Gazdanov’la ‘Uçuş’a geçerken…

“Uçuş, Fransa’da babası Sergey Sergeyeviç ve annesi Olga Aleksandrovna’nın yanında, dünyada olup bitenden uzak bir şekilde tatil yapan ergenlik arifesindeki Seryoja’nın, babasının metresi ve aynı zamanda baldızı Liza’ya âşık olmasını, Liza’nın da buna karşılık vermesiyle ortaya çıkan karmaşık aşk öyküsünü anlatıyor.”

Rus edebiyatının satırları uzun süre ‘mühürlü’ kalmış sürgün yazarlarından Gaito Gazdanov’un ikinci romanı Uçuş’un tam bir çözümlemesini yapmak basit bir iş değil. Gazdanov’un bazen neredeyse tam sayfayı bulan uzun cümleleri, karakterlerin birinden bahsederken diğerine yaptığı ani sıçrama, konunun dağılma tehlikesi gibi etkenlere sebep olup zorlu bir okumayı beraberinde getiriyor. Ancak kitabı yorumlayan eleştirmenlere katılmamak da elde değil, zira Uçuş, “modern Anna Karenina” nitelemesini fazlasıyla hak ediyor.

“Manş Denizi üzerinde uçan bu uçağın içindeki bu küçük alanda, bu son dakikalarda, çeşitli ve benzersiz şeylerden, birkaç hayattan, çok sayıda doğru ve yanlış anlaşılmış duygu, pişmanlık, umut ve beklentilerden oluşan koca bir dünya toplanmıştı – boş yere sergilenmeye çalışılması belki de yıllarca ısrarlı çalışmayı gerektirecek karmaşık bir insan ilişkileri sistemiydi bu. Onların tam da burada ve tam olarak şimdi bir araya gelmeleri de kendi başına, tarifsiz zenginliği insanın hayal gücünün ötesinde olan bir milyon tesadüfün sonucuydu, çünkü bu yolcuların her birini uçağa getiren kesin nedeni bilmek için, bu uçuştan önce olan her şeyi bilmek ve böylece birbirini takip eden koşulların evriminde neredeyse bütün bir dünya tarihini yeniden canlandırmak gerekecektir. Ve bütün bu insanları buraya getiren hesap, belki de uzun zaman önce –bizim bilmediğimiz koşullarda– yapılmış bir hatadandır, eğer buradaki ‘hata’ sözcüğünün herhangi bir anlamı varsa…”

Daha önce adını hiç duymadığım (benim ayıbım olsun) Gaito Gazdanov’un Livera Yayınevi’nden Sabri Gürses çevirisiyle yayınlanan romanı Uçuş’u bitirdikten sonra aklımda kitabı özetleyen ve bir bu kadar daha devamı olan, ancak kitabın sonunda ‘düşen tek elmayla’ ilgili net bilgiyi verdiği için yazmadığım bu paragrafın Uçuş’u özetlediğini kazımıştım aklıma.

‘Sürgünde’ ve ‘gölgede’

Kitabın incelemesini yazmaya oturup çevirmen Sabri Gürses’in ‘Sunuş’ kısmını tekrar okuduğumda, Gazdanov’un Uçuş’un Fransızca yayımlanma ihtimali ortaya çıktığında editörüne yazdığı mektupta kitabı özetleyen şu satırlarıyla tekrar karşılaştım:

“Ben Uçuş’u bir dış kuvvetin kör müdahalesiyle durdurulan birkaç hayatın iç ruhsal tutarlılığının bu insanların hayatlarının birkaç saniyesinde böyle bir kaderi ne kadar hak edip etmediklerinden bağımsız olarak eşitlendiğini göstermek üzere yazdım. Ana olay örgüsünün bir tasviriyle sınırlı olan bu kısa yazıda bunu çözmek imkânsız elbette. O yüzden içinde yazarının yorumlarının veciz bir şekilde yer aldığı ve bu sayede romanın son bölümüne has genel üslubu ve anlatı tonunu koruyan bir paragrafı alıntılamakla yetineceğim.”

Kısacası bu karmaşık romanı çözme konusunda, Gazdanov’un dediği gibi “bunu çözmek imkânsız elbette” ama en azından doğru yolda olduğumu fark etmek iyi geldi.

Önce Gazdanov’un hayatıyla başlamakta fayda var. Zira kendisi belki de Rusya’nın hem sürgün hem gölgede kalmış hem de satırlarına bu kadar uzun süreli ‘mühür vurulmuş’ ve bu sebeplerden dolayı da farkına bu kadar geç varılmış (belki tam da varılamamış) nadir yazarlarından biri. 1903 yılında Petersburg’da doğan Gazdanov’un babası, Osetya’nın önemli bir askerî ailesine mensupmuş. Annesiyse devrimci amcası Abatsiyev’in elinde büyümüş. Gazdanovlar, baba İvan Sergeyeviç’in ormancı olması sebebiyle ülkeyi dört bucak dolaşmış. Gazdanov’un edebiyatla erken tanışmasını da bu yolculuklara bağlayabiliriz. Gencecik yaşta, karman çorman bir ülkede kırk tane yer değiştiren bir çocuk için kitaplardan daha iyi bir arkadaş olmayacağını tahmin etmek zor değil. Ama sadece bir tahmin tabii…

Beyaz Ordu’dan Heybeliada’ya…

Gazdanov liseden mezun olunca Beyaz Ordu’ya gönüllü katılıp iç savaşı da bizzat tecrübe etmiş. 1920 yılında Vrangel birlikleriyle ülkeden kaçmak zorunda kalan yazar, Gelibolu’daki Rus askerî kampına gelmiş! Hatta bu kamptan sıkılıp bunaldığında da İstanbul’daki Rus okuluna kaçarmış. Bu okul da Heybeliada’daki Ruhban Okulu’ndan başkası değilmiş! 1923 yılında işçi olarak Paris’e gitmiş. Sorbonne’da okumaya başlamış ve göçmen dergilerinde yayınlanan ilk öykülerini de burada yazmaya başlamış. 1929 yılında ilk romanı Bir Akşam’ı yayınlamış. Kitap Gorki’nin büyük ilgisini çekmiş ve büyük yazar Gazdanov’a bir mektup bile yazmış. Mektubunda, “Rusya’yı çok az tanıyorum, ama Rusya benim vatanım ve Rusçadan başka bir dilde yazamam” demiş ve yurduna dönmek istediğini de eklemiş. Gorki de bunun için elinden geleni yapacağını bildirmiş ama kısa süre sonra ölmüş. İşte Uçuş romanının yayınlanması da tam bu zamana denk gelmiş. İkinci Dünya Savaşı’nın en sıcak zamanında, Sovyet muhalifi bir dergide tefrika edilmeye başlanan Uçuş’un yayını bir süre sonra Almanların Fransa’yı işgal etmesiyle birlikte kesilmiş. 1975 yılında romanın daktilo elyazması hali bulunmuş ve nihayetinde 1992 yılında roman tam haliyle yayınlanabilmiş. Yani yazarın doğumundan 90 yıl sonra…

Gelelim Uçuş’un konusuna. Burayı çok fazla kurcalamayacağım, çünkü roman gerçekten üzerine kafa patlatılması gereken, yazarın her birinin üzerinde çokça çalışılmış –ve sayısı oldukça fazla olan– karakterlerinin birbirine sarmalanmış, ayrı ayrı öyküsünün bir bileşimi olan bir konuya sahip. Ancak özetlemek gerekirse Uçuş, Fransa’da babası Sergey Sergeyeviç ve annesi Olga Aleksandrovna’nın yanında, dünyada olup bitenden uzak bir tatille meşgul olan ergenlik arifesindeki Seryoja’nın, babasının metresi ve aynı zamanda baldızı Liza’ya âşık olmasını, Liza’nın da buna karşılık vermesiyle ortaya çıkan karmaşık bir aşk öyküsünü anlatıyor.

Toparlarsak… Yinelemek pahasına da olsa yazalım: Uçuş’un tam bir çözümlemesini yapmak basit bir iş değil. Bazen Gazdanov’un neredeyse tam sayfayı bulan uzun cümleleri, karakterlerin birinden bahsederken diğerine yaptığı ani sıçramayla konunun dağılma tehlikesi gibi etkenler zorlu bir okumayı da beraberinde getiriyor. Yine burada açmamız gereken ayrı bir parantez de bu mevzuya dahil: Girişteki alıntıda Gazdanov’un bahsettiği, “yazarının yorumlarının veciz bir şekilde yer aldığı” açıklamasının ne olduğu da yine bahsettiğim upuzun cümlelerin arasında kendince bir yol buluyor ve Uçuş’u bir roman olmanın yanında, Gazdanov’un “dış sesi” tarafından kulağımıza fısıldanan bir hikâyeye dönüştürüp gerçeklikle olan temasını en üst seviyeye çıkarıyor. Birçok farklı okumaya açık Uçuş için biz de eleştirmenlerle aynı kanıda olduğumuzu, kitabın “modern bir Anna Karenina” sayılabileceğini belirterek kitabı okurun kucağına bırakalım…

BURAK SOYER

T24

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir