SENTEZ | İttifaklar Şekillenirken Bilindik Olana Dönmek: Kitle Siyasetine Hız Vermek

Sınıfsal ve sosyal baskı ortamının giderek arttığı, bütün toplumsal kesimlerin geleceğe dair olumlu beklentisinin iyiden iyiye kaybolduğu bir dönemi yaşıyoruz. Buna karşın ezilenlerin geçmişe nazaran yüzünü biraz daha fazla mücadeleye döndüğü, kıpırdanmaların, memnuniyetsizliğin, itirazların daha fazla sokağı zorladığı günlerden geçiyoruz.

Özellikle ekonomik anlamda tıkanan ülkede, adı konmamış bir seçim atmosferi yaşanmaktadır. Bu atmosferde, tarafların saflaşmaları da hızla kendisini göstermekte ve bu saflaşmada her siyasal aktörün, ideolojik duruşuna ve dayandığı toplumsal kesimlerin taleplerine uygun bir yerde durduğu da hızla anlaşılmaktadır. Sokak mücadelesinin, düzen dışı eğilimlerin günümüzdeki gibi en ufak haliyle kendisini göstermesi bile özellikle sistem partilerinin, bu eğilimlere karşı hızla önlem almasıyla sonuçlanmaktadır.

AKP-MHP bloğu kolluk ve yargı gücüyle sokağı sessizleştirmeye çalışmakta, sonucu aynı noktaya varacak bir biçimde, CHP-İYİP bloğu, sokak değil seçim diyerek sokağı sessizleştirmeye çalışmakta, sıcağı sıcağına mitingler düzenlemektedir.

Sokak mücadelesi arttıkça bir yandan da sistemin izin verdiği kadarla kendini ortaya koyan reformist kesimler de bir araya gelmekte; TKP, Sol Parti ve EMEP adına (HDP’siz) üçüncü yol dedikleri bir ittifakı duyurmaktadır. Diğer yandan da eski HDP milletvekili ve eski Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen hem muhalefeti hem de iktidarı eleştirerek yeni bir siyasal hareket-parti oluşturmaya girişmektedir.

Tüm bunlar, ülkedeki neredeyse siyasal tüm çevrelerin ciddi bir saflaşma ve tarafını belirginleştirme sürecinde olduğunu göstermektedir. Şimdi yaşanan bu sürece biraz daha yakından bakalım.

Bugün en örgütlü, seçimlerini politik tavırları üzerinden hayata geçirmesini bilen ve ezildiğinin farkında olarak ve haklarının her geçen gün daha fazla yenildiğini bilerek harekete geçen parti seçmeni, HDP seçmenidir. Yani HDP’nin gücü politikleşmiş kitlesinden ve bu kitlenin öyle ya da böyle ciddi bir desteğinin varlığından gelmektedir. Bu güç sayesinde HDP, bizatihi karşısında olduğu sistemin kendisi için de kilit bir roldedir. Elbette HDP devrimci bir parti değildir. Sosyal demokrat, ilerici bir partidir. Ancak bu haliyle bile düzen için tehdit unsuru olarak görülmektedir.

Bugün, muhafazakârlar, laisistler ve Kürt ulusu olarak 3 ana kampa ayrılabilecek olan toplum yapısında muhafazakarlar iktidarda, laisistler muhalefette ve bu üç kampta en devrimci dinamik olan Kürt ulusu ise yönelimiyle iktidarda kimin olacağını belirleyen konumdadır. Daha önceden gerçekleşen yerel ve genel seçimler bunun göstergesi niteliğindedir. Bu gerçeklik, faşist partilerin istemeden de olsa, HDP’ye dönük kimi zaman ılımlı söylemlerinde kendisini göstermektedir.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, sosyal medya üzerinden “helalleşme” peşine düşmüş, R.T.Erdoğan ise Amed’deki konuşmasında “masayı biz devirmedik” sözlerini sarf etmişti. Çünkü onlar da bilmektedir ki, Kürt oyları siyasal iktidarın belirlenmesinde -özellikle de bugün ki seçim sisteminde- yok sayılamayacak bir yerde durmaktadır. Fakat aslında ifade etmeye bile gerek duyulmadan bilinmelidir ki, bunların bu göz kırpışları sahte ve söylemden ibarettir. Amaçları kendi klik iktidarlarının tesisidir. Birkaç sahte söylemle Kürt oylarını kendi arkalarında yedeklemek istemektedirler.

Halk için ikisi de aynı anlama gelen adlarına Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı dedikleri bloklardan biri Başkanlık Sistemi’ni diğeri Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ini önermektedir. Biri liyakata sarılmakta, diğeri dine yapışmaktadır. Ancak bunların hepsi, nasıl bir söylem üretirlerse üretsinler yaslandıkları faşist, komprador burjuva diktatörlüğünde emeğin ve bu parantezde de ulusun, cinsiyetin, inancın nasıl sömürülebileceğini tariflemektedir.

 

Kitlelerin gücüne dayanmak!

Hal böyle olunca, alınan siyasal tavırlar önem derecesini biraz daha değerli hale getirmektedir. En genel kullanımıyla devrimci hareket, gücünü, karşı tarafı masaya oturtma gücünü, onu uzlaştırma gücünü kendi özgücünden, kitle tabanından alır. Doğal olarak yapılması gereken, bu tabana dokunarak, geniş kesimlerin, en genel manada da halkın çıkarlarına uygun bir siyasetin inşa edilmesidir. Bu da kitlelerin içinde yapılır. Her türlü uzlaşı, siyasal manevra, taktik, bu kitleye dayanılarak, esas gücün bu kitlelerden geldiğini bilerek yapılmalıdır.

Fakat, siyasetler kitlelerden uzaklaştıkça “kitleler üstü” siyasal partilerle yapılan bir takım anlaşmalardan güç kazanılabileceği yanlış düşüncesi yeşerebilir.

Bugün hakim siyaset anlayışı, popülist siyaset tarzıyla bezenmiş bir halde bu olmaktadır.  

Lenin “‘manevra yapmayı, anlaşma yapmayı, uzlaşma yapma’yı bilmeyen devrimci sınıfın politikacıları beş para etmez” der (Sol Radikalizm, Komünizmin Çocukluk Hastalığı, İnter Yayınları, s. 75). Marx ise “Siyasette şeytanla bile anlaşma yapılabilir ama bu anlaşmada onun bizi değil bizim onu kandırdığımızdan emin olmamız gerekir” der.

Siyasetin taktiği donuk bir şekilde dümdüz giden bir yolu izlemez, içinde binlerce uzlaşı ve anlaşmayı zorunlu kılar. Doğal olarak sorun bu anlaşmaların, “birlikte hareket etme”lerin yapılıp yapılmaması değil, esasen ne zaman yapılacağı ve nasıl yapılacağı ile ilgilidir. Bu durumda da kitlelerin içerisinden beslenen bir siyaset ve halkın devrimci çıkarını gözettiğinden emin olan bir siyaset her kimle anlaşıyorsa anlaşsın taktiklerini güvenle inşa edebilir. Ancak bu özden kopuk bir siyaset, isterse komünist doğrultuda dümdüz ilerlediğini düşünsün çürümekten başka bir şey yaşamıyordur.

 

Sosyal şovenizmin sahne alışı

Siyasetin bir kulvarında ise reformist, sistem içi birliktelik bulunmakta ve bu grup halkın kabarışı yükseldikçe daha yakın ilişkiler geliştirmektedir. Bahsedilen, TKP, EMEP ve Sol Parti’nin “üçüncü yol” çıkışıdır.

Bu birlikteliğin parlayan aktörü TKP’nin ise bugün desteğe gittiği işçi direnişlerinde attığı “gür” slogan “patronların ensesindeyiz”dir. TKP patronların ensesindeyiz deyip, sınıf mücadelesini patronların arkasına yedeklemeyi başarabilen sözde komünist bir siyasettir! TKP’nin 100 yılı aşkın tarihinin çok büyük bir dilimi, sınıf mücadelesindeki ileri atılımları, kitlelerin ileriye çıkış dinamiklerini sisteme angaje ederek ona yedeklemeyi başarmak konusunda ustalaşmakla geçmiştir. Son derece statükocudur. Öyle ki, burjuva iktidarını yıkacak olan bu güç, yıkacağını hayal ettiği bu burjuva iktidarın en fazla şiddet üreten faşist ordusuna güzelleme dizerken, sistem dışındaki sisteme karşı şiddet eylemlerine en başından karşı çıkar ve onu sönümlendirmeye çalışır. Onun ne menem bir yanlış olduğunu anlatır.

Bugün ki klasikleşmiş haliyle AKP siyasal iktidarına ne kadar yaradığı safsatasını yayar. Bu toprakların gördüğü en büyük katliamcılardan biri olan M. Kemal’i, kendi kurucu liderlerini de katleden faşist M. Kemal’i “devrimci” ilan eder, 100 yıllardır bu topraklarda hakları yenilen ve sömürülen Kürt ulusunun mücadelesini ise emperyalizme yedeğinde diyerek şovenizmi yaymakta bir beis görmez.

TKP sosyal şovenizmin gür sesidir. TKP budur, onun içinde olduğu bir yol “anti-emperyalist, sınıf karakterli, laik” diye betimleseler de bu yol üçüncü yol falan değil, sistemi tökezletecek kitle gücünü sistem için etkisizleştirmeye vardıracak bir yoldur.

O yüzden TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, HDP’siz bir ittifakın mümkün olduğunu savunur. Pek ala bu ittifak mümkündür, ama böylesi bir ittifakın sosyal şoven olacağı, bugünkü durumda faşist devletin sınır içi ve sınır dışında en fazla saldırdığı Kürt ulusunu dışarda tutacağı, kendini de devrimci muhalefetin en fazla ihtiyaç duyduğu sokaktan ve politikleşmiş sokak hareketlerinden geri tutacağı kesindir.

Böyle bir muhalefete de böyle bir üçüncü yola da bu coğrafyada yaşayan halkın ihtiyacı yoktur. Çünkü, dozajları üç aşağı beş yukarı birbirinin aynı olarak Kürt halkıyla yan yana gelmeme noktasında neredeyse yeminli bu sosyal şoven kesim, burjuva sistemi desteklemeden de AKP’nin karşısında durulabileceğini bilmemekte ya da bu durum onların siyasal var oluşlarının işine gelmemektedir.

Nitekim Kemal Okuyan’ın kendi deyimiyle TKP, “zaten geçmişte HDP’yle ittifak yapmayan bir parti”dir. (Ki bu doğru değildir.) Düzen diliyle söyleyecek olursak TKP’nin terörle arasında böylece ciddi bir mesafe koyulmaktadır.

Özetle, adına yol denilen tüm bu ittifakların ikincil planda ve ikincil önemde görerek hareket edilmelidir. İlk elden yapılması gereken şey, siyasetimizin ideolojik anlamda kendine yakın gördüğü parti ve birlikteliklerin, içerisinden doğup büyüdüğü kitleyle olan ilişkisini sıkılaştırmasıdır. “Birleşirsek Kazanırız”ı güçlendirmek, büyütmektir. “İkinci yol”u yani devrimci yolu güçlendirmektir. Bu ilişkinin niteliği, bütün yolları değiştirecek, bütün ittifakları yeniden şekillendirecek güçte olacaktır. Toplumsal mücadelenin siyasal hareketlerden daha hızlı geliştiği bu günlerde halkın ileriye atılımını yakalamanın tek yolu da bu olmaktadır.

Kaynak: Özgür Gelecek