2021 Kürdistan, bölgede devrimci durum ve hegemonik güçlerin yaşadıkları / Anter Karakoçan

Dünya genelindeki ve Kürdistan etrafındaki siyasi ve askeri gelişmeleri kısaca değerlendirmekte yarar vardır. Zira son birkaç ayda kayda değer bazı siyasi ve askeri olaylar ve gelişmeler yaşanmıştır. Örneğin Afganistan’da tüm yönetimi Taliban’ın ele geçirmiş olması söz konusudur. ABD-İran görüşmeleri yeniden başlamış ve yapılan son Irak seçimlerinden bölge ile Kürdistan’ı etkileyen bazı önemli sonuçlar çıkmıştır. Libya, Yemen ve Karabağ savaşları ile Doğu Akdeniz ve Suriye üzerinde bazı gelişmeler yaşanmaktadır. ABD’nin Çin ve Rusya ile ilişkileri zaman zaman gerginleşmekte, AKP-MHP faşizminin ABD ile Rusya arasında gidip gelen politikaları iyice tıkanmış bulunmaktadır. Bunlar çerçevesinde bazı önemli noktalara parça parça dikkat çekmek, politik görevleri belirlemek açısında yararlı olacaktır.

Her şeyden önce, esas olarak Ortadoğu üzerinde yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı’nın yayılarak sürdüğünü belirtmemiz gerekiyor. Söz konusu siyasi ve askeri gelişmeler Üçüncü Dünya Savaşı içinde gelişen ve yaşanan olaylar oluyor. Savaş önemli ölçüde yayılmış ve derinleşmiş bulunsa ve 30 yılı aşmış olsa da henüz savaştan çıkış için ciddi bir ipucu gözükmüyor. Yani kapitalist modernite sisteminin derin krizi ve kaosu devam ediyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın deyimiyle kanserleşme ve sistemsel çürüme sürüyor. Ekolojik yıkım ve doğanın tahribi ve tüketilişi doludizgin gidiyor. Bu çerçevede tedbir adına söylenen ve yapılanlar gerçekte bir oyalama ve aldatma olmaktan öte bir anlam ifade etmiyor. Kadın üzerindeki köleci baskı ve sömürü, taciz, tecavüz ve katliam uygulamaları günlük olarak artarak ve yayılarak devam ediyor. Tekelleşme had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki sömürü ve talanla bir tekel çevresinin ulaştığı maddi gücün dünyadaki tüm yoksulluğu gidermek için yeterli olduğu belirtiliyor.

Çok açık ki, böyle bir sistemin insanlığa verebileceği hiçbir şey yoktur. Tersine bu sistem tarafından insanlık ve doğa fazlasıyla kirletilmiştir. Kuşkusuz bu durum halkların, kadın ve gençlerin, işçi ve emekçilerin, tüm ezilenlerin her gün artan tepkisine yol açmaktadır. Demokrasi mücadelesinin zeminini güçlendirmektedir. Bu temelde kadın özgürlükçü, ekolojik, demokratik, sistem karşıtı düşünce ve eylemler giderek daha çok gelişmektedir. Önümüzdeki süreçte söz konusu mücadelelerin daha çok gelişeceği ve tekelci sistem tarafından engellenemeyeceği kesindir.

Kapitalist modernite sisteminde artan çürüme, derinleşen kriz ve kaos durumu sistem içi ilişkilere de yansıyarak, çıkar çelişki ve çatışmalarını artırıyor. İngiltere’siz AB ciddi biçimde huzursuz ve yeni arayışlar içinde. Çin ve Rusya, artan güçleri oranında dünyanın çeşitli yerlerinde etkin hale gelmek istiyor. ABD’nin gittikçe gerilemekte olduğu artık çıplak gözle bile görülebiliyor. İran’la görüşmelere yeniden başlaması, Afganistan’da yaşanan durum, Irak ve Suriye’de yaşananlar bunu açıkça gösteriyor. ABD zorla egemenlik altına alamadığı güçlerle uzlaşma içine girme eğilimi gösteriyor.

1990’ların başında Sovyetler Birliği çözülürken birçok çevre bunun bir ABD zaferi olduğunu ve dünyada ABD imparatorluğunun kurulacağını söylemişti. Bu görüşe Sayın Abdullah Öcalan itiraz etmiş, ABD’nin Sovyetler Birliği karşısında güçlü olduğunu, dolayısıyla çözülen Sovyetler Birliği’nin gerileyen ABD olacağını belirtmişti. Şimdi Sayın Abdullah Öcalan’ın bu görüşleri gerçekleşiyor ve tarih Sayın Abdullah Öcalan’ı bir kez daha açıkça doğruluyor. Çünkü ABD, zorla bastıramadıklarıyla uzlaşma yolunu seçiyor. Çeşitli sorunlarda AB’nin daha etkili hale gelmesini istiyor ve birçok konuda Rusya ile anlaşmalı hareket ediyor. En son Suriye konusunu bile Rusya’ya havale etme eğiliminde olduğu gözleniyor.

Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle başlayan Üçüncü Dünya Savaşını değerlendirirken Sayın Abdullah Öcalan savaşın uzun süreceğini ve savaştan çoklu çıkış ihtimalinin bulunduğunu belirtmişti. Bu ihtimaller arasında savaşan taraflardan birinin kesin zafer kazanmasının mümkün olduğu gibi, tarafların zafer kazanamayarak uzlaşmaya gitmelerinin de mümkün olduğunu ifade etmişti. Hatta en güçlü ihtimal olarak da bu sonuncusunu, yani savaşan tarafların bir tür uzlaşmaya varmalarını göstermişti. Şimdi savaşın sonuna gelinmese de, başta Afganistan olmak üzere bazı alanlarda yaşanan gelişmeler bu görüşün gerçekleşmekte olduğunu ortaya koyuyor. Yani bu konuda da sayın Abdullah Öcalan doğrulanıyor ve tarih Abdullah Öcalan görüşlerini haklı çıkartıyor.

Kısaca Üçüncü Dünya Savaşı yayılarak devam ediyor ve sistem içinde çoklu çıkar karşıtlıkları ve mücadelesi sürüyor. ABD, AB’yi daha çok olayların içine çekmeye çalışırken, Rusya ile ilişki ve mücadeleyi belli bir dengede götürüyor ve Çin ile gerginliği ise daha çok artıyor. Bazıları ABD-Çin çatışmasının gelişeceğini, dolayısıyla ABD’nin yönünü Pasifik alanına verdiğini belirtiyor. Burada ABD-İran ilişkilerinin nasıl seyredeceği hususu da önemli bir konu oluyor. Çünkü Dünya Savaşı çerçevesinde en önemli çatışma durumu ABD-İran arasında yaşanandı. Bu çatışma Kasım Süleymani cinayetiyle uç noktaya ulaşmıştı. Fakat ABD’nin yeni yönetimi çatışma kapısını açık tutmakla birlikte nükleer görüşmeleri yeniden başlatarak uzlaşma kapısını da açmış oldu. Şimdi söz konusu durumun nasıl seyredeceği hususu en çok merak edilen konu olmaktadır. Çünkü bu durum tüm dünyayı ve en çok da Ortadoğu’daki gelişmeleri etkilemektedir.

Kapitalist sistemin iç çelişkileri

Açık ki hem kapitalist sistem içi çelişkilerin artması ve hem de sistem karşıtı mücadelelerin gelişmesi en çok bölgemiz Ortadoğu’yu etkilemektedir. Çünkü çelişkiler en çok bu bölgede yoğunlaşmıştır ve Üçüncü Dünya Savaşı esas olarak bu bölgede yaşanmaktadır. Mevcut çelişkili ve çatışmalı durum bölgeyi sürekli germekte ve daha büyük patlamalara hazır bir barut fıçısıü haline getirmektedir. Bu da yeni arayışları ve artan mücadeleleri ortaya çıkarmaktadır. Böyle bir durum da en etkili çözüm gücü olarak Sayın Abdullah Öcalan’ın demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum paradigmasını öne çıkarmaktadır. Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği Kürt özgürlüğüne dayalı ‘Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi’ fikri bölgede giderek daha çok yayılıp taraftar bulmaktadır.

Çünkü adeta kangrenleşmiş olan Ortadoğu sorunlarına uygulanabilir çözüm üreten ciddi ve bütünlüklü bir görüş ve proje yoktur. Kapitalist sistemin iki yüzyıldır Ortadoğu’ya getirdikleri ortadadır. Parçalanma, savaş, kan, gözyaşı, acı, baskı ve sömürüden başka bir şey vermemiştir. Bunun son adımı olan ABD’nin BOP’u da herhangi bir şey üretememiştir. Kapitalist sistemin yerli işbirlikçisi konumunda olan ulus-devlet milliyetçilikleri de bir dönem gelişme yaratıyormuş gibi görünse de, aslında sistemin bir uzantısı ve ajanı konumunda oldukları kısa sürede görülmüş ve iflas etmiştir. Ulus-devlet projesinin çözüm değil çatışma ürettiği açıkça görülmüştür. Kendilerine “Radikal İslam” denen hareketlerin de aslında kapitalist sistemden kopuk olmadıkları ve çözüm yerine sorunları daha da ağırlaştırdıkları açıkça ortadadır. İşte böyle bir çözümsüzlük ortamında Kürt Halk Önderi Sayın A. Öcalan’ın geliştirdiği “Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi” projesi bölgenin sorunlarına çözüm getiren uygulanabilir tek projedir. Ortadoğu’daki siyasi gelişmelerin bir kez daha kanıtladığı gerçeklik budur. Güncel olarak ifade edebileceğimiz birinci gelişme bu olmaktadır.

İkinci olarak, Afganistan’da yaşanan son olayları belirtmek gerekir. Taliban’ın ideolojik duruşundan öteye, Afganistan’daki son gelişmeler bölgede yaşanan önemli bir siyasi-askeri durum olmaktadır. İdeolojik açıdan da Taliban’ın İran ve benzeri güçlerden pek bir farkı yoktur. Bu temelde ideolojik farklılığı ve gereken ideolojik mücadeleyi dikkate almakla birlikte, Taliban’ın Afganistan’da başarılı olmasının politik ve askeri sonuçlarını daha yakından inceleyip anlamamız bizim açımızdan ziyadesiyle önemlidir. Her şeyden önce, Afganistan örneği ve Taliban deneyimi, dünyanın en etkili siyasi ve askeri gücü olan ABD’ye karşı direnilebileceğini, sonuç alınabileceğini, ABD’nin başarısız kılınabileceğini herkese göstermiştir. Yine siyaseti sadece Avrupalı güçlerin değil, Ortadoğulu güçlerin de yapabileceğini ortaya koymuştur. Savaşta teknik güç önemli olmakla birlikte, belirleyici olanın savaşan insanın ideolojik bilinci ve inancı olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Ortadoğu’da Afganistan’a dayalı radikal çeteciliğin gelişme şansı, bazılarının belirttiği kadar fazla değildir.

Üçüncü önemli durum, başta Libya ve Suriye olmak üzere Ortadoğu savaşında AKP-MHP faşizminin yenilmiş olmasıdır. Tabii tüm bunların temelinde de AKP-MHP faşizminin Kürdistan’da yenilmiş olması vardır. Bu durumun TC üzerindeki etkisi, düzenli ordunun iyice etkisiz hale gelmesi ve klasik devlet yapısının parçalanarak adeta bir faşist çete yönetiminin ortaya çıkmasıdır. Nitekim DAİŞ, El Kaide ve Axvanı Müslümin çeteciliği mevcut haliyle AKP-MHP faşizminin elinde kalmış ve Türkiye toplumunun başına bela haline gelmiştir. Başlangıçta bu güçleri kimler türetmiş ve beslemiş olurlarsa olsunlar, şimdi ortaya çıkmış olan sonuç budur. Bunun da Türkiye’nin geleceği açısından en ciddi sorunu oluşturduğu açıktır.

Dördüncü konu, Irak’ta 10 Ekim günü yapılan genel seçim ve ortaya çıkardığı sonuçlardır. Bir defa erken seçimi sokaklara dökülen kitleler istemişler, fakat mevcut seçime katılmayarak yüzde 70 oranında boykot etmişlerdir. Demek ki Irak toplumunun istediği seçim esas olarak bu değildir. Bunun da temel iki nedeni vardır: Birincisi bu tarzda yapılan seçimin ortaya çıkartacağı yönetimin dış güçlere çok fazla bağlı olmasıdır. İkincisi ise, TC’nin işgalci saldırıları altında gerçekleşen seçime katılanların söz konusu bu işgal konusunda hiçbir şey söylememesidir. Belli ki sükût ikrardan gelir. Yani sessizlik işgali onaylamak demektir. Irak ve Güney Kürdistan toplumu işte bu anlayış ve siyaseti reddetmiştir.

Irak seçimlerinin Suriye üzerinde de olumsuz etkileri olacaktır. Özellikle Kuzey ve Doğu Suriye KDP tarafından daha fazla hedeflenecektir. Nitekim bunları ilk günden değerlendiren AKP-MHP faşizmi, ABD veya Rusya’dan onay çıkartarak Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırmak istemiş, fakat şimdiye kadar ihtiyaç duyduğu onayı alamamıştır. Rusya verdiği söz gereği AKP-MHP faşizminin İdlip’ten çıkmasını isterken, ABD Yönetimi QSD ile ilişkilerine daha fazla sahip çıkıyor görünmektedir. Bunun sonucunda AKP-MHP faşizminin saldırı tehditleri gerilemiş görünmektedir. Ancak bu konuda hem ABD-Rusya ilişkilerini dikkatle takip etmek ve hem de AKP-MHP faşist diktatörlüğünün son bir çırpınış olarak çılgınca yapabileceği saldırılara karşı hazırlıklı olmak gerekir. Çünkü faşist-soykırımcı diktatörlüğün ömrünü uzatmasının savaştan başka yolu yoktur.

Kürt sorunu etrafında yaşanan gelişmeler

Çok iyi bildiğimiz gibi, Kürdistan özgürlük mücadelesine öncülük eden Sayın Abdullah Öcalan ve PKK’ye karşı ABD, TC ve KDP arasında somut bir ilişki ve ittifak vardır. Ortak planlamayla çalışan bu ittifak, mücadelenin iyice yoğunlaştığı ve keskinleştiği son yıllarda daha açık ve de çıplak gözle görülebilir hale gelmiştir. Çok açık ki, söz konusu ittifakın temel amacı Sayın Abdullah Öcalan ve PKK gerçeğini tasfiye etmek ve izlerini tarihten silmektir. Söz konusu güçler bu amaç doğrultusunda sürekli görüşüp tartışmakta, ortak plan ve projeler hazırlayıp iş bölümü yapmakta ve PKK’yi imha ve tasfiye saldırılarını ortak bir biçimde ve sıkı dayanışma içinde yürütmektedirler. Düşmanlık düzeyindeki Abdullah Öcalan ve PKK karşıtlığı bu üç gücü bir araya getirmekte ve sıkı bir ittifak halinde tasfiye saldırıları yürütmeye yöneltmektedir.

Fakat yine çok iyi gözlemlediğimiz gibi, söz konusu üç gücün PKK’nin imha ve tasfiyesinden sonraki amaçları ortak değildir. Herkes biliyor ki, TC Devletinin ve AKP-MHP faşizminin tek amacı Abdullah Öcalan ve PKK’nin tasfiyesi değildir; onunla birlikte ve ona dayanarak Kürt soykırımını tamamen gerçekleştirmek ve Kürt halk varlığını tarihten silmektir. Kendileri buna “kök kazıma” diyorlar ve çok açık bir biçimde Kürt halkına karşı kök kazıma savaşı yürütüyorlar. Kürt halk varlığını bu temelde bitirmek, yok etmek istiyorlar. Kürtler üzerinde böyle bir soykırım saldırısı yürütüyorlar. Günümüzde bu saldırıyı AKP-MHP faşizmi en üst düzeyde sürdürüyor. CHP ve İyi Parti gibi devlet partileri de adeta “Biz daha etkili yürütürüz” diyerek AKP-MHP ile yarışıyorlar. Kısaca bu bir devlet politikası ve devlet partilerinin hepsi esas olarak bu politika temelinde kuruluyor ve pratik yapıyor.

Güncel olarak şunu da çok açık bir biçimde gözlüyoruz: TC Devletinin Kürtleri yok etme zihniyeti ve siyaseti, içinde yer aldığı sistem tarafından eskisi kadar desteklenmiyor. Kapitalist modernite sisteminin öncüsü olan ABD, Önder Apo ve PKK’ye karşı saldırıda TC Devleti ile ortak görüş ve politikayı esas alıyor, fakat TC Devletinin Kürt halkını tümden yok etme zihniyet ve politikasına olduğu gibi katılmıyor. Kürtlerin Ortadoğu’da önemli bir güç olduğunu artık görüyor ve kendi çıkarı doğrultusunda bu güçten yararlanmak istiyor. Bunun için de Kürt bağımsızlık ve özgürlük çizgisini temsil eden Sayın Abdullah Öcalan ve PKK’nin tasfiye edilmesi temelinde işbirlikçi Kürtlüğün geliştirilmesi için çalışıyor. Bir çizgi olarak Önderlik ve PKK’yi tasfiye edip, bunların yarattığı gelişmeleri işbirlikçilik temelinde kendi çıkarı doğrultusunda kullanma çabası yürütüyor. Yani bağımsızlıkçı ve özgürlükçü Kürt olarak Önder Apo ve PKK gerçeğine karşı çıkıp düşmanlık yaparken, işbirlikçi Kürtlüğü ise destekliyor ve besliyor.

ABD’nin öncülük ettiği küresel kapitalist hegemonyacılıkla TC sömürgeci-soykırımcılığı arasında Kürtlere karşı işte böyle bir görüş ayrılığı bulunuyor. Kürt özgürlük mücadelesinin gelişimi ve kalıcı başarılar kazanması söz konusu görüş ayrılığını büyütmüş ve açık hale getirmiş durumdadır. Özellikle son dönemde Kuzey ve Doğu Suriye’ye yaklaşımda ABD ile TC arasındaki görüş farklılıkları ve tartışmalı durum bunu açıkça göstermektedir. Bu temelde TC Devleti, Kürtlere karşı saldırıda eskisi kadar destek almakta zorlanmaktadır. Bir NATO üyesi olarak on yıllardır Kürtlere karşı soykırım uygulamalarında NATO’nun desteğini sonuna kadar kullanmıştır. Ancak bunun da sonuna doğru gelindiği, TC Devletinin eskisi gibi NATO desteği alamayacağı gözleniyor. TC’nin soykırımcı zihniyet ve siyasetinin geleceğinin olmadığı açıkça görülüyor. Tarih Kürt özgürlüğü için adeta göz kırpıyor.

Kuşkusuz burada en olumsuz rolü KDP’nin temsil ettiği işbirlikçi ihanet çizgisi oynuyor. KDP Yönetimi kendi varlığını PKK’nin yok edilmesi üzerine iyice oturtmuş bulunuyor. Bu temelde Kürt halk Önderi A. Öcalan ve PKK’nin yok edilmesi için TC ve ABD ile her türlü ilişki ve ittifak içine giriyor. Sonrasında ise TC ile ABD arasında bir yerde duruyor. Kendisinin tam egemenliği dışında kalan Kürtlüğün yok edilmesinde TC zihniyet ve siyasetiyle birleşiyor. Kürt varlığını sadece kendisinin mutlak denetimi ve egemenliği altındaki varlık olarak öngörüyor. Böylesi bir tekçi ve antidemokratik zihniyet ve siyaset, pratikte ise her türlü işbirlikçi ilişki ve ittifaklar içine girebiliyor.

2021 yılında gelişen gerilla ve halk direnişi, ABD-TC-KDP’nin PKK’yi imha ve tasfiye planını başarısız kılmıştır. Bu son derece açıktır ve kendileri dâhil herkes bu gerçeği ifade etmektedir. Bunun sonucunda AKP-MHP faşist diktatörlüğü kesin çöküş içindedir. Çünkü ABD ve kapitalist sistemin kendine verdiği görevi başaramamıştır. Artık AKP-MHP faşizmi gidicidir. Sadece bunun ne zaman ve nasıl gerçekleşeceği üzerinde durulmakta ve tartışılmaktadır. Daha şimdiden yerine neyin konacağı yönündeki arayışlar ve mücadeleler başlamış durumdadır. Kapitalist sistem tarafından düzen içi muhalefet partileri bir araya getirilerek alternatif yapılmak istenmektedir. Fakat HDP’nin yürüttüğü Demokrasi İttifakı da çok ciddi bir alternatif olma konumuna sahiptir. AKP-MHP faşizminin tüm saldırılarına karşı direnmesi ve ayakta kalması HDP bloğunu çok daha güçlü ve etkili hale getirmiş durumdadır. Kuşkusuz sonucu bundan sonraki mücadele ve izlenen politikalar belirleyecektir.

Kürdistan özgürlük mücadelesindeki ısrar ve başarı, ABD ve öncülük ettiği sistem güçlerinde kısmi bir zihniyet ve siyaset değişimi yaratmıştır. Geçmişte Kürt varlığını inkâr ve imha etmeyi öngören zihniyet ve siyaseti tüm yönleriyle desteklerken, şimdi kendi sistemleriyle çelişmeyen Kürt varlığını kabul eder noktaya gelmişlerdir. Ayrıca Afganistan ve benzeri örnekler göstermektedir ki, mücadelede ısrar eden karşıtlarıyla uzlaşma eğilimi içine de zaman zaman girmektedirler. Bu noktada doğru politikalar izlenir ve özgürlük mücadelesinde ısrar edilirse Kürt iradesini daha ileri düzeyde tanır hale getirilmeleri mümkündür.

Açık ki esas yara Kürt ulusal demokratik birliğini yaratamama olmaktadır. Bunda da temel sorun işbirlikçi-hain zihniyet ve siyasettir. Aileci ve aşiretçi çıkarları, ulusal demokratik çıkarların önüne geçirmektir. KDP’de somutlaşan bu çizgi, günümüzde belli bir pratik-maddi güce sahip olsa da, gelişen özgürlük mücadelemiz tarafından iyice teşhir ve tecrit edilmiştir. Başta Başurê Kürdistan olmak üzere tüm Kürdistan parçalarında işbirlikçiliğin kitle desteği iyice zayıflatılmıştır. Son Irak seçimlerinde yaşadıkları ciddi oy kaybı bu durumun açık göstergesi konumundadır. Doğru ideolojik ve politik yaklaşım temelinde etkin mücadele edilirse işbirlikçi ihaneti daha da daraltmak ve Kürt ulusal demokratik birliğini yaratmak mümkündür.

Ayrıca İran, Irak ve Suriye’de mevcut durum ve yaşanan gelişmeler kendi içinde bazı sorunlar ve zorluklar içerse de, doğru ideolojik ve politik yaklaşım temelinde geliştirilecek devrimci çalışma ve mücadele ile bu alanlarda Kürt sorununun çözümüne hizmet edecek daha güçlü imkân ve fırsatlar ortaya çıkartılabilir.

Doğru ideolojik ve politik yaklaşım

Buraya kadar yapmaya çalıştığımız kısa değerlendirmeler bile göstermektedir ki, doğru bir ideolojik ve politik yaklaşım gösterme ve etkin mücadele etme temelinde Kürt sorununun özgürlükçü demokratik çözümü için gereken verileri ortaya çıkarmak mümkündür. Hem küresel düzey ve hem de Ortadoğu’nun ve Kürdistan’ın durumu bunun için gereken imkân ve fırsatları sunmaktadır. Ancak bunları işletebilmek için kuşkusuz doğru politikalar izlemeye ve yaratıcı mücadele etmeye gerek vardır. Yani ideolojik, politik ve pratik görevlerin doğru tespiti ve başarılı uygulanması gerekir.

Peki, mutlaka başarılması gereken söz konusu görevler nelerdir? Çok genel ve kısa olarak ifade etmek istersek, bir çırpıda şunları sıralayabiliriz: Kuşkusuz bu süreçte yürütülecek devrimci görevlerin başında AKP-MHP faşizmini yıkacak bir devrimci savaşı başarıyla geliştirmek gelir. Dört parça Kürdistan’da gerilla ve halk direnişini böyle bir amacı gerçekleştirecek düzeye ulaştırmak esastır. Bunun için, bütün alanlardaki devrimci çalışma ve mücadelenin durumunu bu amaç ve devrimci halk savaşı stratejisi temelinde yeniden düzenlemek ve yaratıcı taktiklerle yeterli hale getirmek gerekir. Kuşkusuz baş düşman olan AKP-MHP faşizmine karşı savaşırken, her türlü pasifist ve işbirlikçi eğilimi etkisiz kılmak ve AKP-MHP iktidarının yerine soykırım politikalarını yürütecek başka güçlerin gelmesine de izin vermemek gerekli ve önemlidir. Bu çerçevede daha bilinçli, örgütlü ve planlı bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Yine başta Türkiye halkları olmak üzere komşu halklarla ve devrimci-demokratik güçlerle stratejik düzeyde devrimci ittifakları daha da geliştirip güçlendirmek esastır.

Elbette böyle bir mücadeleyi esas olarak halkımızın öz gücüyle ve komşu halklarla stratejik ittifaklar temelinde geliştirmemiz gerekir. Fakat egemen güçler arasındaki çelişkilerden yararlanmak da önemlidir. Bu anlamda TC içi siyasetin yaşadığı çelişik durumları değerlendirmek kadar, taktik düzeyde TC devletinin komşu devletlerle çelişkilerinden yararlanmak da gereklidir. Bu çerçevede TC-Şam Yönetimi arasındaki çatışmalı durum devam etmektedir. Her ne kadar Kazımi Yönetimi AKP-MHP faşizmiyle hareketimize karşı ittifak yapmış olsa da, Irak içi çelişkili ve çatışmalı durum birçok açıdan imkân ve fırsat sunmayı sürdürmektedir. Kuşkusuz burada daha çok önem taşıyan İran’ın konumu olmaktadır. İran’ın TC ve ABD ile çıkar çelişkileri ve yine başta Irak olmak üzere bölgedeki etkinliğini koruma yaklaşımları taktik düzeyde de olsa önemli bir ilişki içine girmek için belli bir imkân sunmaktadır. Özellikle TC-KDP ittifakına, bu ittifakın Süleymaniye ve Irak’a yönelik politikalarına karşı mücadelede İran’ın belli bir konumunun olacağı açıktır. İşte bu durumları ustaca değerlendirme TC’ye karşı devrimci savaşımıza önemli imkânlar sunabilir.

Küresel düzeyde başta kadın ve gençlik, işçi ve emekçi hareketleri olmak üzere sistem dışı tüm güçlerle ilişki ve dayanışmayı sürekli güçlendirmek, mümkün olan yerde bu ilişkileri stratejik düzeye vardırmak en temel görevlerden biri durumundadır. Yine sistem güçleri arasındaki çelişkilerden yararlanmayı mutlaka başarmak gerekir. Özellikle bu güçlerin AKP-MHP faşizmiyle yaşadıkları çelişik durumları ustaca değerlendirmek esastır. Fakat burada dikkatli olmak, taktik düzeydeki ilişki durumunu stratejik ilişkiyle karıştırmamak, yine söz konusu ilişkide atıl ve etkisiz kalmamak önemlidir. Kısaca mevcut gelişmeler yeni değerlendirmeler yapmayı, ortaya çıkan yeni görev durumlarını belirlemeyi ve birçok alanda örgütlenme ve çalışma tarzında yenilik ve yeniden yapılanma gerçekleştirmeyi gerektirmektedir.

30.12.2021