Aynı safta hizalanmayacağız!

Tayyip Erdoğan düşmanlığı ve bu iktidardan kurtulma isteği ne kadar haklı ve anlaşılır bir duygu ve beklenti ise onun basıncına teslim olarak hareket etmek de devrimci bir değişime öncülük iddiası ve misyonu açısından o denli kabul edilemez bir tutumdur.

14 Mayıs seçimlerine ilişkin olarak saflar büyük ölçüde netleşmiş durumda. Görünen o ki asıl kapışma Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanacak.

Bu konudaki saflaşmanın eksenini ise ‘Tayyip  karşıtlığı’ ile ‘Reis yandaşlığı’ oluşturuyor. Bu çembere sıkışmayı reddeden sınırlı sayıdaki sosyalist-devrimci örgüt ve çevre dışında bütün siyasi aktörler tutumlarını bu ölçüden hareketle belirlediler.

Bu anlamda bir ‘üçüncü yol’ falan yok ortada. İki kutup var. Farklılıklar bunun yanında talileşti ya da Muharrem İnce veya Fatih Erbakan örneklerinde gördüğümüz gibi ‘daha fazlasını nasıl koparırız’ şantajının aracı olarak kullanılıyor.

Tayyip Erdoğan’da cisimleşen tek adam diktatörlüğünden bir an önce kurtulma arzusu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı arkasında toplanmış görünüyor. Son olarak HDP ve müttefiklerinden oluşan Emek ve Özgürlük İttifakı ayrı aday çıkarma kararından vazgeçerek bu kervana katıldı.

İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerden kopuk olmakla kalmayıp onların duygu ve düşünce dünyalarına hepten yabancılaşmamış hiçbir siyasal güç, toplumun muhalif  kesimleri içinde yaygın olan ‘Tayyip düşmanlığını’ kuşkusuz görmezlikten gelemez. “Yeter ki o gitsin …” fanatizmine kadar varmış olan bu öfke ve nefretin haklılığı ve meşruluğu da çok açıktır. Dolayısıyla bugünün somut koşullarında bu öfke ve nefretin üzerinden atlayan ya da onu küçümseyen bir politikanın ciddiye alınıp etkili olma şansı yoktur. Bu olsa olsa sınıfı kitleleri etkileyip onların bilinç ve örgütlülüğünü devrimci yönde ilerletmeyi esas almak yerine başkalarından farklı görünmeyi esas alan ‘fanus devrimciliği’ ile mümkündür.

Ne var ki, Tayyip Erdoğan düşmanlığı ve bu iktidardan kurtulma isteği ne kadar haklı ve anlaşılır bir duygu ve beklenti ise onun basıncına teslim olarak hareket etmek de devrimci bir değişime öncülük iddiası ve misyonu açısından o denli kabul edilemez bir tutumdur. Bu rüzgâra göğüs gerememek fiili bir irade teslimiyetine yol açar. Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na açıkça ya da örtük biçimlerde destek vermek işte böyle bir teslimiyet halidir.

Bu teslimiyetçi sürüklenme o kadar ileri gitti ki, sırf Kılıçdaroğlu’nun özellikle İYİ Parti gibi gerici faşist ortaklarını ‘huylandırmamak’ için ağızlar kilitlendi. Bu ittifakın geleceğine dair her türlü uyarı ve eleştiri pişmiş aşa su katan oyunbozanlık olarak görülür oldu. Ve en kötüsü, bütün dikkatler ve umutlar sandığa bağlandı, her halükarda  15 Mayıs sabahı karşımıza dikilecek ağır ve ciddi sorunlarla baş etmeye hazırlanmak bir kenara bırakıldı.

‘Tayyip Erdoğan karşısında kazanma olasılığı en güçlü aday’ olması dışında Kemal Kılıçdaroğlu ve müttefikleri neyi temsil etmekte, nasıl bir gelecek vadetmektedirler? İnsanca bir yaşam özlemi içindeki işçi ve emekçilere nefes alma olanağı kazandıracak anlamlı bir demokratik değişimin asgari koşullarını oluşturan Kürt sorunu, emek politikaları, kadın sorunu, eğitim, çevre, tarım konularında ve dış politikada neleri esas alacak, nasıl bir hat izleyecektir?.. Son 20 yılın yağma, talan ve zulüm politikalarının hesabı sorulacak mıdır?.. Devlet tarafından örgütlenip semirtilen çeteler, mafya örgütlenmeleri, her biri holdingleşmiş tarikat yuvaları dağıtılacak mıdır?.. Suriye, Irak, Libya, Kafkaslar ve Akdeniz’de izlenen savaş politikalarına son verilecek midir?..

Sorulması gereken -ve net bir tutum gerektiren- sorular bunlardan ibaret değildir fakat bunlar muhtemel bir iktidar değişiminin ‘Erdoğansız Erdoğan dönemi’ şeklinde sürüp sürmeyeceği konusunda fikir vermeye yeter önem ve özelliktedir.

Ufkumuzu salt ‘Tayyip karşıtlığı’ ile sınırlayacak olursak, olası bir iktidar değişikliğinin hayatımızda neleri ne kadar değiştireceğini muhtemel iktidarı paylaşım tablosundan da görebiliriz. Kılıçdaroğlu ve müttefikleri bu kez karşımıza bir Cumhurbaşkanı+7 tam yetkili Cumhurbaşkanı yardımcısından oluşan ucube bir sistemle çıkacaklar. Sırf bu tablo bile bu koalisyonun aslında nasıl güvenilmez dengeler üzerinde durmaya çalışacağını gösterir. Meral Akşener’in İçişleri, Adalet ve Milli Savunma, Saadet Partisi’nin kadın ve çocuk hakları, Davutoğlu’nun dış politika, Ali Babacan’ın yanı sıra Kemal Derviş’in en güvendiği yardımcılarından CHP’li Selin Sayek Böke ve Faik Öztrak’ın, İyi Parti’nin ekonomi kurmayları olarak Ümit Özlale, Bilge Yılmaz ve Durmuş Yılmaz gibi fanatik neoliberalizm savunucularının ekonomik politikaların belirlenmesinde söz sahibi olacakları bir iktidardan ne beklersiniz?..

Bütün bu kadronun başında da örneğin Kürt halkının temsilcilerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda partisinin merkez karar organlarında alınan red kararına rağmen Genelkurmay’da bir saatlik brifing çıkışında “Anayasa’ya aykırı ama olumlu oy vereceğiz” diyebilecek kadar ‘yönlendirilmeye’ müsait Kılıçdaroğlu olacak.

Sırf “Tayyip Erdoğan’dan kurtulma” gerekçesiyle Kılıçdaroğlu’nun arkasında mevzilenip onu üstelik kayıtsız-koşulsuz desteklemek iradesizleşme değilse nedir?.. Yıllar içinde birikmiş haklı tepkiler ve değişim isteğinden hareketle süreci sadece bir yönden okuma örnekleri olarak 2011’deki Anayasa referandumundaki “Yetmez ama evet”çilik utancından ya da 7 Haziran sonrasının paralize olma hallerinden ne farkı vardır bu zihniyetin?..

Alınteri olarak biz bu siyasal aymazlığa ortak olmayacağız!.. Türkiye’nin 15 Mayıs sabahı yüz yüze geleceği ekonomik, sosyal, siyasal ve uluslar arası sorunların büyüklüğü ve derinliği göz önüne getirilecek olursa kendisine bağlanan umutları hayal kırıklığına uğratmakla kalmayıp ortaya çıkma olasılığı yüksek kaos ve karmaşayı ne kadar ve nasıl yöneteceği meçhul düzen içi bir restorasyon girişiminin siyasal sorumluları arasında yer almayacağız!.. Tayyip Erdoğan’da cisimleşen führerci tek adam diktatörlüğünün, AKP-MHP-Ergenekon faşist iktidar blokunun bir an önce yıkılması ve yaptıklarının hesabını vermesi için elimizden gelen çabayı elbette göstereceğiz ama Kılıçdaroğlu ile aynı safta, dahası onun arkasında hizalanmayacağız!..

Bizim için bu seçim süreci, kitlelerdeki politizasyonu devrimci yönde bir mobilizasyona dönüştürmek anlamına geliyor. Deprem ve krizin yıkımıyla ortaya çıkan devlet ve düzen sorgulamasını devrimci bir bilince sıçratmak için atmosferin sunduğu olanakları elimizden geldiği oranda kullanacağız. Bugün Fransa gibi demokrasinin beşiği olarak addedilen bir ülkede bile emeklilik yasası Meclis by pass edilerek geçiriliyor. Bu tutum emperyalist kapitalizmin günümüzdeki tipik siyasal eğilimidir. O açıdan da komünistlerin ve devrimcilerin işi bir führerin gitmesi yerine yeni bir ucubenin gelmesini sağlamak, parlamenter hayaller yaymak değil iflas etmiş bir sistem gerçekliğini döne döne vurgulayarak kitlelerin sezgisel kavrayışlarını devrim ve sosyalizm bilincine dönüştürmeye çalışmaktır.

Alınteri