‘İnfaz uygulaması siyasetin konusu olamaz’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatların yaptığı her görüşme disiplin cezası bahanesiyle ret edildi. İHD Şube Başkanı Gülseren Yoleri, İmralı’da siyasal bir baskı aracı haline gelen bu uygulamayı eleştirdiklerini ifade ediyor.

Gemlik yürüyüşü ve de avukatların İmralı ile görüşme taleplerine rağmen geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda gerçekleşmeyen aile görüşüyle de birlikte PKK Lideri Abdullah Öcalan ve İmralı Ada Hapishanesi’nde tutulan diğer tutsaklara uygulanan mutlak tecrit devam ediyor.

İmralı’da uygulanan bu tecridin sadece son bir yılına ilişkin yasaklar, verilen disiplin cezaları bile durumun sistematikleşip araçsallaştığını ortaya koyuyor. Özellikle 2021 İmralı Ada Hapishanesi için tecridin en ağır yılı oldu. PKK lideri Abdullah Öcalan ile en son görüşme kardeşi Mehmet Öcalan tarafından 25 Mart 2021 tarihinde telefon aracılığıyla oldu. Öcalan avukatlarıyla ise en son 7 Ağustos 2019 tarihinde görüşebildi.

Asrın Hukuk Bürosu avukatları 22 Kasım 2021’de Abdullah Öcalan ve İmralı’da bulunan tutsaklar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş ile görüşme talebiyle Bursa İnfaz Hâkimliği’ne yaptıkları başvuru sonrası Öcalan’a 12 Ekim 2021 tarihinde Bursa İnfaz Hâkimliği tarafından 6 aylık avukat görüş yasağı verildiğini öğrendi. Yasağın Nisan 2022’de kalmasından sonra yeniden 29 Nisan tarihinde yaptıkları başvuru yapan avukatlar, Öcalan’a bu defa da 13 Nisan tarihinde verilen 6 aylık yeni bir avukat görüş yasağı olduğunu öğrendi.

Yine bu bir yıl içeresinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış olan Abdullah Öcalan için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) “umut hakkı” kararı ile ilgili Türkiye’den bilgi istedi. Türkiye’nin bu bilgileri 2022 yılı Eylül ayında kadar sunması talep edildi.

AYRIMCILIK RESMİLEŞTİRİLDİ

Tüm bu disiplin cezaları ve CPT gibi uluslararası kuruluşların sessizliğini İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri ANF’ye değerlendirdi. Birçok hapishaneden keyfi uygulamalara dair başvurular aldıklarını kaydeden Yoleri, bunun en önemli örneğinin İmralı’da yaşandığını vurguluyor: “Hapishanelerdeki uygulamaların tek çeşit olmadığını, hapishaneden hapishaneye hatta mahpustan mahpusa değişen birtakım infaz uygulamalarının olduğuna dair çok sık başvuru geliyor bize. Elbette hepimiz biliyoruz ki özellikle tecrit ve ayrımcı infaz uygulaması bakımından en önemli örnek İmralı Ada Hapishanesi örneği. Orada kişiye özel bir uygulama söz konusu. Zira özellikle bu hapishanedeki uygulamaları düzenleyen birtakım yasal düzenlemeler de yapılarak bu ayrımcılık resmileştirilmiş durumda.”

POLİTİKA DEĞİŞTİKÇE TECRİT AĞIRLAŞIYOR

Yoleri, İmralı’daki infaz uygulamasının tamamen siyasi saiklerle yapıldığının da altını çiziyor: “Bütün mahpusların aileleriyle, avukatlarıyla ve yine yakınlarıyla görüşme hakkı var. Bu anayasal bir hak ve uluslararası sözleşmeler tarafından da destekleniyor. Ancak bugüne kadar özellikle İmralı hapishanesindeki uygulamanın tamamen siyasi saiklerle yönetildiğini biliyoruz. Ülkedeki hâkim siyaset Kürt meselesine barışçıl yöntemlerle yaklaşıyorsa İmralı’da görüşler daha normal bir seyre girebiliyor. Ama barıştan uzaklaşıp savaş politikaları egemen oldukça İmralı’daki tecrit de çok daha ağırlaşıyor. İnfaz uygulaması siyasetin konusu olamaz. Çünkü bir kişi mahkûmiyet aldığı andan itibaren hükümlü statüsündedir. Hükümlü statüsü tektir dolayısıyla bu statüye uygun infaz uygulamalarının da tek olması gerekir.

Diğer hapishanelerde aile görüşü yapılıyorsa İmralı’da da yapılması gerekir. Diğer hapishanelerde avukat görüşü yapılıyorsa bunun İmralı’da da yapılması gerekir. Diğer kültürel haklar ya da sosyal haklar bakımından da yine keza aynı şeyleri söylemek gerekir. Bu yüzden de İmralı Ada Hapishanesi’ndeki uygulamanın hukuka ve insan haklarına aykırı bir uygulama olduğunun altını bir kere daha çizmek durumundayız.”

DİSİPLİN CEZALARI TECRİTİ ARAÇSALLAŞTIRIYOR

İHD İstanbul Şube Başkanı Yoleri hem İmralı’da hem de birçok hapishanede verilen disiplin cezalarını bugün birçok mahpus için önemli bir mevzu olduğunun da vurguluyor: “Disiplin cezaları yoluyla birtakım hakların kısıtlanması, hatta şartlı tahliyelerin engellenmesi, infazın yakılması gibi birtakım uygulamalar sıklıkla gündeme geliyor. Disiplin cezalarının hem kişi özgürlüğünü engellemeye yönelik bir uygulama hem de tecridi araçsallaştırdığını çok sıklıkla görüyoruz ve çoğu da keyfi, gerekçe bile sayılmayacak sebeplerden dolayı veriliyor.

Tabii ki buna karşı hukuki mücadele çok önemli. Bu açıdan kamuoyunun meselenin gerçek yanını öğrenmesi ve dolayısıyla buna karşı bir duyarlılık göstermesi önemli. Bu yüzden de hem hukuki mücadelenin hem de toplumsal mücadelenin bu boyutuyla daha güçlendirilmesine olan bir ihtiyacı görüyoruz böyle bir durumda.”

CPT DE SİYASETTEN BAĞIMSIZ DEĞİL

Gülseren Yoleri başta CPT olmak üzere uluslararası insan hakları kuruluşların İmralı’daki duruma karşı sessiz kalmalarını ise şöyle yorumluyor: “Uluslararası insan hakları örgütlerinin yahut CPT gibi işkenceye karşı oluşturulmuş bir uluslararası mekanizmaların neden işe yaramadığı, neden bu açık işkence olayları karşısında sessiz kaldığı durumu yeni değil. Uzunca yıllardır CPT’nin de gerekli tavrı almadığı ya da diğer uluslararası insan hakları örgütlerinin de bir işkence uygulaması karşısında sessiz kaldığına tanıklık ediyoruz.

Burada da belki bu mekanizmaları oluşturan güçlere bakmakta fayda var. Çünkü bu mekanizmalar genellikle devletlerin birtakım oluşumlarının sonucunda ortaya çıkıyor. Ve siyasetin keskinleştiği küresel dünyada, ekonomik kriz de dâhil, aslında birbiriyle etkileşen bir durum da maalesef. O ülke çıkarlarını koruyabilmek açısından bu tür kurumların da bu pazarlıkların bir aracı olarak işlevsizleştirildiklerine tanıklık ediyoruz.

CPT’nin bu konuda suskun bırakılması onun çalışma prensipleriyle de alakalı. Çünkü bir ülkede bir olayla ilgili rapor hazırladığında, o ülkenin onayı olmadan açıklayamıyor raporunu. Dolayısıyla Türkiye Devleti’nin bu raporun açıklanmasına onay vermesi gerekiyor. Yani bu da bir siyasetin parçası aslına bakarsanız. Toplumsal olarak bu eşitsizliklere, işkenceye, tecride karşı yeterli ses çıkarabilsek ve aşağıdan yukarıya bir basınç oluşturabilsek eminim ki CPT de diğer bu uygulamaları yürüten devlet kurumları da daha farklı bir pozisyon alacaktır.”

ANF

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir