan yaşanan hukuksuzlukların da itirafı olmuyor mu?

Bir içişleri bakanının her seferinde HDP üzerinden ve eşi devletin eli kanlı çetelerince öldürülen HDP eş genel başkanı üzerinden kendisini temize çıkarma çabaları kendilerince milliyetçi seçmene yaranma olarak görülmekte. Bu durumun ülkedeki seçim sonuçlarına bakıldığında her zaman başvurulan bir yöntem olarak görülüyor olması demokrasinin işlerliği açısından büyük sıkıntılar doğurmaktadır. Adeta Kürtler ve ezilen diğer kimlikler için hukuktan ne kadar uzaklaşılırsa milliyetçi sağ seçmenden o kadar oy alındığı gözlemlenmektedir. Bu tür durumlarda alışık olduğumuz şovenist duygulara oynama taktiği hemen sahaya sürülüyor.

Peker’in iddialarının ardından yargının harekete geçmemesinin sebebi nedir sizce?

Sedat Peker’in faili meçhuller ve diğer kirli ilişkiler ile ilgili ortaya attığı iddialar üzerinde durulması gereken ciddi iddialar olmasına rağmen, bunun herhangi bir soruşturma konusu yapılmamasının da ülkedeki hukuk anlayışının ne denli yozlaştığını ve aslında siyasetin arka bahçesi olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu iddialar ancak bağımsız mahkemeler eliyle araştırılırsa bir sonuç verecektir. Demokrasi ve yargı bağımsızlığının günümüzdeki yansımalarına bakıldığında umutsuzluk halinin hakim olduğu bir sonuç çıkmakta ancak insanlığa karşı yapılan bu katliamların faillerinin elbet bir gün yargı önüne çıkarılacağına ilişkin beklentilerimiz devam etmektedir.

Soylu aynı zamanda HDP belediyelerine yönelik kayyum gaspını en çok savunan hükümet yetkilisi. Mardin’de kayyumdan aldığı altın hediyeler basına yansımıştı. Kayyum atamalarının altında büyük yolsuzluklar yattığını düşünüyor musunuz?

Halkın iradesi olarak seçilmiş belediye başkanlarının görevden çeşitli bahanelerle alınması sürecinde, bu konuyla ilgili içişleri bakanının meclis konuşmasında meşhur “oh ohh” diye üslup takınması ve bu kayyumlardan altında hediye alması, bu görevlerle ilgili sadece rüşvet boyutunda kalan durumlar olarak görülüyor. Bu rüşvetler dışında rant kapısı olarak görülen belediyelerin halka hizmete çok uzak oldukları gözlemlendiğinde ve belediye bütçelerinin denetlendiği Sayıştay raporlarına bakıldığında yolsuzlukların ayyuka çıktığı, bu hukuksuzluklara karşı henüz herhangi bir yaptırım uygulanmadığı ortadadır.

İlk defa 2016’nın Eylül ayında 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Belediye Kanunu’nda yapılan düzenlemeyle kayyumlar, seçilmiş HDP belediyelerine atanmış oldu. Hukuksal anlamı bir yana halk tarafından kayyum bir buçuk ton kadayıfı, milyar liralık duşakabini ifade eder. Seçimle kazanamadıkları belediyelerin kayyumlar eliyle gasp edilmesinin hukuken bir mantığı bulunmamakla, savcılıklar eliyle belediye başkanlarına kumpas kurulması ve çeşitli cezalara çarptırılmaları da izaha muhtaçtır. Yine Sayıştay raporlarına bakıldığında bütçeler ile ilgili denetlemelerin düzgün yapılmadığı ve raporların yolsuzluklar içermesine rağmen yüksek mahkeme olarak görev yapan Sayıştay’ın bunları görmezden gelmesi de her zamanki gibi ülkenin adalet anlayışının çürümüşlüğünü göstermektedir.

Soylu’nun kayyum atanmasına gerekçe gösterdiği argümanların ne kadar geçersiz olduğu da daha net bir şekilde ortaya çıkmadı mı böylece?

İlk kayyum atamalarında öz yönetim dönemi gerekçe gösterilmişti. Mahkeme kararı olmadan gerekçe gösterilen soruşturmalar, öz yönetim sürecinde belediyelerin “teröre destek” verdiği iddiası ile gerçekleşmişti. Kamuoyuna söylenen bu iddiaların asılsız olduğu iki temel üzerinden ortaya çıktı. Birincisi, belediyelerin yardım ettiğine dair hiçbir delil ortaya çıkartılıp kanıtlanamadı. İkincisi, öz yönetim sürecinin yaşanmadığı Kürt illerinde de kayyumlar atandı. HDP’nin kayyumlardan belediyeyi geri aldığı 31 Mart seçimlerinden önce cumhurbaşkanı gözdağı vererek “yeniden kayyum atarız” yinelemesini yapmıştı. Bunun yansıması olarak atanan kayyumların ilk icraatlarının belediyelere cumhurbaşkanın fotoğrafını asmaları talan zihniyetinin çürümüşlüğünü gözler önüne sermişti.

Elbette, yapılan soruşturmalar; doğru olanı suç gibi göstermek, belediyelerin hareket alanını daraltmak ve işlevsizleştirmekten başka bir şey hedeflemiyor. Üstelik belgelerin 31 Mart günü oy sayımı devam ederken hazırlanmaya başlanmış olması, hukuki gerekçeye yaslanmayıp tamamen keyfi olduğunu gözler önüne sermektedir. Yapılan atamalar günümüzde hukuki olarak kılıflandırılmış olabilir ancak bu ahlaken doğru değildir.

Soylu yine Türkiye’de işkence vakalarının sıfıra düştüğünü söyledi, hatta bu durumu Uluslararası Af örgütünün 4 buçuk yıldır Türkiye hakkında bir rapor tutmamasını kaynak gösterdi. Soylu gibi polise “yakalarsanız ayaklarını kırın” diyen birinin işkence konusunda duyarlıymış gibi açıklama yapmasını neye bağlıyorsunuz?

Türkiye’de son 4.5 yıldır uluslararası af örgütünün yayınladığı raporlara bakıldığında işkenceyi uyuşturucu suçları bakımından alenen dillendiren içişleri bakanının açıkça yalan söylediği ortaya çıkmaktadır. Nitekim 2020’de Van Çatak’ta helikopterden atılan köylüler ile ilgili rapor, Boğaziçi öğrencilerine yapılan işkence ile ilgili rapor, Diyarbakır cezaevinde Mehmet Sıddık Meşe isimli yurttaşa uygulanan işkence, 2019 yılında kaçırılan Gökhan Türkmen ve Mustafa Yılmaz için düzenlenen acil eylem çağrısı, 8 Haziran 2018’de barışçıl eylem yapan öğrenci ve mezunlara uygulanan aşırı güç kullanma ve işkence ile ilgili soruşturma başlatma çağrısı, 2017 ve 2019 yıllarında Avrupa İşkence Önleme Komitesinin kötü muamele ve işkence şikayetlerinin devam ettiğine yönelik raporlarına bakıldığında bunların sadece af örgütüne yansıyan işkence vakaları olduğu, bunun dışında birçok kurum tarafından raporlar yayınladığı ve işkencenin aleni olarak uygulandığı tüm kamuoyu tarafından bilinmektedir.

Adı son günlerde uyuşturucu ile sıklıkla anılmaya başlayan içişleri bakanının yine uyuşturucu ticareti üzerinden kolluk birimlerine işkenceyi emretmesi ve bunun da neredeyse eksiksiz şekilde uygulanması, işkenceyi meşru gösterme çabasının olduğunu karşımıza çıkarmaktadır. Her türlü işkencenin yasaklandığı uluslararası sözleşmelere bakıldığında işkencenin bir ülkenin en temel zihniyeti haline gelmesi ve bu ülkeyi yönetenlerin herhangi bir işkence raporu olmadığına ilişkin savunmaları kabul edilebilir değildir. Uyuşturucu ticareti yapılması kanunda sayılan katalog suçlardan olması sebebiyle en ağır yaptırımlarla yasaklanmıştır. Ancak içişleri bakanının böyle bir iddianın tarafı olması bile istifasını gerektirir.

Sedat Peker’in açıklamaları 90’ları, beyaz Torosları ve haliyle Susurluk’ta yaşananları yeniden gündeme getirdi. O günlerle bugünü karşılaştırdığımızda aynı noktaya döndüğümüzü düşünüyor musunuz?

Büyük bir ironidir faili belli cinayetlerde günümüzde kullanılan araçların isimlerinin Beyaz Toroslar olmadığı bunun yerini Ford Ranger ve Mercedes Vitoların aldığı görülmektedir, dolayısıyla Beyaz Toros devrinin bittiğinin söylemek maalesef mümkün değildir. 90’lı yıllar ile günümüz karşılaştırıldığında iki dönemde de çeteleşmenin arttığı ve toplumun baskı altına alınmaya çalışıldığı görülmektedir. O dönem JİTEM olarak adlandırılan çetelerin varlığı dönemin mafya liderinin Susurluk kazasıyla ortaya çıkmıştı ancak günümüzde bu çeteler yine bir mafya liderinin anlatımlarıyla videolar eşliğinde ve belgelerle deşifre edilmeye başlandı.

Bu durum devlet mafya ilişkilerinin her dönem olduğunu gözler önüne sermektedir. Kaçırılma vakalarının bu kadar ayyuka çıktığı bir dönemde devletin tekrar faili belli cinayetlere imza attığı da görülmektedir. Bu baskı ortamının son bulmasının ancak hukuka uygun hareket etmekten geçtiği ortadadır ancak o yıllarda hukuk nasıl siyasetin arka bahçesi ise bugün de farklı bir yaklaşımın olmadığı görülmektedir.