Kurucu Meclis, Kurucu İktidar, Devrimci Demokratik Cumhuriyet, Sosyalist Cumhuriyet… Liste böyle uzayıp gidebilir ama uzatmaya gerek yok. Bunlar son aylarda sık sık duymaya başladığımız kavramlar.
Bu tür kavramların kimler tarafından kullanıldığı ortada. Sosyal reformist partiler, liberaller, uzlaşmacı küçük burjuva partiler bu tür kavramların başlıca kullanıcıları. Kavramların ortak özelliği, mevcut tekelci kapitalist düzenin yıkılmasını ve yerine yeni bir düzenin inşa edilmesini öngören, anlatan, ifade eden kavramlar olmasıdır.
Elbette, her parti, her politik çevre, her politik güç istediği kavramları kullanmakta özgürdür. Bunda bir sorun yok. Sorun kavramların özüne uygun biçiminde kullanılıp kullanılmadığıdır. Özüne uygun biçimde kullanılmıyorlarsa orada bir sorun var demektir. O sorunu bulup çıkarmak da bizim sorunumuz. Çünkü, kavramlar özüne, gerçek içeriklerine uygun kullanılmadıkları zaman, ortada birleşik devrimin toplumsal güçlerini, emekçi sınıfları, yoksul kitleleri, özellikle de devrimci enerjiyle dolu gençliği aldatma çabası var demektir.
Yukarıda saydığımız kavramların ortak özelliği, zora dayalı bir devrimle yıkılabilecek olan tekelci kapitalist düzenin, bu düzeni ayakta tutan zor örgütü olarak faşist devletin yıkılmasını içermeleridir.
Kurucu Meclis ya da Kurucu İktidar, hangi koşullarda gündeme gelebilir? Bu sorunun birden fazla yanıtı yok; tek bir yanıtı var. Kavram gerçek anlamıyla kullanılıyorsa, yanıt, “bir sınıfın egemenliği zora dayalı bir devrimle yıkılıp bir başka sınıfın egemenliği kurulmaya, inşa edilmeye başlandığı zaman” biçiminde olabilir ancak. Daha somut konuşursak, Türkiye ve Kürdistan’da tekelci sermaye sınıfının egemenliği zora dayalı bir devrimle yıkılıp yerine emekçi sınıfların, ezilen halkların, emeğin iktidarı kurulmaya başlandığı zaman Kurucu Meclis’ten, Kurucu İktidar’dan söz edilebilir. Zaten “Kurucu” karakter de buradan geliyor.
Adı üstünde, yeni bir toplumsal düzen kuracak, yeni bir anayasa yapacak, mülkiyet ilişkilerini ve üretim biçimini kökten değiştirecek, yeni bir sınıfın ya da sınıfların egemenliğini kuracak bir iktidar, buna hükümet de diyebiliriz, ve bu iktidarın dayanacağı bir Kurucu Meclis. Böyle bir iktidar -ya da hükümetin- Meclis’le birlikte “Kurucu” olma sıfatı sadece görevlerinden ileri gelmiyor fakat aynı zamanda oluşma biçimi de ona bu özelliği verir.
Nedir bu? Bu her şeyden önce, zora dayalı bir devrimin sonucu ortaya çıkmış olmalarıdır. Kurucu Meclisin üyeleri, emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin, kısacası, birleşik devrimin toplumsal güçlerinin doğrudan seçtikleri temsilciler değiller. Böyle bir Meclis’in üyeleri, devrimi örgütleyen politik güçlerin temsilcileridir ve bu yüzden geçicidirler. Kurucu Meclis, geçici bir meclistir. Dolayısıyla, “Kurucu iktidar”, daha doğrusu, “Kurucu Hükümet” de Geçici Devrim Hükümetidir. Görev süreleri, ilk seçimlerin düzenlenip devrimin toplumsal güçlerinin kendi temsilcilerini seçimle belirlemelerine kadardır.
İşin abecesini oluşturan bu temel bilgileri neden verdik? Çünkü, bu kavramları sıklıkla kullanmaya başlayan sosyal reformist partiler ve bu partilerin ortakları diyebileceğimiz liberaller, uzlaşmacı küçük burjuvalar kullandıkları bu kavramların gerçek içeriğini, gerçek özünü boşaltarak kullanıyorlar. Burada en temel mesele, bunların zora dayalı bir devrim sonucu oluşabilecek olmalarıdır. Zora dayalı bir devrim olmadan bu kurumlar ne oluşabilir ne de bunlardan söz edilebilir. Sosyal reformist partiler ve ortakları, zora dayalı devrimden tek sözcükle olsun söz etmeden bu kavramları kullanıyorlar.
Onların yakayı ele verdikleri yer burası. Çünkü, tekelci sermaye sınıfı ve onun sürüsüne bereket zor aygıtlarını, örneğin ordusunu, polisini, zindanlarını, yargı mekanizmasını, HÖH’ünü, PÖH’ünü ve daha neler nelerini zorla, zora dayalı bir devrimle yere sermeden, değil bir “Kurucu Meclis” bir “Kurucu İktidar”, ya da “Devrimci Demokratik Cumhuriyet-Sosyalist Cumhuriyet”… kurucu bir dernek bile kuramazsınız. Emekçi sınıflardan, yoksul kitlelerden, Kürt halkından; bu düzenin yıkılmasını isteyen kadınlardan, gençlikten sakladıkları gerçek budur.
Kurucu Meclis’ten, Kurucu İktidar’dan, Devrimci Demokratik Cumhuriyet’ten söz ediyorsan zora dayalı devrimden de söz edeceksin. Zora dayalı devrimden; burjuva egemenliği ayakta tutan zor araçlarını böyle bir devrimle dağıtmaktan söz etmiyorsan o zaman, Kurucu Meclis, Kurucu İktidar, Sosyalist İktidar, Devrimci Demokratik Cumhuriyet kavramları ağzınızda bir yalandan başka bir şey olmaz.
Bu durumda geriye yanıtlanmamış bir soru kalıyor: Sosyal reformist partiler ve yol arkadaşları -aralarındaki itişmeye bakmayın, bunların hepsi aynı noktada, burjuvaziyle uzlaşma noktasında, şimdiki Meclis’in çatısı altında buluşma hususunda birleşiyorlar- neden devrimi çağrıştıran, devrimi gerektiren bu kavramları kullanıyorlar?
Çünkü, birleşik devrimin gelişimi, başta Kürt halkı olmak üzere, Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarının biriktirdiği devrimci enerji onları böyle konuşmaya, bu kavramları kullanmaya zorluyor.
Birleşik devrim, kendini kabul ettire ettire gelişimini sürdürüyor. İki ülkenin ezilen, yoksul halklarının gerçek kitle hareketi bu gelişimin en somut ifadesidir. Kürt halkı, örneğin, Garibe Gezer’in cenaze törenini, taziye evini devrimci bir kitle eylemine dönüştürdü. Kadınlar, dinci faşist iktidarın her türlü korkutma, sindirme çabalarına devrimci kitle eylemiyle yanıt vermeye devam ediyorlar. İşçi sınıfından diğer emekçi kitlelere kadar, sömürülen, ezilen, yoksulluğa itilen emekçiler sokakları terk etmiyorlar. İrili-ufaklı işçi eylemleri hız kesmeden devam ediyor. Dinci faşist iktidara ve faşist devlete meydan okuma her yerde!
Birleşik devrim, kendini dosta düşmana kabul ettiriyor. “Kurucu İktidar-Geçici Devrim Hükümeti, Kurucu Meclis-Halk İktidarı gibi birleşik devrimin temel kavramları gerçek ifadelerini Leninist Partinin politikalarında buluyorlar.