- Siyasi cinayetlerin yoğunlaştığı odak da cezaevleri oldu. Muhalif söz ve demokratik protesto, gittikçe genişleyen terör tanımı içine alındı. İktidarın çıkarlarına tehdit olarak görülen siyasiler ise ağır hapis cezaları ve ölüme kadar infaz sistemiyle mengeneye alınıyor.
- Aysel Tuğluk’un uğradığı saldırı siyasi suikast değil de nedir? Sayılması için mutlaka sonuca ulaşması mı gerekiyor? Bu zulüm iktidarının etten-kemikten olduğunu yenilebileceğini kanıtlamış siyasetçiler hapishanelerde suikast, cinayet girişimiyle yüz yüze.
FİGEN YÜKSEKDAĞ
Zaman zaman muhalefetin çeşitli bölüklerinde, siyasi suikastların geliştirilebileceğine dair kaygılar, öngörüler dile getiriliyor. Elbette bu iddialar asılsız, dayanaksız değil; ama eksik. AKP-MHP Koalisyonu, toplumsal desteğini yitirdikçe şiddetin skalasını alabildiğine genişletip, onun en açık ve doğrudan biçimlerine yöneliyor. Siyasi suikast kaygıları da bu yönelimin doğal bir sonucu.
Tabii ki Türkiye’de siyasi cinayetler, suikastlar gündemi yeni değil; yeni olan, son dönemde hedeflediği kesimlerin genişlemesi. Mesela Kürtler, devrimci demokratik güçler, sosyalistler hiçbir zaman siyasi cinayetlerin ve katliamların menzilinden çıkmadı. Bu saldırılar değişik biçimler altında topyekün karakter kazanarak, siyasi soykırım olarak adlandırılan en yüksek merhaleye ulaştı. Birebir siyasetçiler, kadın hareketini, seçilmişleri ya da kamuoyunda politik rol oynayan aydın ve gazetecileri hedefleyen suikast ve cinayetler de bütünün spesifik parçalarıydı. En son HDP İzmir İl Örgütü’ne faşist bir katil toplu katliam yapmak için girdi, sevgili yoldaşımız Deniz Poyraz’ı canavarca katletti. Yıllardır saldırıya uğrayan, yakılıp-yıkılan, bombalanan parti binamızın haddi hesabı yok. Mitinglerinde bombalı saldırı düzenlenen; üyeleri, yöneticileri infaz, kaçırma, kaybetme saldırılarıyla burun buruna yaşayan, belediye başkanından milletvekiline kadar sadece resmi zor aygıtlarının değil, gayrıresmî karanlık odakların saldırı menzilinde olan başka bir parti bulamazsınız. Sadece yakın tarihte, HDP ve kitle tabanını, demokrasi, barış güçlerini hedefleyen Suruç, Gar, Antep katliamları, Kürdistan kentlerinde sivil halkın polis-asker kurşunlarıyla can vermesi, köylülerin işkence görerek helikopterden atılması ve Batı’da mevsimlik Kürt tarım işçilerine, Konya’da olduğu gibi yerleşik ailelere yönelik ırkçı-faşist cinayetler ve saymaya kalksanız başını-sonunu unutacağınız saldırılar, sadece 4-5 yıl boyunca Türkiye’nin nasıl bir karanlığa gömüldüğünü gösteriyor.
Savaş zemininde at koşturuyorlar
Elbette Kürtleri ve HDP’nin geliştirdiği halkçı, özgürlükçü politik hareketi boğmayı hedefleyen karanlığın herkes için bazı sonuçları olacaktı. Son süreçte CHP’den İYİP’e, AKP’den kopan siyasi partilere kadar geniş bir muhalif kesimin açık siyasi saldırılara, suikast ve linç girişimlerine maruz kalması böyle değerlendirilebilir. Önceleri “HDP’ye özel” görülen siyasi muameleye sessiz kalmak ya da yol vermek, devletin yeni bir suç örgütleri koalisyonuna dönüşmesine zemin sağladı. HDP ve Kürt düşmanlığı, sürekli savaş ortamı, IŞİD ve benzeri yapılarla kurulan ortaklık, demokratik siyasetin tepesinde sallanan “terör” kılıcı, karanlığın beslediği toprak oldu. Şimdi sayısız çete grubu, gladio yapılanması, uyuşturucu kaçakçısı, tetikçisi, mafyası ve SADAT gibi resmi iktidar patentli savaş lobisi bu zeminde at koşturuyor. Kendisi de bir dönem AKP’yle çalışan mafya lideri Sedat Peker’in ifşaatları, siyasi iktidarın Süleyman Soylu’dan, Binali Yıldırım’a ve Recep Tayyip Erdoğan’a kadar nasıl bir suç imparatorluğu kurduklarını ortaya seriyor.
Hasta ederek öldürüyor
Böyle bir atmosferde tarihte örneklerini bildiğimiz türden siyasetçilere, liderlere dönük suikastlar da gelişebilir, her melanet de olabilir. Peki siyasi suikast-cinayet sayılmayan kıyım ve saldırılar; kurşunla, bombayla öldürülmediği için cenazesi yerde kalanlar; en duyarlı medya haberlerinde bile ölümü küçük bir kutuda görülenler; yıllarca beton duvarlar arasında, sessizliğin kimsesizliğin ortasında bedeni-sağlığı çürütülüp ölüme mahkum olanlar; yani hasta mahpuslar ne olacak? Sayıları sürekli artarak değişse de değişmeyen tek şey, özel tipte bir siyasi mekanizmasının hedefi olmalarıdır. Bu mekanizma dışarıda silahla, katliamla, suikastle öldüremediklerini cezaevlerinde tecrit ve zulümle hasta ederek öldürmeye ayarlı. Birçok uğursuz planda olduğu gibi, bu zamana yayılmış imha planında da amaçlarına ulaşıyorlar. Hasta mahpusların sayısıyla beraber, hapishanelerden çıkan tabutların sayısı da artıyor.
‘Ölüme kadar infaz’ sistemi
AKP-Saray Rejimi döneminde, tutuklama, hapsetme uygulamaları temel yönetme stratejisi halini aldı. Bilhassa siyasi tutsak sayısı bakımından darbe dönemlerini aşan ve gerici diktatör, çete devletlerini dahi ardında bırakan büyük bir cezaevi üssüne dönüştü Türkiye. Kaçınılmaz biçimde siyasi cinayetlerin yoğunlaştığı odak da cezaevleri oldu. Her türlü muhalif söz ve demokratik protesto, gittikçe genişleyen terör tanımı içine alındı. İktidarın nefret ve kin objesi haline getirilen, çıkarlarına tehdit olarak görülen siyasiler ise ağır hapis cezaları ve “ölüme kadar infaz” sistemiyle mengeneye alınıyor. Kendisini sonradan MHP’yle ittifak kurarak tahkim eden AKP-Saray Rejimi, aynı zamanda yasal onaylı bir siyasi cinayet-suikast rejimi de kurdu. İnfazların faili belli ve gizlemeye çalışmıyorlar. Ölüm ve işkence kararlarını siyasi iktidar veriyor, polis ve zor aygıtları eşliğinde, mahkemelerle cezaevi yönetimleri uyguluyor. Ölümün eşiğindeki hasta mahpuslara “cezaevinde kalabilir” raporu düzenleyen Adli Tıp Kurumu ise adeta iktidarın tetikçisi işlevi görüyor. Siyasi meşruiyetten tamamen koptukları ve zor politikalarından başka hiçbir meşru güçleri kalmadığı için ellerinin altındaki bütün devlet kurumlarını birer suç aleti olarak kullanıyorlar. Muhalefetin en aktif ve liyakatli bölümünü temsil eden siyasi tutsakları, diğer bir deyişle siyasi rehineleri, yasal-kurumsal zor aygıtları üzerinden imha ve tasfiye saldırısı, iktidarın temel pratiğidir. 90’lı yılların AKP-MHP versiyonudur.
- Ölüm ve işkence kararlarını siyasi iktidar veriyor, polis ve zor aygıtları eşliğinde, mahkemelerle cezaevi yönetimleri uyguluyor. Ölümün eşiğindeki hasta mahpuslara “cezaevinde kalabilir” raporu düzenleyen Adli Tıp Kurumu ise adeta iktidarın tetikçisi işlevi görüyor.
Suikastlar artık resmi politika
Bizzat içinde yaşadığımız bu gerçek karşısında, “Bizim dönemimizde siyasi suikast olmadı, olmaz” türünden safsatalar akla ve realiteye hakaretten başka bir anlam taşımıyor. Zira yasadışı tetikçiler kullanarak gerçekleştirilen Hrant Dink ve Sakine Cansızlara yönelik suikastların hesabı bile ortada duruyor. Dahası AKP ve Erdoğan, tarih kadar bugünü de kontrgerilla-çete örgütlenmesiyle zihniyeti üzerine kurulu MHP’yle ittifak kurarak, siyasi cinayet ve suikastları resmi politikaya dönüştürdü. Bu durum, devletin 90’ları kat kat aşan bir çürümeye çekilmesi anlamına geliyor. Bu tespiti yapmak için Erdoğan ve Bahçeli’nin doğrudan siyasi kişileri hedef göstererek saldırı talimatı vermesinden başka çok da büyük bir kanıta ihtiyaç yok. Kimi zamanlar yine AKP-MHP tarafından alevlendirilen idam histerisine cevaben Erdoğan’ın “Onları idamdan beter edeceğiz” sözleri, içeride de dışarıda da nasıl bir nefret ve kışkırtma ortamı yaratıldığını gösteriyor.
Özel suikast girişimi
Böyle bir ortamda tek gün dahi cezaevinde kalamayacak durumdaki siyasi mahpusların hedef gözetilerek, eziyet edilerek ölüme mahkum edilmesi siyasi suikast değil de nedir? Bir de Kandıra 1 No’lu F Tipi’nde mahpus arkadaşı olduğumuz sevgili Aysel Tuğluk’a yönelik özel suikast girişimi örneği var. Genel olarak zaten bütün seçilmiş siyasetçileri, yani dışarıda aktif faaliyet yürütürken öldürmek isteyip de öldüremediklerini açık hedef görüyorlar. Ama Aysel Tuğluk, önceki dönem DTK Eşbaşkanı, BDP Eşbaşkanı kimliğiyle, aldığı 10 yılı aşkın cezanın dışında, hapisteyken özel savaş saldırılarıyla da karşılaştı. Onu binlerce hasta tutsaktan farklı kılan, hem yaşadığı bu durum hem de siyaseten milyonlarca kadın ve erkeğin, Kürt halkının iradesini temsil etmiş olması. Ayrıca hapishane yaşamımız içinden en yakıcı örnek tabii.
Öldürmeye kasıt
Aysel Başkan’ın 4 yıl önce annesinin cenazesine yapılan canavarca saldırıyla başlayan hastalık süreci, tecrit işkencesiyle, hapishanenin sağlıksız ortamıyla, teşhis ve tedavi koşullarındaki yetersizlikle birleşip derinleşti. Buna bir de siyasi zulüm ve hukuk katliamı rolü oynayan dava-yargılama operasyonlarını ekleyin. Mesele sadece insanım diyenin yapmayacağı ve hiçbir insana yapılmayacak bir saldırıya maruz kalmak değil. Böyle bir canavarlığı üreten ve yöneten siyaset karşısında insanlığın en temel değerlerini savunmak adına direnme görevinin de size düşmesi. Karşınızda ortalama insanlar ve insanlık olmadığını bilmek, Aysel Tuğluk gibi nice siyasi tutsağı fiziksel olduğundan çok mental anlamda ağır ve yıpratıcı bir sürece soktu.
ATK’den psikolojik işkence
Gelinen aşamada Aysel Tuğluk’a Kocaeli Devlet Hastanesi’nde aylar süren tetkikler sonucu birinci derecede Alzaimher teşhisi konuldu ve rapor düzenlendi. Ayrıca iskelet ve iç hastalıkları tedavisi de görmeye çalışıyor. Sonraki aşama ise hem sistematik zulüm hem de öldürmeye kasıt vakası. Sayısız mahpusun yaşadığı işkenceden, ölümünden sorumlu olan İstanbul Adli Tıp Kurumu, uzman hekimler tarafından verilen “cezaevinde kalamaz” raporunu değil, iktidarın Aysel Tuğluk için verdiği siyasi infaz kararını onayladı. Üstelik Aysel Başkan’dan aldığımız kesik kesik bilgilere bakılırsa İstanbul ATK Kurulu’nun muayenesi psikolojik işkenceye dönüşmüş. Mesela Aysel Başkan bir süredir kalem kullanamıyor ama muayene sırasında önceki kurul raporundan net bilgi olarak yer almasına rağmen, kağıda şekil çizmesi için zorlamışlar. Hastalığın özgünlüğü nedeniyle mutlaka yanında günlük yaşamını ve durumunu bilen oda arkadaşının refakatinde muayeneye gitmesi gerekirken, bu tıbbi kriter ATK’nun umurunda olmadı. Zira karar, tıp bilim ve etik kurullarında değil, iktidarın infaz masalarında verilmişti. ATK da iktidarın infaz mangası olarak görevini yerine getirdi.
Siyasi suikast değil de nedir
Evet, şimdi soruyorum: Bütün bu yaşananlar ve Aysel Tuğluk’un uğradığı saldırı siyasi suikast değil de nedir? Ya da böyle sayılması için mutlaka sonuca ulaşması mı gerekiyor? Topluma hizmet etmiş, taşıdığı temsiliyetin haysiyetini hiçbir zaman yere düşürmemiş ve bu zulüm iktidarının etten-kemikten olduğunu, yenilebileceğini kanıtlamış binlerce siyasetçi bugün hapishanelerde aynı suikast ve cinayet girişimiyle yüz yüze. Hasta tutsaklar gündemiyle geriden ilişki kurarken, uzaktan zulmü kınayıp, son kertede ölümleri sayarken yeniden düşünmek gerekiyor. Bu konuda duyarlılık çağrısı yapmak gibi bir niyetim yok. HDP’lilerin, Kürtlerin, hüküm süren kötülük düzeni karşısında en aktif mücadeleyi veren özgürlük ve demokrasi güçlerinin maruz kaldığı her belaya sonra başkalarının da uğradığını hatırlatmakla yetineyim sadece. Ses çıkarılacak birilerinin kalması için ses çıkarmak lazım.
Kandıra 1 No’lı F Tipi
17 Ekim 2021
https://www.ozgurpolitika.com/haberi-siyasi-suikastler-ve-hasta-tutsaklar-155538