1 Mayıs’ta işçilerin ve ezilenlerin mücadele çıtasını, faşist 1 Mayıs yasaklarıyla uzlaşma, sömürgeci faşist işgale ve HDP’yi kapatma saldırısına karşı açık tutum almama, böylece faşist devlet terörünün hedef tahtasının dışında kalmayı umma düzeyinde kurmak, işçi sınıfı ve ezilenlerin antifaşist mücadele potansiyelini realize etmeyi zorlaştırmaktan ve faşist şeflik rejimini topyekun saldırganlıkta cesaretlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Komünistler ve Birleşik Mücadele Güçleri, hem faşist 1 Mayıs yasaklarını kararlılıkla hiçe sayan hem de Kürdistan’ın sömürgeci faşist işgaline tereddütsüz karşı duran antifaşist ve antişovenist öncü politik pratikleriyle, birleşik barikatı adım adım cisimleştirme yolundadır. Bu, faşist şeflik rejimini yenilgiye uğratmanın tek yoludur.
Faşist şeflik rejimi 23-24 Nisan günlerinde Başûr Kürdistan’a yeni bir sömürgeci işgal saldırısı başlattı. Metîna, Avaşîn ve Zap’a yönelik bu yeni işgal saldırısının, adeta TBMM’nin kuruluş yıldönümüne denk getirilmesi Türk burjuva meclisinde Kürt ulusal varlığının asla kabul edilmeyeceğinin, Ermeni soykırımının yıl dönümüyle çakıştırılması da ulusal demokratik haklarda direnmenin Kürt soykırımıyla yanıtlanacağının ilanı oldu.
Türkiye’de 1 Mayıs yasaklarının faşist polis kıtaları eliyle icra edildiği ve Medya Savunma Alanları’na yeni işgal birlikleri konuşlandırıldığı aynı günlerde, faşist saray zevatı, bir yandan Ermeni soykırımını tanıyan ABD başkanına ırkçı yanıtlar savuruyor, bir yandan da HDP’yi kapatma oyununun ilk perdesi olan Kobanê davası için faşist emirler yağdırıyordu. Nitekim Kobanê davasının başlangıç duruşmasındaki talimatlı polis ablukası ve güdümlü yargıç küstahlığı, faşist şeflik rejiminin HDP’yi kapatma planındaki ısrarının açık ifadesinden başka bir şey değildi.
Başûr Kürdistan’daki yeni işgal girişimi, kuşkusuz ki sömürgeci faşist saldırganlığın Kürt ulusal demokratik hareketini hedefleyen en güncel hamlesi. Fakat ABD’yle başkan, dışişleri bakanı ve ulusal güvenlik danışmanı düzeyinde kurulan temasların ardından başlayan, ABD ve AB emperyalistlerinin onay verdiği görülen, Bağdat hükümetinin Şengal’e yönelik askeri güç gösterinden ve KDP yönetiminin sessiz işbirliğinden güç alan bu son işgal saldırısı da, tıpkı Şubat’ta Garê’de olduğu gibi yine gerillanın özgürlük direnişine çarpıyor. Faşist şef Erdoğan komutasındaki inkarcı sömürgeciliğin en kanlı saldırılarına en önde barikat ören ulusal özgürlük gerillası, Kürdistan’ın her dört parçasında Kürt halkına yeniden ve yeniden direnme azmi ve başarma umudu aşılıyor.
Sömürgeci faşist şeflik rejiminin Garê’den sonra şimdi bir kez de Metîna, Avaşîn ve Zap’ta bozguna uğratılması, her şeyden önce, Kürdistan’ın dört bir yanında, hem de Avrupa’da ve bulunduğu diğer ülkelerde, Kürt halkının işgale karşı ayağa kalkmasını, gerillanın kahramanca yürüttüğü öncü savaşı halklaştırmasını gerektiriyor. Ama bu, aynı zamanda, dünya halklarının enternasyonalist ve ilerici bölüklerinin sömürgeci işgal saldırganlığına arka çıkan emperyalist devletlere karşı harekete geçmelerini ve tabii ki, Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerinin devrimci ve antifaşist bölüklerinin bu yeni işgal saldırısına karşı politik mücadele vermelerini de gerektiriyor.
İşte bu son noktada, Türkiye emekçi sol hareketi bünyesindeki derin zaaf tekrar gün yüzüne çıkıyor. Üstelik Garê direnişinin siyasi dersleri devrimci ve antifaşist parti ve örgütlerin her faşist sömürgeci işgal saldırısı karşısında politik-pratik konum almakta özeleştirel bir sorumluluk göstermeleri gereğine fazlasıyla işaret etmişken, Başûr Kürdistan’a bu son işgal seferi yine sosyal-şovenizm veya siyasal ürkeklik damgalı bir sessizlikle karşılanabiliyor. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını tutarlılıkla savunmanın gereklerini bir an için burada bir yana bırakalım, basitçe, gerilla öncülüğündeki Kürt ulusal demokratik direnişinin faşist şeflik rejimine karşı antifaşist hareketin en örgütlü ve en etkili dinamiğini meydana getirdiği, Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerinin Erdoğan faşizmine karşı politik özgürlük mücadelesinin başlıca müttefiki olduğu gerçeğini görme basireti dahi ortaya konulamayabiliyor. Aynı sessizlik ve basiretsizlik, HDP’yi kapatma saldırısına ve bunun güncel boyutu olan 6-8 Ekim Kobanê davasına karşı HDP’yi savunma siperlerinde mevzilenme tutukluluğunda da kendini gösteriyor. Oysa, faşist şeflik rejimi altında, HDP’nin kapatılmasıyla ve Kürt ulusal demokratik mücadelesinin bastırılmasıyla Türkiye’de emekçilerin ve ezilenlerin tam bir mezarlık sessizliğine gömülmesi arasındaki toplumsal ve siyasal özdeşlik, artık göz çıkarır derecede orta yerde duruyor.
Aslında, işgali lanetlemekteki sosyal-şoven çekingenlik ögeleri ve antifaşist direnişteki siyasal kararsızlık ögeleri, bir politik varoluş tarzının ikiz kolonlarını oluşturuyor. Buna daha yakından bakalım.
İşçi sınıfı ve ezilenlerden yana siyasal parti ve örgütlerin, sendikal ve mesleki kuruluşların kayda değer bir bölümünce, faşist 1 Mayıs yasaklarını doğrudan yırtıp atacak bir direniş kararlılığı henüz sergilenemiyor. Faşist şeflik rejiminin keyfi ve zorba yasaklarına uyarlama gayretkeşliğiyle 1 Mayıs gösterileri 29-30 Nisan’a alınıyor, 1 Mayıs’ta kentlerde merkezi fiili mitinglerin yerine işyerlerinde ve hatta balkonlarda sınırlı lokal kutlamalar kararlaştırılıyor. Sonra da direniş kararlılığı zayıf bu politik yönelim, Gezi-Haziran ayaklanmasına atfen “her gün 1 Mayıs, her yer 1 Mayıs” diyerek, İstanbul’un göbeğinde patlak veren ve bütün yasakları aşıp geçen halk ayaklanmasını her yere yayma kararlılığını simgelemiş bu şiarı yasaklı kent merkezlerinde fiili meşru kitle hareketlerinden kaçınmanın iğdiş edilmiş sloganına dönüştürerek, faşist yasakçılıkla uzlaşmasını antifaşist kitleler nezdinde meşru kılmaya kalkışıyor. Dahası, DİSK yönetimi, tam da faşist 1 Mayıs yasakları ortamında, bu yasakların başlıca icracısı olan faşist polis bakanıyla ortak fotoğraf karesine girmekte ne yazık ki beis görmüyor.
1 Mayıs’a yürürken bu biçimde ortaya çıkan direniş kararsızlığı ile HDP’yi kapatma davasına karşı ve şimdi Güney Kürdistan’a yinelenen sömürgeci işgal seferine karşı mücadeleye mesafelilik arasındaki ilişki çarpıcıdır. Bir de işçi sınıfı ve ezilenlerin 1 Mayıs talepleri kümesine HDP’nin kapatılmasına karşıtlık ekseninde yalın bir demokratik tutumu yerleştirme gereği duymamakta cisimleşen bu ilişkinin izi, söz konusu ettiğimiz kararsızlığın ve mesafeliliğin politik adreslerinin adeta bir kuralmışçasına aynı oluşunda da sürülebilir. Keza emekçi sol hareketin özellikle reformist kesiminin bu yılki Ermeni soykırımı yıl dönümü açıklamalarında yine “soykırım” sözcüğünü kullanmaktan imtina etmesi de kaynağını, bu sosyal-şovenizm, siyasal kararsızlık ve eylemsel cesaretsizlik damarından almaktadır.
1 Mayıs’ta işçilerin ve ezilenlerin mücadele çıtasını, faşist 1 Mayıs yasaklarıyla uzlaşma, sömürgeci faşist işgale ve HDP’yi kapatma saldırısına karşı açık tutum almama, böylece faşist devlet terörünün hedef tahtasının dışında kalmayı umma düzeyinde kurmak, işçi sınıfı ve ezilenlerin antifaşist mücadele potansiyelini realize etmeyi zorlaştırmaktan ve faşist şeflik rejimini topyekun saldırganlıkta cesaretlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Oysa, kölece çalışmaya koşulan işçilerin, işsizlik ve pahalılık cehennemine itilen yoksulların, cins kırımına maruz kalan kadınların, kayyum rektörlerce soluksuz bırakılan öğrencilerin, yaşamları hiçleştirilen sağlık emekçilerinin, ulusal varlıkları inkar ve yurtları işgal edilen Kürtlerin, inançlarına pranga vurulan Alevilerin, yaşam tarzı özgürlükleri gasp edilen laiklerin, ayrımcı nefrete hedef yapılan LGBTİ+’ların, doğal yaşam alanları yağmalanan köylülerin, iflasa sürüklenen esnafların, itaate zorlanan aydın ve sanatçıların gerçek ihtiyacı, faşist şeflik rejiminin topyekun saldırganlığına karşı 1 Mayıs’ta birleşik antifaşist barikatı yükseltmektir. Bu ise yasak tanımayan bir antifaşist direniş kararlılığını, Türkiye’de işçilerin ve ezilenlerin mücadelesi ile Kürdistan’da ulusal demokratik mücadele arasında mutlaka köprü kurmayı, politik özgürlüğün öncü gücü sorumluluğuyla hareket etmeyi şart koşmaktadır.
Komünistler ve Birleşik Mücadele Güçleri, bugün, hem faşist 1 Mayıs yasaklarını kararlılıkla hiçe sayan hem de Kürdistan’ın sömürgeci faşist işgaline tereddütsüz karşı duran antifaşist ve antişovenist öncü politik pratikleriyle, işte bu birleşik barikatı adım adım cisimleştirme yolundadır. Bu, faşist şeflik rejimini yenilgiye uğratmanın tek yoludur. Birleşik antifaşist barikata omuz vermekse, işçi sınıfı ve ezilenlerden yana olan bütün siyasal ve sendikal güçlerin, yerine getirmekten kaçınmanın kötürümleşmekle ve tasfiye edilmekle sonuçlanması kaçınılmaz olan ortak sorumluluğudur.
Kaynak: etha