Cihan DENİZ yazdı
24 Kasım 2021 Çarşamba – 23:30
- İktidar, da artık yolun sonuna geldiğinin farkındadır; bu gidişi tersine çevirmenin artık neredeyse imkansız olduğunu çok iyi bilmektedir.
- Tam da bu gerçekten ötürü, bu kadar pervasızlaşmıştır. Kaybedecek bir şeyi kalmadığı için yapamayacağı bir şey de kalmamıştır.
2001 krizinin yarattığı yıkımı, umutsuzluğu ve çaresizliği kendine basamak yaparak iktidara gelen AKP, bugün, sonuçları, yarattığı yıkım 2011 kriziyle kıyaslanamayacak bir kriz ile karşı karşıyadır.
Krizin adını bile koyamayan iktidar, her şeyi dış güçler, faiz lobisi, Dolar lobisi, iktisadi kurtuluş savaşı gibi kendi uydurdukları yalanların ve kurguların arkasına sığınarak açıklamaya çalışmaktadır. Ama artık bunların, yegane bilgi kaynağı A Haber olan en sıkı destekçilerinde bile bir karşılığı kalmamıştır.
Herkes bu krizin neden ve nasıl geldiğini, iktidarın hangi önceliklerinin yaşanan bu yıkım ve yoksullaşmaya yol açtığını gayet net bir şekilde görmektedir.
Krizler kapitalizmin doğasının bir parçasıdır. Ama bugün yaşananları, kapitalizmin olağan krizlerinden biri olarak görmek büyük bir yanılgı olacaktır.
Şu an içinden geçilmekte olan kriz, Türkiye’de daha önce yaşanmış krizlerin aksine kapitalizmin doğasına içkin bir kriz olmanın ötesinde, kaybedeceğini anlayan bir iktidarın, bir avuç yandaşını giderayak daha da zenginleştirmek, bu coğrafyayı bir ucuz emek pazarı (Dolar’daki son artışla Türkiye’nin Avrupa’da asgari ücretin en düşük olduğu ülke haline gelmesiyle buna siz köle emeği pazarı da diyebilirsiniz) haline getirmek ve kendinden sonra geleceklere enkaz ve yıkımdan başka bir şey bırakmamak için bile isteye çıkartılmış bir krizdir.
“Faiz neden, enflasyon sonuçtur” gibi akıldışı ve iktisat hakkında en ufak bir fikri olanlarda sadece acı bir tebessüm uyandıran bir iddianın ardına sığınarak, artarda yapılan faiz indirimlerinin yaratacağı sonuçlar bilinerek bu kararlar alınmıştır.
Faizi indirdiklerinde bunun sonucunun ne olacağını gayet iyi biliyorlardı. Merkez Bankası’nın net rezervlerinin hangi düzeyde olduğunu bildiklerinden, faizin indirilmesi durumunda yükselecek Dolar’ı kontrol altına alabilecek araçlara sahip olmadıklarının ve bu nedenle ortaya çıkacak kriz durumunun da gayet bilincindeydiler. Ve bu krizin halklarda ne gibi bir yoksullaşma ve yıkımın yaratacağının da gayet farkındaydılar.
Dolayısıyla da bu kriz, kapitalizmin doğasının veya iktidarın sonuçları öngörülemeyecek yanlış iktisadi kararlarının bir sonucu değildir; tersine, bu süreçte iktidarın attığı her adım, sebep olacağı sonuçlar bilinerek, hesaplanarak ve büyük ölçüde de istenerek atılmış bir adımdır. Diğer bir değişle, bugün yaşananlarda iktidar çevreleri için şaşırılacak hiçbir şey yoktur.
Ama iktidar çevreleri bir şeyin daha çok net olarak bilincindedir; kendilerine en bağlı kesimler içinden bile artık eskisi gibi destek bulamadıkları, mevcut desteğin de her geçen gün daha da düştüğü gerçeği.
İktidar, da artık yolun sonuna geldiğinin farkındadır; bu gidişi tersine çevirmenin artık neredeyse imkansız olduğunu çok iyi bilmektedir. Tam da bu gerçekten ötürü, bu kadar pervasızlaşmıştır. Kaybedecek bir şeyi kalmadığı için yapamayacağı bir şey de kalmamıştır.
Sadece bu kriz değil, artık yolun kendisi için bittiğini anlamaya başladığı andan itibaren, iktidarın yaptıklarını bir bütün olarak düşündüğümüzde, insan kendine tüm bunların, savaşı kaybettiğini kabul ettiği andan sonra Hitler’in Almanya’daki tüm yolların, köprülerin, fabrikaların yıkılmasını emretmesinden özünde ne kadar farklı olduğu sorusunu sormadan edemiyor.
Bundan dolayı da, tüm muhalif kesimlerin bunun bilincinde olarak, iktidarın halklara, kadınlara, emekçilere, ve en az bunlar kadar önemli olmak üzere doğaya daha fazla zarar vermesinin önüne geçmek için yaptığı erken seçim çağrısı çok hayatidir ve anlamlıdır.
Ülkenin daha fazla uçuruma sürüklenmemesi için siyaseti sadece sandık ile sınırlama yanlışına düşmeden, sokağın ve eylemin gücünü asla geri plana atmadan iktidarın önüne sandığı koymak için verilecek mücadele sürecin en önemli bir demokratik görevlerden biridir.
Bununla birlikte, bu coğrafyaya barışın, demokrasinin, özgürlüğün ve adaletin gerçekten gelmesini arzulayan kesimler için kimin gittiği veya kimin geldiğinden çok daha önemlisi, zihniyetteki değişimdir. Bu anlamıyla, kriz, siyasi iktidardaki öznenin değişmesi için değil, bu coğrafyaya hakim iktidar anlayışının değişmesi açısından bir fırsata çevrilmelidir.
Bunun yolu ise bu coğrafyada iktidardaki özne kim olursa olsun varlığını sürdüren tekçi ve inkarcı anlayışın karşısında ne olursa olun, farklılıkların eşit bir şekilde bir arada yaşama iradesine dayanan, halkların gerçek alternatifi olarak üçüncü yolun en geniş kesimlerin bir araya gelmesi ile kurulmasıdır.
Ancak halkların üçüncü bir cephe etrafında bir araya gelerek, güçlü bir özne olarak ortaya çıkmasıyla, “eskinin” yeniden kurulması ile sınırlı bir “değişim”in ötesine geçilerek gerçek “yeni”nin kapıları aralanabilir.