Başlığın bir gereği olarak öncelikle vurgulayalım ki, Öcalan’a tecrit, burjuva hukukunun toplumsal ahlaka uyguladığı tecrittir. Çünkü Öcalan‘ın paradigması devlet dışı doğal toplumun adalet, özgürlük ve ahlaka dayalı paradigmasını esas almaktadır. Bu ise; Kapitalist Modernite sisteminin egemenleri için tehlikelidir. Bunu anlaşılır kılmak için hukuk ve ahlakın toplumsal temellerine kısaca değinelim.
Herşeyden önce insanı insan yapan değerin ahlak olduğunu belirtelim. Çünkü ahlak, doğal toplumun örgüsüdür. Toplumsallaşmanın ilk temeli olan ahlak, uygarlık sistemi içerisinde toplumdan uzaklaştırılarak önemsiz gösterilmeye çalışılmaktadır. Yalan, yolsuzluk, uyuşturucu, tecavüz, sürekli tüketici amaçlı alışveriş ve marka çılgınlığı, arkadaşlık, komşuluk, dostluk ve yardımlaşmanın topluma yabancılaştırılması sistemin amacıdır. Bunu da yoksulluğu derinleştirerek, bilim ve teknolojinin ahlaktan kopartılması, toplumsal değil bireysel kurtuluşu yaymanın cazip hale getirilmesiyle yapar. Bu gasp ve yalana dayalı tezgahın ardında, kadının ahlaki-politik gücünü kırarak yerine kendi iktidarını inşa eden beş bin yıllık ataerkil tarih bulunmaktadır. Bunun diğer adı “uygarlık„ tarihidir ve köle efendi çelişkisine dayanmaktadır. Bu nedenledir ki, ezilenlerin mücadelesi özünde cinsiyetçi toplumun üzerine inşa edildiği ahlak ve ahlaksızlığın mücadelesidir. Zaten bunun için iyi-güzel-doğru bir toplumsal yaşam ahlaksız inşa edilemez.
Doğal toplum incelenirken temelinde sevgi ve saygı olan ahlakla, devletli toplum incelenirken ise temelinde suç ve ceza olan hukuk kavramıyla karşılaşırız. Devlet topluma yabancılaşarak erkek egemen anlayışla inşa edilirken, rızalığa dayalı toplumsal ahlakı değil kendi sistemini halka karşı korumayı esas alır. Kadın Ana’nın adaletine dayalı demokratik komünal değerler, egemenlerin zihniyetini, kendisini nesne yerine koyan sistemini reddeder. Bu bağlamda hukuk, toplumun adalete ve ahlaka dayanan kolektif ilişkisine karşı bir darbedir. Hukuka bu pencereden baktığımızda, egemenlerin güç kullanarak toplumu yasal kuralllara uymaya zorladığını görürüz. Oysa klan ve kabilelerdeki doğal kurallara (ahlaka-töreye) kendiliğinden uyma sözkonusudur. Çünkü klan veya kabile‘nin güvenliği ve yaşamını o klan veya kabile‘nin kendisi almaktadır. Kendisine dışarıdan bir gücün dayatması yoktur.
Devlet toplumsal doğanın ahlaka dayalı yaşamını, kendi hukukunu inşa ederek bozdu. Bu nedenle inşa edilen hukuk ahlaksızdır. Bunun böyle olduğunu ülke ve dünya hukuk sisteminde görmekteyiz. Kürtler söz konusu olunca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin de uygulanmadığını görüyoruz. Sayın A. Öcalan ve yoldaşlarına uygulanan tecrit, Paris katliamları, HDP’ye silahlı, silahsız ve de hukuk sopasıyla yapılan saldırılar, kadına ve çocuklara yönelik tecavüz ve şiddet, CPT, AHİM, BM vd. Avrupa karar mekanizmalarının üküyüzlü durumu ahlaktan yoksun hukukun kimin için işletildiğini insanlığa göstermeye devam etmektedir.
Bu nedenle zalimlerin egemenlik sisteminde hukuktan bahseder ve uygulanmasını isterken dikkat etmek gerekir. Çünkü egemenlerin hukuku, insanı anlam ve duygusundan uzaklaştırarak güçsüz kılan hukuktur. Onların hukukunun bu özelliği mücadeleyle kanıtlanmıştır. Bu hukuktan halkların payına düşen ise, İmralı hücresinde teslim olmayan Öcalan’ın nefes alabilmek için yere uzanıp kapı altından sızan havayı içine çekmesine benzemektedir.
Abdullah Öcalan’ın “Asıl doğuşu Roma toplumunun M.Ö 750’lerde kent devletine dönüşmesiyle“ başladığını belirttiği hukuk, tehlikeli bir kavramdır. Hak ve özgürlük isteyenlerin toplum dışı bir sistemin zalimlerinden medet umarak, halk için adalet beklentisine giremeyeceği açıktır. Askerliği ve siyaseti temel kurallara bağlayan egemenlerin çağdaş hukukunun, sıra özgürlük için mücadele eden Kürt halkına geldiğinde ne kadar zalimleştiğini yaşayarak görmekteyiz. Bu nedenle hem, “ülkede adalet ve hukuk kalmadı deyip hem de hukukun dışına çıkmadan haklarınızı arayın“ çağrısını yapmanın tutarsızlığı, egemenleri yeterince tanımamanın bir göstergesi olmaktadır. Oysa ki, şiddete baş vuran devlettir. Hukuk zaten devletin çıkarlarını korumak için vardır. Olmayan ise ahlaka dayalı demokratik özgürlükçü hukuktur. Bu itibarla halkın kendi aleyhine olan hukuku reddedenlerin, ahlakı sahiplenmek için sokağa çıkmasının meşruluğu açıktır. Çünkü özgürlükçü demokratik hukuk mücadelesi, aynı zamanda zalimin hukukunu ahlakla buluşturma mücadelesidir. Bu temel mücadelenin örneğini, ahlaka dayalı kendi sistemini inşa etmekte olan Rojava’da görmekteyiz. Sadece toplumsal ve ekolojik yıkımın kökenindeki ahlaki tahribat bile, egemenlerin ahlaki-politik topluma karşı bir savaş halinde olduğunu kanıtlamaktadır. Bu gerçeklik tecrite karşı olma mücadelesiyle, ahlaki-politik toplumu inşa etme mücadelesinin iç içe olduğunu göstermektedir. Bu itibarla, toplumsallığı korumayı esas alan Ahlaka dayalı özgürlükçü hukukun güçlendirilmesi önemlidir. Bu hukuk dikey işleyişi yerine, yatay işleyişi, yani komün ve meclislere dayalı bir toplumsal örgütlenme inşasını esas alır. Bu ise, söz-yetki-karar ve uygulamanın halka ait olması anlamına gelmektedir.
Elbette ki genel mücadelenin bir parçası olarak, tecrit sistemini parçalamak ve sistem içinde ahlaka dayalı özgürlükçü hukuk alanını genişletmenin demokratik mücadelesini vermek de önemlidir. Egemen hukuka karşı verilen mücadelenin güçlendirilmesi, bütün canlıların hava-su ve topraktan özgürce yararlanma hakkını da kapsamaktadır. Fakat bunların da devlete hakim güçler tarafından her an çiğnenebildiği, Öcalan’a uygulanan tecrit ve Paris katliamında da görülmüştür. Haydutluğa ve talana dayalı Kapitalist Modernite uygarlığı özne uygun bir işleyişe sahip olduğunu ispatlamıştır. Fakat bu devran böyle gitmez! Bilge insanın da demiş olduğu gibi, er ya da geç “zorbalık ve yalana dayalı düzen kaybedecek, özgürlük ve adalete dayalı düzen kazanacaktır!“