‘Dünyanın lanetlileri’ne ya ölüm ya tutsaklık / Oya Açan

Son bir haftadır dünyanın gözü kulağı Ege’deki mülteci katliamında. İnsanlar acısını içlerinde duyuyorlar bu vahşetin. Daha önce sayısız örneklerine tanık olduğumuz bu  katliam, gelişmeleri izleyici kayıtsızlığıyla takip edenlerde dahi vicdanları sarsan bir deprem hali yarattı. Çünkü hem yaşanan dram bu kez gerçekten çok sarsıcı hem de “uygar” Avrupa adına sergilenen vicdansızlık tüyler ürpertici. Düşünebiliyor musunuz, eski püskü bir tekneye balık istifi doldurulan yüzlerce insan, farkedilmesinler diye alt güvertelere kapatılan kadınlar ve çocuklar -ki bunlardan kurtulabilen kimse yok- teknenin her an batabileceği açık olduğu halde hem Yunan ve İtalyan sahil güvenlik birimlerinin hem de AB’nin sınır polisi Frontex’in trajediye 48 saat boyunca seyirci kalması!.. Dahası, herkesin sadece sığınmacıları kendi kara sularından uzak tutmakla ilgilenmesi!…

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği 2021’de yayınladığı Küresel Eğilimler Raporu’na göre zorla yerinden edilmiş kişilerin toplam sayısı 2021’in sonunda 89,3 milyonu bulmuştu. Bu, önceki yıla göre yüzde 8, 10 yıl öncesine göreyse iki kat artış anlamına geliyor. Demek ki, 8 milyar kişinin yaşadığı dünyada her yüz kişiden en az biri arka planında emperyalist hesap ve kışkırtmaların yattığı savaşlar, zulüm, çatışma, şiddet, insan hakkı ihlalleri yüzünden evini-yurdunu terk etmek zorunda kalıyor.

AKP’nin şantaj kozu: Açarım sınır kapılarını!

Öncesi de bir yana, emperyalistlerin Ortadoğu’da hiç kesilmeyen saldırganlıkları yüzünden milyonlarca insan yerinden yurdundan edildi. 2014-16 Suriye savaşının ardından milyonlarca kişi canını kurtarmak için göç yollarına düştü, Avrupa kapılarına dayandı. İşte o zaman AB, göçü “kaynak ülkede” durdurmaya çalıştı. Bunun en bilinen örneği AB’nin Türkiye ile imzaladığı anlaşmadır. Faşist AKP rejimi “Açarım sınır kapılarını” tehditleriyle Avrupa’dan sayısız taviz ve milyar dolarlar kopardı. Bu milyar dolarlar mülteciler için harcanmadı elbette. Kimlerin cebine indiği de meçhul! Avrupa’nın göz göre göre ödediği bu rüşvet, özellikle Suriyeli mültecileri ülkede tutup Avrupa’ya geçişlerini önledi; AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, taviz ve daha fazla para koparmak için  4 milyon mülteciyi emperyalist efendilerle ilişkilerinde koz olarak kullandı. Faşist iktidar da burjuva muhalefet de hâlâ yiye yiye bitiremedikleri göçmen düşmanlığının tohumlarını attı.

O kesitte AB, Türkiye, Tunus, Libya ve Lübnan’da göçü kaynak ülkelerde durdurma politikasını hayata geçirmeye yoğunlaştı. Fakat gün geldi bu da yetmez oldu. Ne savaşlar sona erdi, ne baskı, yoksulluk ve açlık içindeki halklar kıyımlardan kendini kurtarabildi.

“Göçmenler evimize girdi”

Akdeniz’de boğulan, Sırbistan’da dikenli tellere takılan, Polonya sınırında donarak açlık ve susuzluk yüzünden her gün binlercesi ölen mülteciye rağmen akışın arkası bir türlü kesilmiyor, çünkü emperyalizmin tabiatı değişmez! “Kendi evleri”ne kadar giren bu sorundan, bu insanlık dramından daha fazla kaçamayacaklarını anladıkları için uzun süredir belli bir hazırlık içinde, kendilerini fazla rahatsız etmeyecek yeni yollar bulma arayışındalar.

AB’ye üye 27 ülkenin içişleri bakanlarının Luxemburg’da bir araya geldiği 8 Haziran’daki Mülteci Zirvesi bunun için yapıldı. Mültecilerin iltica sürecinin AB sınırlarında yürütülüp karara bağlanmasına olanak verecek “reform”da uzlaşma sağlandı.

Vardıkları sonuçları “büyük reform” olarak duyurdular. Gerçekteyse “sığınma hakkı” başta olmak üzere “insan haklarını” ayaklar altına aldılar. II. Dünya Savaşı sonrası büyük bedellerle kazanılan ve son yıllarda binbir işkenceyle uygulanan ‘sığınma hakkı’nı resmen çöpe attılar.

Mültecilerin göç yollarında telef olması, Yunanistan, İtalya gibi Avrupa ülkeleri tarafından geri itilmesi, sınırdışı edilmeleri, kalanların kamplarda kötü koşullarda üst üste yaşaması, şiddete ve cinsel istismara maruz kalması, dışlanıp politik malzeme olarak kullanılmaları yetmezmiş gibi, şimdi de çığlaşan göç ordusuna yeni işkenceler yeni cendereler  getiriliyor. Ya ölüm ya tutsaklık dayatılıyor.

AB’nin iltica ve göç uzlaşması

AB içişleri bakanlarının uzlaşmaya vardıkları yeni iltica kurallarına göre, AB ülke sınırlarının dışında iltica merkezleri kurulacak ve Tunus, Hindistan, Türkiye ve Sırbistan gibi ülkelerden gelenlerin iltica başvuruları burada “değerlendirilerek” 12 haftalık gibi bir sürede sonuçlandırılacak. “Kabul şansı olmayanlar” diye bir kategori icat eden AB emperyalistlerinin göçmenlere “kırk katır mı kırk satır mı” açmazını dayatan yeni iltica yasasına göre mülteciler AB sınırlarındaki kamplarda aylarca tutsak edilecek. Bu arada “kabul şansı olmayanlar” hızla geri gönderilecek.

Üye 15 ülkenin onayı, yani nitelikli çoğunluk sağlandığı için daha sert tedbirlerin alınmasını isteyen, göçmenlere çöp gibi davranan Macaristan ve Polonya kabul etmeyip veto oyu kullansa dahi görünen o ki tasarı oy çokluğuyla geçiyor

Zaten işlemeyen geri kabul anlaşmaları düşünülecek olursa, birliğe üye devletlerin kendi aralarındaki emperyalist “dayanışma” ise şöyle işleyecek: Mülteci almak istemeyen ülkeler kişi başına 20 bin euro ödeyerek onların hayatını satın almış olacaklar. Toplanacak bu meblağın mülteciler için barikat ve açık hava hapishanesi olarak kullanılacak Türkiye gibi ülkelerin işbaşındaki yöneticilerine rüşvet olarak dağıtılacağı açık.

Ağızları sulandıran ucuz göçmen emeği

Öte yandan, ucuz göçmen emeğine muazzam ihtiyaç duyan AB ülkeleri yılda 2 milyon göçmen alıyor. Üye ülkeler bir yandan bu durumdan hoşnut, çünkü AB ülkelerinin ucuz göçmen emeğine ihtiyacı büyük. Onun derdi ucuz göçmen emeği arasından seçim yapma imkanına sahip olabilmek, bu yığın içindeki nitelikli göçmenleri ayıklayıp kendi bünyesinde üretime koşmak!

BMG’nin hedeflemesi gereken

Dünyanın her yanında göçmen karşıtı ırkçılığın zirve yaptığına tanıklık ediyoruz. Emperyalistler bunu artık daha meşru yasal zincirlerle kuşatmak istiyor. Kapitalist sistem krizinin bu kadar ayyuka çıktığı bir evrede bütün toplumsal sorunlar gibi göç-göçmenlik, sığınma-mültecilik, göçmen işçilik de BMG’nin meselesi olmalıdır. Göçmenlere/sığınmacılara yasal olarak giydirilmek istenen deli gömleğini parçalamak, bunu başlı başına bir mücadele konusu haline getirerek işçi sınıfı ve emekçi yığınların bilincinde dönüşüm yaratmakla mümkündür.

Türkiye’de ve dünyanın her yerinde burjuvazinin ağzını sulandıran mülteci yığınların ucuz, sığınmacıların nitelikli emeğidir. Göçmenleri kendi içlerinde bölen onları diğer sınıf kardeşleriyle ırkçılık ve düşmanlık temelinde karşı karşıya getiren bu insanlık dışı plan ve adımlar ancak birleşik bir örgütlenme ve mücadeleyle aşılabilir.

Bir haftadır protestolar yapılıyor ve hepimiz seyrediyoruz; bu akıl alır gibi değil. Üstelik bu öyle bir dalga ki, sadece gelecek olan sığınmacıları değil şu an bu hakkı kazanmış olanları da kapsama alanına alacağı açık. Güya burjuva demokrasisinin beşiği olarak kabul edilen İskandinav ülkeleri ve Almanya’da başlamış olan geri göndermeler ve tutuklamalar bu gelişmenin habercileri.

BMG olarak bizler daha koyu bir karanlığın işaretleri anlamına gelen bu adımları püskürtmek için fazla vakit geçirmeden bir kampanya konusu haline getirmeli, bu doğrultuda şimdiye kadar anlamlı çalışmalar yürütmüş kurumlarla ilişkilenmeli, güçlerimizi birleştirmeliyiz.