“Yargı Krizi” Devrimcilere Ne Söylüyor? – Baran Günebakan

Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında patlak veren “yargı krizi” faşist saray iktidarının ve burjuva muhalefetin karşılıklı hamleleri çerçevesinde sürüyor.

Bu meseleyi salt bir “yargı krizi”, sadece egemen sınıfın siyasi blokları arasındaki bir çatışma olarak değerlendirmek, en iyi ihtimalle, devlette güçler ayrılığı ilkesini ve yargı bağımsızlığını savunmakla sınırlı burjuva demokratik bir bakış açısında konaklamak olur. Bu bakış açısınınsa halklarımızın ölesiye susamış oldukları politik özgürlüğe bigane kalmaktan, düzen solu CHP’nin odağında durduğu burjuva muhalefete bağlanmaktan başka bir siyasi ufku yoktur.

Bugün “yargı krizi” kılığına bürünmüş meselenin özü, faşist şef Erdoğan’ın Türkiye ve Kürdistan’da mezarlık sessizliği yaratma amacında ifadesini bulan siyasi programını sonuca götürme yönelimi ile faşist şeflik rejimine karşı direniş dinamiklerinin yok edilemeyen varlığı arasındaki çelişkidir. Faşist şef işçilerin ve ezilenlerin sayısız mücadeleleri sonucu yasallaştırılmış çeşitli demokratik haklardan, söz, basın, toplantı, örgütlenme ve eylem özgürlüklerinden halihazırda geriye kalmış olanları da gasp etme, gözaltı, tutuklama ve ceza terörünü sınırsızlaştırma, Gezi davası ve Kobanê davası gibi saray güdümlü bütün siyasi yargılamaların hızlı ve kati hükümlere bağlanmasını, halkçı vekillerin parlamentodan atılıp hapse kapatılmasını frenleyen yasal mevzuatı ortadan kaldırma hesabındadır. Burada Yargıtay, sarayın siyasi programını uygulamasının aparatlarından biridir, tıpkı sarayın polisi, medyası veya belediyesi gibi.

Demek ki söz konusu “yargı krizi”, siyasi koşulların daha da sertleşeceğinin, yasal demokratik kazanımların tırpanlanmasına hız verileceğinin, faşist yargılama ve hapsetme silahının daha sık kullanılacağının çarpıcı bir alametidir. Öyleyse bu, işçi ücretlerini palavra enflasyon tahminlerine endeksleyip zorla budamak, Kürdistan’daki sömürgeci işgallere yeni halkalar eklemek, kadınlar üzerindeki ataerkil tahakkümü artırmak, LGBTİ+ kırımı örgütlemek, Alevilere Sünnileşme dayatmasını şiddetlendirmek, toplumsal hayatın zoraki islamizasyonunu ivmelendirmek anlamına da gelecektir.

“Yargı krizi” gerçekte yönetmeme krizinin güncel bir dışavurumudur. Faşist şefin burjuva parlamenter sistemi çoktan çöpe göndermiş ama toplumun yarısına başkanlığının meşruluğunu halen kabullendirememiş olması, siyasi otoritesini pekiştirmek için en zalim yöntemleriyle devlet terörünü yoğunlaştırmaktan başka bir çare bulamaması, tüm güç ve imkanlarıyla saldırmasına rağmen Kürt ulusal demokratik hareketinin iradesini kıramaması ve devrimci hareketi yenilgiye uğratamaması yönetememe krizinin temel göstergeleridir. Erdoğan’ın yeni bir saray anayasası yapma niyeti ise bu yönetememe krizinin limitsiz sömürgeci faşist devlet terörüyle aşılmasını resmileştirme hedefinden başka bir şey değildir. Onun Anayasa Mahkemesi’ni bütünüyle işlevsizleştirip saraya bağlama hedefli faşist hamleleri bir süredir niyet ettiği saray anayasasının katıksız faşist bir niteliğe sahip olacağını zaten herhangi bir tereddüde yer bırakmayacak şekilde kanıtlamaktadır.

Düzen solu CHP’nin bugünkü “yargı krizi” çerçevesinde burjuva parlamenter gevezeliğin ötesine geçen bir demokratik tutum takınmayacağı, emekçilerin ve ezilenlerin demokratik haklarını korumak amacıyla sokağa çıkmaları olasılığına kapıyı kapalı tutmak için elinden geleni yapacağı bellidir. Bu koşullarda, “demokratik anayasa” talebiyle siyasi yol katedilebileceği, faşist şefin yeni anayasa oyununa “demokratik anayasa” tartışmasıyla müdahale edilebileceği, parlamentodaki halkçı demokratik çalışmaları “demokratik anayasa” hedefine yöneltmekten sonuç alınabileceği biçiminde emekçi sol hareket saflarında gündemleşen düşünce de emekçilerin ve ezilenlerin demokratik hak ve özgürlükler için mücadelesini geliştirme imkanından yoksundur.

Demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, faşist şeflik rejimine karşı emekçilerin ve ezilenlerin direnişini büyütmekle mümkün olur. Yasal demokratik mevzilerin koruması, mücadelenin günden güne faşist tırpan atılan mevcut yasaların cenderesine sıkışmamasını gerektirir. Erdoğan’ın bugünkü “yargı krizi”nde yansımasını bulan faşist siyasi programının püskürtülmesi, emekçi sol hareketin fiili meşru mücadelede daha kararlı ve dövüşken davranmasını şart koşar.

“Yargı krizi”nin işaret ettiği faşist mezarlık sessizliği yaratma saldırganlığına karşı mücadelede güncel görev, beyhude “demokratik anayasa” tartışmalarıyla söz tüketmek değil, halklarımızın demokratik istek ve talepleri uğruna fiili meşru mücadeleye boylu boyunca atılmaktır. Örneğin söz ve basın özgürlükleri kapsamında, “Faşist yasalara ve faşist fiili uygulamalara son!”, “Tutsak basın emekçilerine özgürlük!”, “Kitaplara, dergilere, gazetelere, radyolara ve televizyonlara özgürlük!”, “Tiyatro, konser ve festival yasaklarına son!” gibi şiarlar faşist saray rejimine karşı çıkan emekçilerin ve ezilenlerin somut güncel istek ve taleplerinin dile gelişidir.

Bu gibi şiarları yükselterek halklarımızın duygu ve düşüncelerine öncü eylem biçimleriyle tercüman olmak, kapatma ve yasaklama saldırılarına karşı yasal demokratik kurumları ve hakları fiili meşru tarzda savunmak, emekçileri ve ezilenleri söz, basın, toplantı, örgütlenme ve eylem özgürlükleri için durmaksızın mücadeleye çağırmak, kuşkusuz ki faşist saray rejimine son verme amacıyla bağlıdır.

Faşizme karşı mücadeleyi büyütme niyeti ve kararlılığı taşıyan devrimci ve demokratik güçler bu bakımdan birleştirici, cesaretlendirici ve harekete geçirici inisiyatifler sergileme sorumluluğundadır.