Birleşik devrimin siyasallaşamama sorunu

İçinde bulunduğumuz politik durum artık bir nesnellik haline gelmiştir.

Yaşanan siyasal ve mali krizin, bir bütün olarak burjuvazi ve onun iktidarı elinde tutan en döküntü temsili üzerinden bir çözümü yoktur.

Devimci hareket ülkenin içinde bulunduğu krizi değil bu krizden proletarya ve halklar adına nasıl çıkılacağını somut örgüt ve mücadele biçimleri üzerinden konuşmalıdır.

-II-

Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin birleşik stratejik hedefi faşist ve sömürgeci TC devletidir. Bu belirleme beş yıldır mücadelenin rotasını oluşturuyor.

Başlangıçta salt askeri planda belirlenen bu rota, bu yılın başlarından itibaren politik plandaki eksiklerini de gidermek üzere yeniden düzenlendi. Birleşik devrim siyasallaşma sürecine yöneldi ama gelinen aşama itibariyle görülmektedir ki pek ilerleyemiyor.

Siyasal mücadelenin öne çıkan ve kitleler için çok belirleyici olan bütün temel konularında; işsizlik, pahalılık, açlık, yoksulluk karşısında, gerillaya ve liberal Kürt siyasetine karşı sömürgeci saldırı karşısında, salgın karşısında ve yangın karşısında hiçbir somut mevzi tutturamıyor.

-III-

Bunun iki temel nedeni var.

Birincisi, öyle sanılsa da birleşik devrimin saha kadrolarının eski dönem alışkanlıklarıyla mücadeleye yönelmesi değildir. Bu bir tezahürdür. Asıl neden, kadroların eski alışkanlıklarına yol verecek tarzda birleşik devrim örgütlerinin kendilerini birleşik devrim stratejisine göre mevzilendirememeleridir.

Birleşik devrim örgütleri, her biri büyük bir mücadele tarihine dayanan tekil örgüt ve siyaset anlayışlarını birleşik devrimin gereksindiği birleşik çerçeveye yerleştirebilmeyi metodik olarak henüz başarabilmiş değillerdir.

Türkiye devrimci hareketinin kaba militanlığı aşkın sınıf mücadelesi düzeyindeki teorik paradoksları ve küçükburjuva ideolojik kimliği bu sorunda oldukça öne çıkmaktadır.

Birleşik devrim örgütleri devrimi kendilerinde, eylem birliği/cephe vb. taktik ittifak yayılımını diğer birleşenlerde gören bir anlayışla, pratik politik gereklerinden azade öncülük varsayımını statüko olarak korumaya çalışan bir perspektif dağınıklığı içindedirler.

Olması gereken, devrimin verili örgüt ve siyaset birikimini kendi devrimci inisiyatifi altında mücadeleye zorlayarak öncüleşmek iken, bu şekilde pratik karşılığı henüz üretilememiş bir öncülük varsayımına, birleşik mücadelenin verili ideolojik, politik ve pratik yetersizliklerinde varoluş imkânı aranıyor.

Mücadelede başa geçmek başa geçmekle olur. Yetersizliklerde yetersizliklerle varolmaya çalışarak olmaz.

Siyasallaşma sürecindeki düşük düzey bu perspektif dağınıklığının ve darlığının bir sonucudur. Kadro, örgütü tarafından henüz bilince çıkarılamamış bir öncülük hattına enerjisini ve insiyatifini yöneltmez. Bu birleşik mücadelenin pratik geriliğinin birincil nedenidir.

İkincisine gelince; birleşik mücadelenin öncülük zaafı sınıf mücadelesinin diyalektiğinde karşıtını da harekete geçirmiştir. Birleşik mücadelenin bıraktığı boşluk düzen solunca doldurulmaya çalışılmaktadır. Birleşik mücadelenin öncü ve özgün siyasallaşamamasının ikinci nedeni, kendi eylem ve örgütlenme alanını liberal ve küçükburjuva solun işgaline açmasıdır.

Bu pratik gerilik, birleşik mücadeledeki ideolojik-politik bir sorun halinin dışa vurumudur.

Birleşik devrimin örgütleri, öncülük varsayımı itibariyle devrimi kendilerine saklayabilmek için birleşik mücadele zeminini reformizme çekmektedirler. Çok Doğucul ve çok bildik bir tutum.

Siyasal planda birleşik mücadelenin örgütlenmesinde ciddi kararsızlık sorunları yaratan AKP-MHP diktatörlüğüyle daraltılmış bir “faşizme karşı en geniş cephe” arayışları, yerli yerine oturtulamayan “strateji mi, taktik mi” diskurları birleşik devrimin askeri tarzlardan siyasal tarzlara geçerken devrimcilikten reformizme doğru bükülmesine yol açmaktadır.

Teorik olarak bütün bileşenler Türkiye’de faşizmin tasfiyesinin bir devrim sorunu olduğunda birleşmiştir. Ve yarınki bir seçimde CHP’nin desteklenmemesi gerektiği konusunda da hem fikirdirler. Kürt devrimince kodlanan “üçüncü yol”un devrimci rotası ve hedefleri konusunda da birleşiktirler. Ama?… Yetişkin nüfusun dörtte birinin artık bir çözüm beklemediği burjuva parlamentoyu “işlevli kılma” çağrıları yükselten, siyasal süreçte CHP’yi “farklı ama ittifak edilebilir” ilan eden TİP ve aynı ayardaki düzen soluyla kol kola girmeyi birleşik mücadeleye “taktik” olarak pekâlâ sunabilmektedirler. Birleşik mücadelenin siyasal tartışma platformlarında ve kimi bileşenlerin siyasal edebiyatlarında bu böyledir.

Liberal, küçükburjuva sol muhalefet çerçevesindeki ideolojik ve siyasal bir daralma içinde militanlarımızın proleter devrimci bir öncülük hattının gereksindiği enerji ve inisiyatifi açığa çıkarması beklenemez. İdeolojik ve siyasal olarak güçlendirilmediği koşullarda birleşik mücadelenin tarz ve temposu, düzenden güç alan düzen muhalefetinin tarz ve temposunca geri çekilecektir. Çekilmektedir.

Birleşik mücadelenin olabilen değil olması gereken örgüt ve mücadele çizgisi, öncü devrimci ideolojik ve siyasal perspektifle belirlenmelidir: Birleşik devrim ve birleşik mücadele devrimci demokratik halk iktidarı programına koşulmalıdır.

-IV-

Ve keza, elbette birleşik mücadele, birleşik devrim stratejisine bağlı taktik bir örgütlenmedir. Yarın koşullar değiştiğinde başka biçim ve tarzlarla ama aynı taktik bağlam içinde başka örgütlenmelerle yeri yenilenecektir.

Bu fonksiyonda, tekil öncülük varsayımı itibariyle birleşik devrimin kendisini taktik görmek, yukarıdaki aktarımlarda düzey kaydırmaktan öte, örgüt ve mücadele yönelimi ve yönetimi itibariyle hiçbir değişikliğe yol açmaz. Birleşik devrimi stratejik bir öncülük hattı görüyorsanız birleşik mücadele bu stratejiye bağlı taktik örgüt ve mücadele bağlamı oluşturur, yani strateji içi taktik esasta ele alınır; yok, öncülük varsayımlı strateji planı itibariyle birleşik devrimi taktik bağlamlı görüyorsanız, birleşik mücadele bu taktik bağlamla taktik bağlamda ilişkilenmiş, yani taktik içi taktik bir örgütlenme olarak ortaya çıkar.

Yani her durumda birleşik mücadele kendi işlev tanımını birleşik devrimde bulur. Birleşik mücadele birleşik devrimin bir fonksiyonudur. İster stratejik ister taktik düzenleme getirin birleşik mücadelenin belirleyeni birleşik devrimdir.

Öncüleyin, tekil öncülük silsilesinde taktik içi taktik bağlam gündelik iş birliklere göre düzenlenebilecek olsa da birleşik mücadelenin kendisini tanımlayan bir üst bağlam öncelde birleşenlerin iradesiyle oluşmuş ama mücadele sürecinin gelişmesi ve gerekleri itibariyle artık onların üstünde bir yabancılaşma düzeyi de oluşturmaya başlamış haliyle hiç de böyle bir dar, gelgeç kavrayışa uyumlu değildir.

Burada kategorik mülahazaların ötesinde soru basittir: birleşik devrim yapılanması birleşik devrim hedefli midir, yoksa bu iddia daha geri siyasal hedeflerin üzerine vurulmuş ajitatif bir yaldız mıdır?

TC’ye, DAİŞ’e karşı savaşın içinde pekiştirilen siper yoldaşlığı üzerine yükselen bir örgüt ve mücadele hattı itibariyle cevap da çok basittir: Birleşik devrim, birleşik devrim hedeflidir. Birleşik devrimi tarif eden strateji, birleşik devrim stratejisidir. Bu strateji, sömürgeci faşist TC’nin yıkılmasını ve yerine devrimci demokratik halk iktidarının kurulmasını hedefler.

Bu stratejik bağlam bileşenlerin kendi devrim stratejileriyle büyük çapta özdeştir. Bu durum devrimde öncülük sorununun klasik kabullerini tartışmaya açar. Sorun tekil öncülük sistematiği ile çoğul/birleşik öncülük sistematiği arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağında; tekil öncülük hattının birleşik öncülük hattına nasıl içkin kılınacağındadır. Tabii, eğer ki tekil öncülük varsayımını korumak adına nasıl uzak kalınacağına dair bir tercih yoksa… Daha yalın bir ifadeyle kimi yoldaşlarımızca gündeme getirilen strateji-taktik konfüzyonunun temel kaynağı tekil öncülük varsayımının birleşik öncülük pratiğinde nasıl korunacağı, bu pratiğe nasıl egemen kılınacağındadır.

İfade ettik; bu her şeyden önce kategorik tasniflerle çözülecek bir sorun değildir, hayatın mihenk taşına vurularak çözülecektir. Biz, kendi öncülük iddiamızı siper yoldaşlarımızın gücüyle katlayarak pratikleştireceğimizi mücadele tarihimizin referansları üzerinden biliyoruz. Her bileşene ait onlarca yıllık tekil pratiğin aşılamayan açmazları karşısında birleşik mücadelenin engellenemez devinimi bizi kolayca bu sonuca ulaştırabilmektedir.

Birleşenlerin öncülük iddialarını varsayımdan hakikate geçirmelerinin düzlemi devrimin birleşik düzlemidir. Başkacası değil. Dolayısıyla, devrimin günceldeki örgütlenme düzeyi itibariyle, çoklu ama aynı programlı öncülük dizilimindeki örgütlerimiz, devrimin birleşik kurmaylık hattını, tekil öncülük varsayımlarına eklemeye çalışmak yerine, ki beyhude bir çaba olduğu görülebilmelidir, tekil öncülük varsayımını birleşik öncülük pratiğinde gerçeğe dönüştürmeyi başarabilmelidirler.

Aslına bakacak olursanız, tarihin olağandışılıklara yer verdiği kimi süreçler bir kenara, birleşik devrim Türkiye’nin tarih kurgusu itibariyle en uygun ve zorunlu bir örgüt ve mücadele modelidir.

Sermaye birikimine Batı’dan binlerce yıl önce başlayan Doğu’nun manifaktüre ilerleyemeyip Çarşı’da kalması küçük üreticilerin aralarındaki duvarları yıkacak kolektif irade ve aksiyonu gösterememesindendir. Ülkedeki siyasal birlik süreçlerinin başarısızlığında bin tür gerekçe ve tezahürüyle bu tarihsel arka plan yatar.

Örgütleri birleşik partiye götürmeye tarihsel yatkınlığımız yoktur ama çarşıyı manifaktür üretkenliğine zorlayacak araç bilinmektedir: Devrimci demokratik cumhuriyet programı devrimci mücadeleyi birleşik ve kolektif kılacak buhar gücüdür.

-V-

Strateji-taktik karmaşası içinde birleşik devrimi ve birleşik mücadeleyi programatik düzeyde birbirinden ayırmak, onları farklı düzeylere doğru çekiştirmek bir küçükburjuva ideolojik sapma değilse tehlikeli bir siyasal perspektif problemidir.

Birleşik mücadele, bütünlüklü bir birleşik devrim fikri ve faaliyetinin özel bir alan mevzilenmesidir. Doğrudan proletarya ve ezilen kesimlere dönük, bu kesimlerin fiili ve meşru mücadelesini yasal ve yarı yasal örgütlemeyi ve yükseltmeyi amaç edinen bir örgütlenmedir. Yani birleşik devrim fikir ve mücadelesini doğrudan kitlelere taşıyan, eskiden söylediğimiz haliyle bir volan kayışıdır. Bir volan kayışı olarak birleşik mücadele birleşik devrim motorunun ideolojik ve siyasal gücünü kitlenin eylemine taşımak ve dönüştürmekle yükümlüdür. Birleşik devrimin ajit-prop’unu doğrudan kitle örgütlenmesine ve eylemine dönüştürmekle yükümlüdür. Motor devrim basarken kayış reformizmle dönmeye kalkarsa kütle hareket etmez ya da doğru hareket etmez. Birleşik devrimle birleşik mücadelenin programı bir ve aynıdır. Aralarındaki fark bu programın propagandası ve örgütlenmesindeki tarz ve yöntem farklılığıdır. Birleşik devrim programa tabiyetini yasadışılık ve devrimci şiddet dahil bütün alan ve tazların birleşikliğinde pratikleştirirken birleşik mücadele birleşik devrimin programını kendi alanının gerektirdiği tarz içinde, yani kitle siyasetinin yasal, yarı yasal siyasallığı zemininde yaygınlaştırmak, örgütlemek ve eyleme dönüştürmekle yükümlüdür. Birleşik mücadele birleşik devrim bütününe aittir. Başka türlü bir varoluş taşıyamaz. Birleşik devrim bütün mücadele alanlarının birleşikliğini temsil ediyorsa, birleşik mücadele birleşik devrimin kendi mücadele alanındaki temsilidir. Birleşik mücadele, kendi alanındaki diğerlerine benzemekle değil, kendisinin de bir parçası olduğu bütünü kendi alanında maddeleştirmekle yükümlüdür.

Birleşik devrimle birleşik mücadele arasında birincinin bütün alanların birleşikliğinden oluşması, kendisinin ise sadece kitle alanıyla belirlenmesi nedeniyle sadece eyleyiş farkı vardır, programatik, taktik hiçbir fark söz konusu değildir. Olamaz. Birleşik devrim filan hedefli bir saldırı taktiği belirlemişse birleşik mücadele o hedefin toplum hayatındaki tezahürlerine karşı gösteriden işgallere kadar varan kitle tarzlarını hayata geçirecektir, birleşik devrim falan gerekçeyle geri çekilme taktiğindeyse birleşik mücadele “basbayağı hareketsizlik” dahil bütün tarzlarla mücadeleyi koruma altına almaya yönelecektir, vb. ama ajit-prop’ta asla bir farklılık olmayacaktır. Pratikte, birleşik devrimle birleşik mücadele arasında programatik ya da taktik farkların ortaya çıkması ya da politikada savunulması bir sapma halidir.

Lenin’in Sosyalizm ve Savaş broşüründe, bırakalım çalışma tarzının fiili ve yarı yasal esneklikler taşıyabildiği kitle örgütlenme alanını, parlamento grubunun çalışması üzerine yaptığı değerlendirme bu konuda eğitici ve belirleyici olmalıdır.

Lenin burada, savaş karşıtı politik tutumda parti Duma grubunun keza bolşevik ve menşevik ayrımına uğradığını ve bolşevik parlamento grubunun yasadışı toplantılar dahil bütün yöntemlerle partinin politikasını kitllere taşımak için çalıştığını ve bundan dolayı Çarlık tarafından idam cezalı mahkemelerde yargılandığını anlatır. Ve sorar: “İşçi sınıfına ne tür bir parlamenterizm gerekli?”

Bu birleşik mücadelenin önündeki sorudur: proletarya ve ezilen halklara ne tür bir kitle mücadelesi ve örgütlenmesi gereklidir?

Menşevikler gibi “her türlü sorumluluktan kurtulmak” ve bizim düzen solumuz gibi salt göze boya çalmak için mi mücadele edilecektir, yoksa bolşevikler gibi “sonuna kadar devrimci kalmak, en zor koşullar altında bile sosyalist ve enternasyonalist olarak” mı? “Kimileri burjuvaziye, kimileri proletaryaya hizmet eder. Kimisi sosyal emperyalisttir (verili bağlamda reformist-nb), kimisi devrimci marksist (verili bağlamda devrimci marksist-nb).”

Devrimciler için devrimin programına ve taktiklerine bağlılık ve devrim ve reformizm arasındaki çatışma mücadelenin bütün alanlarında geçerlidir.

-VI-

İçinde bulunduğumuz süreçte Saray diktatörlüğünün ve bir bütün olarak oligarşinin krizi derinleşmektedir. Bu gidişin önümüzdeki birkaç ay içinde bir siyasal türbulansa dönüşeceği bütün siyasal gözlemcilerin tahmini halindedir.

Hem Türkiye burjuvazisi hem de uluslararası finans kapitalizm Saray iktidarının artık bir gelecek vaadetmediğini her düzeyde ifade ediyor. O kadar ki burjuva platformda yandaş muhalifliğiyle eleştirilen Kılıçdaroğlu bile bir tür “ikili iktidar” söylemi kullanmaya başladı: “gelecek iktidarın temsilcisi olarak borçları ödemem… emperyalistlerin mülteci hapishanesi olmayız, vb…”

Anglo siyonist emperyalizmin Ortadoğuya hâkim olmak için geliştirdiği bir siyasal projenin aparatı olarak Türkiye’de de egemen olan siyasal islamın artık emperyal projelerdeki değişiklikler itibariyle geçerliğini yitirme süreci Mısır’da Mursi’nin alaşağı edilmesiyle başladı. En son Tunus’ta İhvancı Ennahda’nın parlamento hakimiyetinin ve siyasal kurumlarının tasfiyesiyle artık herkes bu sürecin son durağı olarak RTE-Saray iktidarına bakmaya başladı. Tayyip ve Saray rejiminin Libya ve Akdeniz politikaları başta olmak üzere bütün bölge politikalarında desteği olan İhvancı Gannuşi’nin uluslararası emperyalizmin yerel laik güçlerle ittifakı sonrasında çok da gürültü koparmadan alaşağı edilmesi elbette Türkiye’nin geleceğine ait uzanımlar da yaratacak bir değerdedir.

Tunus’ta ya da benzer başka ülkede böyle bir altüstlüğü zorlamanın öncelikli ön koşulu siyasal islamın bir tehdit potansiyeli oluşturma gücünden düşmesidir. İslam, emperyalizmin Doğu ve Ortadoğu esaslı yayılım alanlarının önemli bir ideolojik ve siyasal mekanizması olduğu için bu önkoşulun uluslararası emperyalist burjuvazi tarafından önemsediğini daha önceki değerlendirmelerde belirtmiştik.

Gannuşi’yi deviren Kays Said 2019’da %72 oyla cumhurbaşkanı oldu. Bugün itibariyle RTE’nin ülke desteği de artık %40’ın altına düşmüş durumdadır. Ve Millet İttifakı, Saray ittifakının birkaç puan önüne geçmektedir.

Türkiye’de gericiliğin giderek daralmakta oluşu ülkenin içinde bulunduğu mali ve finansal darboğazla bir araya geldiğinde emperyalist burjuvazinin bir siyasal alt üstlük beklentisi için koşullar olgunlaşmaya başlamış sayılabilir. Gene de böyle bir rejim değişikliği için siyasal islamın geri bir dengeye zorlanması, emperyalist burjuvazi açısından gerekli ama yeterli olmayan bir koşuldur.

Yeterlilik için bu sürece bir başka koşulun daha iştirak etmesi gerekir: rejim değişikliği süreci devrimci bir kaosa yol açmamalıdır.

Geriye dönük bir bakışla, Tunus’ta, emperyalist burjuvazinin Arap Baharı tecrübesi ile ilk koşulun sağlanması halini ikinciyi organize etmede fazla sorun yaşamayacağının verisi olarak varsayması mümkündü ve zaten kitle hareketinin kontrol altında tutulmasıyla bütün alt üstlük süreci son derece sorunsuz bir şekilde aşılınca varsayılan gerçekleşmiş oldu.

Türkiye, düşük sivil toplum profili ve toplumsal siyasal hareket geriliği itibariyle her ne kadar emperyalist burjuvaziyi fazla endişelendirecek bir potansiyel taşımıyor görünse de ülkenin fokurdayan bir çelişki kazanı olması devrimci kaosun kolayca üstü çizilecek bir ihtimal olmadığını karşı devrim merkezlerine düşündürüyor olmalıdır.

Toplumun Gezi Haziran’ı hafızası sadece Saray rejimi için değil emperyalist burjuvazi için de bir tehdit potansiyelidir. 2018 seçimlerinde CHP’nin üç büyük kentte milyonların sokağa taşmasına yol açan mitingleri emperyalist burjuvazi için bir tehdit olmuştur. Korku, “adam kazandı” hamlesiyle aşılmıştır. Korku, 2019 yerel seçimlerinde CHP’yi bu üç büyük kentte miting yapmamaya mecbur etmiştir. Korku, CHP’yi sokak muhalefetinin önünde bariyer olmakla yükümlü kılmıştır.

Emperyalist burjuvazi haklıdır; Türkiye’de büyük bir devrimci durum potansiyeli, büyük bir devrim ihtimali mevcuttur.

Emperyalist burjuvazinin şansı Türkiyeli devrimcilerin yenilgi alışkanlıkları içinde bu potansiyeli, bu ihtimali görmezden geliyor oluşlarıdır. Ama emperyalist burjuvazi işini şansa bırakmak istemiyor.

-VII-

Liberal ve küçükburjuva sol düzlemde müthiş bir siyasal trafik gözleniyor.

Mayıs eylemlerinden sonra birleşik mücadelenin işi rolantiye alması sürecinde liberallerin öncülüğündeki DİB’le burjuva sosyalizmi TİP’in inisiyatif almaya başladığı ifade edilmişti. Ardından HDP’nin Sol Parti’den resmi KP’ye kadar düzen soluna yanaşması, eşbaşkan Sancar’ın SYKP kongresinde konuşması, resmi KP başkanı Okuyan’ın Dersim ziyareti… Bütün bunlar oluyorken TİP genel başkanı magazin televizyonlarında popülarize edilmekteydi.

Bunların hepsi elbette kendi başına makul gerekçeleri olan ve olumlanacak gelişmeler olarak değerlendirilmelidir. Ancak bu değerlendirme, bütün bu gelişmelerin Birleşik Mücadele’nin öne çıkışıyla birlikte yoğunlaştığını ve Birleşik Mücadele’yi görmezden gelen ve görünmez kılan bir muhtevada gerçekleştiğini görmemizi de engellememelidir.

Bütün bu trafik canlılığı Birleşik Mücadele’nin karşısındaki reformist, düzen içi siyasal alana aittir.

Görülmelidir ki, sınıf mücadelesinin deterministik diyalektiği, reformizme, sol siyasal alanın devrimci bir önderlik etrafında örgütlenmesine alternatif, karşıt bir örgütlenme enerjisi vermektedir.

Gelişmeler şaşırtıcı değildir, önümüzdeki yakın günlerin hazırlığıdır.

Liberal ve küçükburjuva sol, proletarya ve ezilen kesimlerin devrimci öfkesini CHP önderlikli Millet İttifakı’na bağlamak gayretindedir.

Hatta, birleşik mücadele örgütlerinde bile rastladığımız haliyle, AKP-MHP diktatörlüğüyle daraltılmış hedef yoğunlaşmasının ucu böyle reformist bir sürece tekabül edecek kertede açık kalabilmektedir. Oysa otokrasiye karşı menşevizmin burjuva demokrasisi tercihi yerine bolşevizmin proleter devrim tercihinde bulunması tarihsel başarısı kanıtlanmış ortak referansımız olmalıdır: Gericiliğin yarattığı öfke burjuva düzenin kendisine yöneltilmelidir.

Diğer takdirde devrimci faaliyet düzenin restorasyanına destek vermiş olacaktır. Uluslararası emperyalizmin mali ve politik bölge açılımlarına ayak uydurabilmesi için oluşturulacak yeni oligarşik denge hem proletarya ve emekçi halkları daha fazla sömürmeye hem de bunu sorunsuz yapabilmek için halkların devrimci demokratik muhalefetini şiddetle tasfiyeye yönelecektir. Boratav’ın salt iktisadi bir analizle bile “tek yol devrim” sonucuna varması, devrimci mücadeleye “taktik esneklik” katmayı tasarlayan yoldaşlarımızı uyarıcı olmalıdır.

Reformizm dahil olduğu düzen itibariyle devrimci insiyatifin önünü alma gayretindedir. Demokratik alanda hiçbir faaliyete ideolojik ve siyasal eleştirilerimiz dışında düşmanca bir tutum almayacağımıza göre ne yapmalıyız?

-VIII-

Bir siyasal alt üstlüğün asgari kazancı yığınların hafızasında devrimci izler, devrimci arayışlar bırakmasıdır. Birleşik mücadele, yığınların bilincindeki izleri ve arayışları geliştirmeyi ve yönlendirmeyi bilmelidir: ayaklanma fikriyle silahlandırmak!, silahlanma fikriyle ayaklandırmak!…

Bunun için birincil görev birleşik mücadeleyi ve halkın devrimci arayışını devrimci bir programa sahip kılmaktır.

Görev birleşik mücadele örgütlerine düşmektedir: Kendi örgüt ve mücadele varlıklarıyla birleşik mücadelenin örgüt ve mücadele gerçeğini hem teorik hem politik olarak bir düzeyde sentez etmeyi başarabilmelidirler. Bu öncü kurmayların öncülük iradelerinin yol göstericiliğinde mümkündür.

Kahrolsun Erdoğan! Yıkılsın Saray!

Bütün İktidar Halka!

Tek Yol Birleşik Devrim!

Umut Gazetesi/ Ali Efe