Pahalılığa, İşsizliğe Ve Yoksulluğa Karşı Ayağa Kalk!- Baran Günebakan

2024 yılına girmek üzereyken, etin kilosu 350 lirayı aştı!

Saray istatistikçileri Aralık ayında yıllık enflasyon oranını yüzde 62 olarak açıkladı. İşçiler ve yoksullar ise gerçek enflasyonun bu oranın en az iki misli olduğunu marketlerde deneyimlemeye devam etti.

Yüksek enflasyon emekçi gelirlerini hızla kemirirken, saray iktidarı yine asgari ücret tespit tiyatrosunu sahneye koydu. İşçilerin yüzde 70’inin asgari ücretle çalıştırıldığı, 7 milyon işçinin asgari ücret dahi alamadığı, ortalama ücretin asgari ücretle denkleştiği günümüz koşullarında, asgari ücretin seviyesi yoksullaşmanın şaşmaz barometresine dönüştü. Üstelik 2024 için asgari ücretin yılda bir defa ve sarayın palavra enflasyon oranına göre artırılacağının belirtilmesi, milyonlarca işçinin açlık sınırına takılan bir ücrete mahkum edileceğinin fütursuz ilanı olduğu kadar, enflasyonun işçiler ve emekçilerden patronlara ve zenginlere düpedüz bir servet transfer mekanizması olduğunu da tekrar gözler önüne serdi.

Bu arada burjuva mecliste 2024 bütçe görüşmeleri faslı da açıldı. Sarayın yıllık bütçe teklifi devletin toplumsal hizmet harcamalarının kısılacağına, emekçiye yeni vergiler salınacağına, patronlara daha çok mali kaynak aktarılacağına işaret etti. Bütçedeki aslan payının, yani bütçenin yüzde 11’inden fazlasına ve geçen yılki büyüklüğün iki misline tekabül eden bir meblağın, faiz ödemeleri adı altında, yerli ve yabancı sermaye baronlarına sunulması tasarlandı.

Faşist saray rejiminin bu asgari ücret ve bütçe hesapları, 2024 yılına, işçi sınıfı ve emekçileri cenderesine almış olan yoksullaşma krizinin hızlanmasıyla gireceğimizi gösteriyor. Enflasyonu düşürmek adına faizi yükseltme, emekçininse gelirini azaltma, vergi yükünü artırma ve tüketimini kısma politikası, yani yaygın halk deyişiyle kemer sıkma paketi, sarayın maliye bakanı Mehmet Şimşek imzalı Orta Vadeli Program’ın özü özeti.

Önce, faşist saray iktidarını dolaysızca arkalayan sermayedarlara ucuz kredi ve iç borç çevrimi imkanları sunmak için faiz aşağı çekilmişti. Döviz kuru arttıkça ve TL değer kaybettikçe işgücü de ucuzlayacak, ihracat karları yükselecekti. Fakat bu politika sürdürülemez oldu. Zira enflasyon dizginlerini koparmakla kalmadı, Merkez Bankası’nın rezervi eridi, döviz kıtlığı baş gösterdi ve dövizle borç ödeme dengesi sarsıldı. Mehmet Şimşek’in bakanlığa getirilmesi işte bu maliye politikasının sonunu simgeliyordu. Ama yeni maliye politikasının da emekçiler için hiçbir hayırlı tarafı olmadığı çabucak ortaya çıktı.

Ya kırk katır ya kırk satır! İster iktisadi canlılık uğruna faiz düşürülsün, döviz kuru ve enflasyon fırlasın, isterse enflasyonu düşürmek uğruna faiz yükseltilsin, ücretler ve tüketim baskılansın, her halükarda on milyonlarca emekçi için yegane sonuç günden güne derinleşen yoksullaşma krizi.

Daha ilk bakışta görüldüğü üzere, burjuva muhalefet sarayın faiz artırımına dayalı yeni maliye politikasına angaje olmuş durumda. İktisadi ve mali programlar bakımdan AKP ile CHP arasındaki fark MÜSİAD patronları ile TÜSİAD patronları arasındaki farktan fazla değil, faşist politik islamcı iktidar partisi ile burjuva parlamenter restorasyoncu muhalefet partisi yoksullaşma krizini derinleştiren yolu döşemekte bugün pekala ortaklaşıyorlar. İktidardan ya da muhalefetten yana konum alan burjuva iktisatçılar neredeyse ağız birliği ediyorlar. Sendika ağaları asgari ücret tespit tiyatrosuna figüranlık, işçi ücretlerini budamaya açıkça suç ortaklığı yapıyorlar.

Onurlu ve insanca yaşamaya yeterli bir ücret ödenmesi, herkese temel gelir güvencesi ve barınma hakkı sağlanması, zam furyasının son bulması, emekçilerden alınan vergilerin kaldırılması, doğalgaz, elektrik ve suyun, ulaşım ve iletişimin, eğitim ve sağlık hizmetlerinin parasız olması alınteriyle yaşayanların iktisadi zemindeki belli başlı talepleri ve özlemleri. İşçilerin, emekçilerin ve yoksulların bu talepler ve özlemler için faşist şef Erdoğan’ın saray rejimine, onun iktisadi ve mali politikasına karşı mücadele etmekten başka çaresi yok. Çareyi burjuva muhalefetin siyasi demagojilerinde aramanınsa bu mücadeleyi kötürümleştirmekten başka bir getirisi yok.

Şimdi 2024 yılına girmek üzereyken, Aluform Pekintaş’tan Asır Plastik’e, Agrobay’dan Özak Tekstil’e çeşitli işyerlerindeki direnişlerde, kamu emekçilerinin mitinglerinde, emekçi mahallelerindeki gösterilerde işçi-emekçi itirazları yükseliyor. Fakat onurlu ve insanca bir yaşam arzusu 2024’te faşist şeflik rejimine karşı dişe diş bir mücadele geliştirmeyi şart koşuyor. Faşist şefin sadece şu son bir-iki hafta içindeki saldırganlık örnekleri bile bunu fazlasıyla kanıtlıyor. Zira polisi mütemadiyen direnişçi işçilerin üzerine süren, il sınırları dahilinde işçi gösterilerini yasaklayan, sendikal örgütlenme hakkını devlet terörüyle gasp eden, mücadeleci kamu emekçilerini tam bir keyfilikle meslekten ihraç eden, demokratik mesleki bir örgüt olan Türk Tabipler Birliği’ne kayyum atamaktan geri durmayan, “savaşa değil halka bütçe” diyen sesleri zindan tehdidiyle susturmak isteyen faşist şef Erdoğan, Türkiye ve Kürdistan’da katıksız bir mezarlık sessizliği hüküm sürmesini hedefliyor.

Bu yüzdendir ki, işçilerin ve yoksulların ileri bölükleri birleşik devrimci güçlerin öncü, yol açıcı ve birleştirici hareketine, “Ayağa Kalk” çağrısının iktisadi ve siyasi mücadelelerde etkili biçimlerde yankılanışına ihtiyaç duyuyor.

Bu yüzdendir ki, “Onurlu ve insanca yaşamaya yeterli bir ücret için ayağa kalk!”, “Pahalılığa, işsizliğe ve yoksulluğa karşı ayağa kalk!” şiarlarının yanına “Özgürlük ve adalet için ayağa kalk!” ve “Faşist saray rejimine karşı ayağa kalk!” şiarlarını fiili meşru eylem pratiğiyle kazımak gerekiyor.