Faşizm ve patriyarka saldırılarını her geçen gün ivmelendirirken; sokağın kullanımı ve mücadele yöntemleri açısından yarından daha fazla umutlu olmamızı sağlayan çok çeşitli inisiyatifler (direnişler) sahnede. AKP-MHP iktidarının herkes açısından artık malum sonu, kendileri de dahil, dile getirilirken; AKP-MHP sonrası senaryoların içeriği artık güçlü bir biçimde tartışılmaya başlandı.
Anaakım siyaset sahnesinde emperyalizmin hedefleriyle çelişmeyen yumuşak geçiş hedefi, aktörlerin kimler olacağı konuşulurken; devrimci hatta ise iktidar değişikliğinin, daha açık bir ifadeyle bir dönemin suç ortaklarını da kapsayan Millet Cephesi’nin hiçbir koşul altında çare oluşturamayacağının teşhiri ve faşizme karşı kapsamlı, birlikte mücadele çağrısı bulunuyor.
Her yere sirayet eden çürümenin artık dayanılmayan kokusuyla biz devrimciler “Şimdi Değilse, Ne zaman?” çağrımızı bir kere daha yineliyoruz. Faşizm örgütleniş doğası gereği yaşamın her bir noktasına saldırmayı, nüfuz etmeyi amaçlayan bir canavar. Öyle ölü taklidi yapılarak atlatılacak, geri çekilmeyle kendi kendine zamanını dolduran bir canavar da değil üstelik. Direnmekten korkanların “direnişi” bela olarak göstermelerinin aksine, faşizm korkuyla beslenen, itaatla güçlenen, direnişin olmadığı yerlerde daha da büyüyen bir garabet. Her geri çekilme onun ilerlemesi, her susma onun daha konuşması, her kabulleniş onun tahakkümü demek. Üstelik AKP-MHP iktidarıyla faşizm sadece ideolojik bir örgütlenme, sermayenin sonsuz çıkarları için var olmakla sınırlı da değil; A’dan Z’ye AKP ve ekibi tarafından sonsuz ihalelerin, binlerce odalı, altın varaklı sarayların, 4-5 yerden alınan maaşların, ma’aile doldurulan kadroların, lüks banyoların, tonluk kuruyemişlerin ve son dönemde belgeleriyle açığa çıkan biçimiyle narko örgütlenmelerin de karargah üssü.
Tabloya daha yakından, kendi tarafımızdan, biz baldırı çıplakların şartlarından bakalım. Özellikle korona dönemini içererek, Türkiye’de 5’li çete ve büyük sermayedarlar açısından krizden ziyade büyümenin arttığı bir dönem içerisindeyiz. Fakat aynı dönemde aynı Türkiye’de tüm çalışanların içinde, asgari ücret alanların oranı %43! Asgari ücretin kendisi ise değil yoksulluk açlık sınırının dahi altında! 2020 yılının gerçek enflasyon oranı ise %36-50 gibi büyük bir erimeye ulaştı. Kışa yaklaşırken binlerce kişinin elektirik ve doğalgazı kesildi, tam 25 milyon 529 kişi bankalara borçlu; ödenemeyen borçlar, borcu borçla kapatmaya çalışan milyonlar var. Binlerce öğrenci olmayan yurtların yedeğinin de yedeğinde sokaklarda bekletiliyor, kiralar şimdiden 2-3’e katlanmış vaziyette.
“Bizim Taliban’la bir ayrılığımız yok” diyen AKP cihatçı-kadın düşmanı örgütle yeni ekonomik-politik ilişkiler kurmaya çalışırken, eski cihatçı dostlarını da unutmuyor. Her gün IŞİD’lilerin hapishanelerden bırakıldığına dair yeni bilgilere ulaşıyoruz. Üstelik 83 yaşında ve “hukuki olarak” da hakkında verilen karar bozulan Mehmet Emin Özkan ve onun gibi yüzlerce devrimci tutsak ölümüne rehin tutulmaya devam ediliyor. “Kürt Sorunu yok, çözdük” diyen Erdoğan’ın sözleriyle içinde IŞİD’e dair tek bir ibarenin yer almadığı KOBANE Dosyasıyla, cihatçı örgütlere karşı topraklarını savunanlar, kurtuluş mücadelesi yürüten kadınlar, HDP MYK üyeleri ve siyasetçiler yargılanırken; CHP’nin Kürt Sorunu’na tavrı ise muhataplık krizi yaratmaya çalışarak Kürt Hareketi’nin tasfiyesinin bayrağını tutmak oluyor.
AKP-MHP’sinden, yargısına, polisine, valisi, diyanetine kadar erkeklerle büyük ittifağı kuran erkek-devlet eliyle binlerce kadın, LGBTİ+ katledildi. Aile politikaları, erkek şiddetinin kendisi, ya ucuz iş gücü ya da sonsuz ev-bakım emeğine mahkumiyet, özel savaş politikaları, katmerlenen nefret politiklarıyla faşizm-patriyarka ortaklığı hız kesmiyor.
Tüm bu tablo içinde kimilerinin gösterdiği adres dükkanı kapatıp gitmek ya da AKP sonrası dönemde(!) emperyalizmin yeni uyum siyasetini desteklemek olabilir. Bu noktada Türkiye Sosyalist Hareketi’nin çeşitli bileşenlerinin de kendileri bu emperyalizmle yeni uyum sürecine hazırladıkları da bir gerçek. Ama bugün Kobane Davası’nda konuşan Kürt kadın devrimci Sebahat Tuncel’in “Eğer bunlar suçsa, bu suça devam edeceğim. Her yerde kendimizi savunuruz, başımız dik.” sözleri Türkiyeli bir kadın devrimci olarak benim, bizlerin de dediğidir.
Türkiye’nin her bir noktasında sadece barınma hakkı için de değil geleceği için banklarda, sokaklarda günden güne büyüyen öğrenciler; Polis amirlerinin “süpürün bunları” demesine karşılık “hep zenginden mi taraf olacaksınız, bir kere de fakiri savunun” diyen işçilerin, Tek-Gıda Sen Belkarper-Adkötürk işçi eylemleri; erkek-devlet şiddetine karşı sadece hakları için değil patriyarkayı yıkmak için direnen, birbirini ateşinde ısıtan kadın/feminist hareketin mor meşalesi; içindeki börtü böceği, ağacı meşesiyle talan edilmek, yakılmak, otel, maden kılınmak istenen tüm alanlardan yükselen ekolojik mücadelenin, Validebağ korosunda kepçelerin önünde sabahlara kadar tutulan nöbetlerin gösterdiği , bütün mücadelelerinin birleştiği çizgi ve hat baldırı çıplakların, işçilerin, kadınların, LGBTİ+’ların, göçmenlerin, Kürt halkının mücadelesi gerçek kurtuluşun anahtarıdır. Bugün devrimciler olarak büyütmemiz gereken hattın kendisi Birleşik Mücadele Güçleri’nin kendisidir.
*Yazı Umut Gazetesi’nin internet sitesinden alınmıştır.