Dünyada 2021: Öne çıkan çizgiler

Bütün olgu ve gelişmeler, tekelci kapitalist sistem yıkılmadığı sürece insanlığı, doğayı ve evreni nasıl karanlık bir geleceğin beklediğini, dahası o “geleceğin” o kadar da uzakta olmadığını gösteriyor. Bu gerçek, burjuvazinin yetkinleştirerek hayata geçirmeye çalıştığı yeni emek rejimi, siyasal ve sosyal düzen girişimlerine her düzeyde militan bir karşı koyuş yanında bütünlüklü bir alternatif sahibi olmanın önemini hatırlatıyor.

2021 yılı dünyada pandeminin ağırlaştırdığı sistem krizinin derinleştiği bir yıl oldu. Gözü azami kârdan başka şey görmeyen kapitalist sistemin çürümüşlüğü pandeminin yönetiminden tutalım ekonomiden siyasete kadar hayatın her alanında kendisini resmen kustu.

Buna paralel olarak önümüzdeki yıllara da damgasını vurma olasılığı yüksek karşıt dinamik ve yönelimler biraz daha netlik kazandı.

Bu bütünlük bağlamında, hem insanlığın “ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm” kavşağında bulunduğu gerçeği hem de emek-sermaye çelişkisinin dünya çapında ne denli keskinleştiği ve tayin edici bir önem kazandığı gerçeği çıplak gözle dahi görülebilecek ölçüde belirginleşti.

Emekçi insanlık için hâlâ ciddi bir sağlık sorunu ve tehdit özelliğini koruyan pandemi dışında 2021’de dünyada öne çıkan olgu ve gelişmeleri neler oluşturdu sorusunu soracak olursak öncelikle şunları anmak yanlış olmaz:

– Sefalet ile sefahat, yoksulluk ile zenginlik arasındaki muazzam uçurumun büyümesi,

– Emek-sermaye çelişkisinin dünya çapında olduğu kadar ülkeler bazında da keskinleşmesi,

– Havayı dahi metalaştıran neoliberal dönemin sınır tanımayan açgözlülüğü sonucu doğanın tahribi ve iklim felaketinin bazı yönlerden geri dönülmez noktaları aştığının aylarca söndürülemeyen yangınlar, yıkıcı kasırgalar ve su taşkınları biçiminde karşımıza çıkması,

– Kapitalizmin kendisini yenileme yeteneğinin bütünüyle körelmemesi kapsamında burjuvazinin iflas etmiş olan neoliberal birikim modeli yerine yeni bir model arayışının ekonomi ve siyasetteki kimi ana eksenlerinin belirmeye başlaması; bu arada neoliberal dönemde belirgin bir biçimde sağa kaymış olan  burjuva merkezin liberal demokrasinin beşiği/vitrini olarak gösterilen gelişmiş emperyalist-kapitalist ülkelerde dahi artık düpedüz ırkçı-faşist çizgi, özellik ve söylemleri benimser hale gelmesi,

– Sistem krizinin genel karakterinin hem sonuçlarından hem bileşenlerinden biri olarak yerleşik uluslar arası dengelerin bozulması, ABD-Çin geriliminin tırmanması ve Rusya’yı çevreleme/sıkıştırma girişimlerinin artması şeklinde karşımıza çıkan  emperyalist güçler arasındaki rekabet ve çelişkilerin keskinleşmesi, 

– Emperyalizm çağında kapitalist sistemin toplumsal dayanağını oluşturan orta sınıf içinde dahi konum kaybı ve gelecek endişesinin büyümesine paralel olarak sistem sorgulamasının artışı, bütün dünyada özellikle gençlik içinde “farklı bir dünya” arayışlarının yoğunlaşması,

– Emekçi halklar cephesinde mayalanan öfke ve umudun yeni filizleri olarak Latin Amerika’da yeni bir halkçı dalganın uç vermesi (Sudan’da gerçekleşen siyasal devrimin ordu tarafından gasp edilmek istenmesine karşın halkın anında gösterdiği refleksi, Hindistan’da sonunda başarıya ulaşan yığınsal köylü direnişi yanında Maocu partilerin değişik eyaletlerde kazandıkları yerel başarılar da bu kapsamda anılması gereken örnekler arasındadır)

Dünyanın 2021’deki görünümüne ilişkin öne çıkan çizgileri oluşturan bu olguların her biri kendi içlerinde bir dizi alt başlığı içerir. Örneğin Latin Amerika’da uç veren yeni halkçı dalgaya (Bolivya, Nikaragua ve Honduras’tan sonra Şili’de de seçimleri ilerici-halkçı bir adayın kazanması, Brezilya’da Lula’nın yükselişe geçmesi,  Venezuela’da çürümüş Maduro rejiminin ABD tarafından örgütlenen bütün komplolara rağmen yıkılmayıp iktidarını sürdürmesi) gerek bizzat bu kıt’ada yaşanan önceki deneyimler gerekse Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos deneyimlerinden sonra eleştirel uyanıklık yönü ağır basan bir ihtiyatla yaklaşmak gerektiriyor. Yoksa eski hayal kırıklıklarını bir kez daha yaşamakla kalmaz, somut bir başarı görme ihtiyacı duyan kesimler içinde “sol” adına umut verici bulunan bu gelişmelerin yarattığı iyimserlik o dalganın kendiliğinden büyüyüp genelleşebileceği beklentisi temelinde rehavete sürükleyen uyuşturucu bir rol oynayabilir.

Yakalanması gereken halka

2021’i karakterize eden çizgiler içinde 2022’ye de damgasını vuracak, bu anlamda “yakalanması gereken halkayı” emek-sermaye çelişkisindeki keskinleşme oluşturuyor.

Öyle ki, pandeminin seyri ve burjuva hükümetlerin pandemi sürecinde izledikleri politikalar bile bu çelişkiyi çok daha görünür ve keskin hale getirdi. Virüsün sınıf farkı taşımadığı iddiasından hareketle onu “büyük eşitleyici” olarak tanımlayan burjuva demagogların ileri sürdükleri tezlerin aksine hem dünya çapında hem de tek tek ülkeler ölçeğinde virüs en fazla yoksulları vurdu. Örneğin ABD’de Covid-19’tan ölenlerin yüzde 60’tan fazlası siyah ya da Latin kökenliler. İngiltere başta olmak üzere diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde de yoksul bölgelerde ölümler iki kat daha fazla.

Aynı eşitsizlik aşı dağıtımı konusunda da karşımıza çıkıyor. Zengin kapitalist ülkeler nüfuslarının birkaç katı aşı stoklayıp bunların çoğunu süresi geçtiği için çöpe atarlarken özellikle Afrika ve Latin Amerika’daki 41 ülke hâlâ nüfuslarının yüzde 10’unu bile aşılayamadı. 98 ülke ise yüzde 40’a ulaşamadı.

Öte yandan son 100 yıldan bu yana eşitsizlikte en büyük derinleşmeye tanık oluyoruz. Dünya çapında son 90 yıldır görülen en büyük istihdam krizi yaşanıyor. Yüz milyonlarca insan işini ya da eski gelirini kaybetti. Buna karşın dünyanın en zengin bin kişisinin serveti salgının baş göstermesini izleyen 9 ay içinde (Mart 2020-Aralık 2020 arasında) 3 trilyon 900 milyar dolar arttı.

Zengin-yoksul ayrımı burjuva hükümetlerin pandemi krizini yöenetimleri sırasında da bütün iğrençliğiyle kendini gösterdi. İşçiler ve güvencesizler salgına rağmen çalışmak mecburiyetinde bırakılırken “pandemi desteği” adına milyarlar yine büyük tekellere akıtıldı. Maske ve eldiven gibi koruyucu malzeme temininden test ve tedavi masraflarına kadar her şey işçi ve emekçilerin ulaşmakta zorlandıkları sömürü konusu haline getirildi.

Burjuvazinin hayalindeki dünya

Pandemi süreci, gözü kârdan başka bir şey görmeyen burjuvazinin açgözlülüğü yanında iflas etmiş bu düzeni sürdürebilmek için nasıl bir emek rejimi ve yönetim tarzı peşinde koştuğunun ipuçlarını da belirginleştirdi.

Bu süreçte görüldü ki burjuvazi, hem dünya çapında hem de ülkeler bazında vasıfsız emeği, yaşlıları, çalışamayacak durumda olan korunmasız kesimleri “kurtulunması gereken bir yük” olarak görüyor. Zaten salgın sırasında da ilk gözden çıkarılan bu kesimler oldu.

Öte yandan sınıfın çalışabilen kesimleri üzerindeki sömürü ise –teknolojinin de yardımıyla- dayanılmaz boyutlar kazandı. Virüsün yayılımını sınırlandırma kapsamında gündeme getirilen “evden çalışma” yöntemi sermayeye, çalışanların zihinsel ve fiziksel yetenek ve enerjilerini sınırsızca sömürme imkanı kazandırdı. Dünyanın önde gelen kan emici bankalarından biri olan Goldman  Sachs’ın genç çalışanları arasında yapılan bir ankette haftada 95 saat çalışmak zorunda bırakıldıkları açığa çıktı.

Dünyada Amazon, Türkiye’de Dardanel ve Vestel gibi örnekler sermayenin artık nasıl ölçü-sınır tanımayan bir emek rejimi peşinde koştuğunun pilot uygulamaları olarak öne çıktılar pandemi sürecinde. Dardanel ve Vestel, koronalı işçileri bile çalışmaya zorlamakla kalmadı, birbirleriyle konuşmalarını hatta tuvalete gitmelerini bile yasaklayıp sınırladıkları işçileri “üretimin aksamaması” gerekçesiyle fabrika yatakhanelerinde kalmaya mecbur tuttu yani fabrikaları resmen toplama kamplarına çevirdi. MÜSİAD patronları “üretim üsleri” etiketi taktıkları bu Nazi uygulamasını model olarak önerip savunabildi.

Önceki yıllarda büyük emperyalist tekeller için sudan ucuz ücret karşılığı üretim yapılan Bangladeş, Pakistan, Hindistan, Meksika vb. gibi ucuz emek deposu ülkelerde “gözlerden ırak” uygulanan böylesine hayasız sömürü yöntemleri ABD başta olmak üzere bütün emperyalist ülkelerde dünyanın gözü önünde uygulanan “yeni normal” haline geldi. Pandemi sürecinde servetini katlayarak dünyanın en zengin insanı haline gelen Jeff Bezos’un sahibi olduğu Amazon bu insanlık dışı sömürü yöntemlerinin sembollerinden biri olarak öne çıktı.

Burjuvazinin sadece kan emici asalak bir sınıf olarak değil kontrolünü elinde bulundurduğu  teknolojiyi de kullanarak insanlık, doğa ve evren için nasıl büyük bir tehlike kaynağı haline geldiği pandemi bahanesiyle uygulamaya çalıştığı denetim yöntemlerinde de görüldü. İnsanların attıkları her adımı izleyip duygularını dahi tahlil edebilen elektronik cihaz ve kamera sistemlerine ek olarak ilgi alanlarını ve tercihlerini kayıt altına alan algoritma sistemleri günlük hayatın “olağan” parçaları haline gelmiş durumda. Bununla da yetinmeyen burjuvazi şimdilerde olası toplumsal olayları önceden tahmin edecek yazılım sistemleri geliştirmenin peşinde. Uzay zaten istihbarat toplama ve gözetim amacıyla fırlatılmış onbinlerce uyduyla dolmuş durumda.

Tekelci burjuvazi öyle yapay bir yaşam peşindeki, sanal paradan (Bitcoin)  yemeklerin tadını taklit eden yalanabilir ekranlara (TTTV), Metaverse adı altında parayla girilebilen yapay bir dünya üretiminden bütün hizmetler ve üretimin robotlar tarafından yapıldığı “temassız toplum” ve “karanlık fabrika”lara kadar her şeyi kontrolü altında tuttuğu mekanikleşmiş bir “sosyal hayat” inşa etmeye çalışıyor. Temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için şart olan zorunlu çalışma süresini minimize etmekle kalmayıp insanlığın rahatını ve refahını hızla artırma olanaklarını içinde taşıyan yapay zeka ve robot teknolojisi burjuvazinin elinde insanlığı çürütüp sosyal hayatı çoraklaştırmanın silahı olarak iş görüyor.

Sosyalizmi hedefleyen militan bir kavga zorunludur

Bütün bu olgu ve gelişmeler, tekelci kapitalist sistem yıkılmadığı sürece insanlığı, doğayı ve evreni nasıl karanlık bir geleceğin beklediğini, dahası o “geleceğin” o kadar da uzakta olmadığını gösteriyor. Bu gerçek, burjuvazinin yetkinleştirerek hayata geçirmeye çalıştığı yeni emek rejimi, siyasal ve sosyal düzen girişimlerine her düzeyde militan bir karşı koyuş yanında bütünlüklü bir alternatif sahibi olmanın önemini hatırlatıyor.

Proletaryanın şahsında insanlığın kurtuluşunu amaçlaması gereken bu mücadele, öncelikle, burjuvazinin yaptığı hamlelere karşı savunma temelli olmaktan çıkıp sınıf düşmanını her cephede köşeye sıkıştıracak ataklar dizisi şeklinde inisiyatifi ele geçirmeyi hedeflemeli.

İkinci olarak, kapitalizme karşı bugüne dek ortaya konulmuş tek bilimsel ve bütünsel alternatif olan sosyalizmi bayrak edinmeli. Kapitalizmin yol açtığı yıkım ve eşitsizliklerin sadece şu ya bu yönünü hedef alan, bu anlamda parçayla sınırlı savaşımların –taşıdıkları bütün anlam ve öneme rağmen- tablonun bütününü değiştirmedeki yetersizlikleri pratikte de kendini göstermekte. Neoliberal dönemde sınıf mücadelesinin yerine ikame edilmeye çalışılan kimlik ve kültür politikaları ise belirgin bir tıkanma yaşıyor. Öte yandan emperyalizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi ve özgürlük mücadelesi gibi 20. yüzyılda demokratik devrimlerin temel eksenlerini oluşturan haklı ve meşru taleplerin çözümü bile bugün artık net ve dolaysız bir kapitalizm karşıtlığı ekseninde ele alınıp yürütülmek zorunda.

Dolayısıyla 2022 yılı, 2021 yılında daha belirgin çizgiler kazanmış olan bu gerçekler ve yönelimler ışığında gerçekleşecek büyük atılımlar ve başarılar yılı olmalı! ..

İnsanlığın tarihsel rüyasını oluşturan sömürü ve eşitsizliklerin ortadan kalktığı özgür bireylerin eşitlik ve kardeşlik dünyası yolunda bir adım, bir adım daha!..

Alınteri