İşçi ve emekçiler 24 Ekim’de yüzlerce katılımla büyük bir miting gerçekleştirdi. Yapılan mitingin talepleri ve hedefleri Türkiye ve Kürdistan halklarının bugün için en yakıcı ihtiyaçlarındandır. Ekonomik taleplerden mobbinge, mobbingden örgütlenme hakkına, eşit işe eşit ücret talebinden kreş hakkına kadar işçi, emekçi, kadın ve erkeklerin özellikle de yoksulluğa dikkat çekmesi bugün halklarımızın sorunlarının en sesli dışa vurumlarından bir tanesi oldu. Elbette tüm bu talepler ayrı ayrı çok değerli ve önemlidir. Bunların ne derece önemli ihtiyaç veya sorun olduğunu anlatma ve tekrar vurgulama kısmını işçi yoldaşların çağrılarında ve miting alanında çok defa dillendirildi.
Güncel olarak ülkemizde onlarca irili ufaklı işçi direnişi var. Varolan işçi direnişleri birbirinden bağımsız sürüyor. Emperyalist kapitalizmin, özelinde ülkedeki faşizmin hem çözülüşü hem de saldırılarının katlanarak büyüdüğü bu dönemde, işçi direnişlerinin ülkenin her noktasında açığa çıkması sınıfın sermaye ve sistem karşısında diz çökmeyeceğinin bir göstergesi olarak anlaşılmalıdır. İşçiler ve emekçi haklarımız ülke topraklarında sınıf mücadelesinin tarihsel çıkarımlarıyla, politik öncünün olmama eksikliği olsa da karşı saldırıya geçmektedir. İşçi ve emekçiler bulundukları alanda direniyorlar. Bu direnişlerin en büyük handikabı ise birbirinden kopuk olması. Bu kopukluğun sebebi ise birleşik bir işçi hareketinin oluşturulamaması ya da politik bir öncünün kendini var edememesi olarak tespit edilmelidir. 24 Ekim mitingi için çağrılarda temel sloganlardan biri olan birleşik işçi hareketi bu kapsamda çok ama çok önemli bir yerde duruyor. Eğer bu var olan irili ufaklı direnişler arasında bir bağ oluşturulabilinirse ve bu direnişler ortak devrimci bir merkezden yönlendirilebilirse faşizme karşı en güçlü devrimci cephenin inşası mümkün olacaktır. Bu merkez işçi havzalarındaki sorunlarla doğrudan muhatap olacak, talepler ve direnişleri sektör ve saha bazlı yaygınlaştıracak hatta yönlendirecek bir yapıda olmalıdır.
Birleşik işçi mücadelesi; işçi sınıfının 24 Ekim’de çok ayrıntılı dillendirdiği gibi sadece ekonomik taleplerle sınırlı kalmayan daha adil daha eşit daha özgür bir ülke için de örgütlenme yapmalıdır. İşçi sınıf için sistemi anlamak çok net ve basittir. Bir kan emici sermaye kesimi yani burjuvazi vardır bir de kendileri ve işçiler gibi ezilen, açlığa terk edilen milyonlar… Devlet; sermayenin, patronun devletidir. Polis ve kolluk kuvvetleri, patronların çalışanıdır. Emperyalist kapitalizmde devlet, sermayeyi korumak için vardır. Bugün irili ufaklı diye tarif ettiğimiz onlarca direniş esasında sadece ekonomik talepli değildir. Örneğin mobing yada eşit işe eşit ücret taleplerinin ardında var olan durumu sadece ekonomik bir talep diye açıklayamayız ya da anlamamalıyız. “Eşit işe eşit ücret” ifadesinde bile bahsedilen eşitlik sadece ekonomik bir artışın talebini anlatmaz onun ardında patriyarkaya karşı savaş vardır. İşçi kadınlar bilirler ki; erkek sistem var oldukça bu eşitlik sağlanamayacaktır. Birleşik işçi mücadelesi, üretenin yöneten olması gerektiği bilinci ile var olacaktır.
Süreç bizi keskin bir savaşa doğru ilerletiyor. Öyle ki; sermaye ile sınıf aracısız karşı karşıya gelmeye başladı. Son dönemlerde birkaç direniş sahasında doğrudan patronla dövüşen işçileri görebiliyoruz. Bundan önceki dönemlerde devletin resmi ya da gayri resmi faşist güçleri saldırırken, bugün patronla işçinin doğrudan karşı karşıya geldiği bir süreç yaşanmaktadır. Patronun yanına aldığı insanlarla işçilere saldırması, kan emici tarafın net tutumunu bizlere gösterirken işçilerin ortak bir tutumla bu netliği karşı netliği ortaya koyması gerekmektedir. Bu gibi süreçte faşist iktidar ve sermaye bir ortak iradeden yönetiliyor. Haksız yere işten atıldığı için direnen işçilere devlet “terörist” diyor, polisiyle saldırıyor, kendi için var olan adalet mekanizmasını patronu korumak adına kullanıyor. Patron da işçiye saldırıyor o da “terörist” vb. ifadeler kullanıyor. Yani devletin tüm kolları ve sermaye muhteşem bir uyum içerisinde sınıfı bastırmaya yöneliyor. Buna karşı ezilen ve işçilerin bir ortak komuta merkezinin oluşturulması elzem bir noktaya gelmiş bulunmaktadır. Bugün x fabrikasında yapılan direniş ile y fabrikasındaki direniş sermaye açısından aynı değerlendirilir. Onun için patron sistemine karşı olan her şey tehlikelidir ve ezilip yok edilmelidir. Birleşik işçi mücadelesi de karşı güç olarak benzer yaklaşmalı x fabrikasındaki direnişin aynı zamanda y fabrikasındaki patrona karşıda olduğunu hem anlatmalı hem de göstermelidir. Faşist iktidarın ve sermayenin cüreti yasalarına dayanıyorsa sınıfın cüreti de kendi meşruluğuna dayanır. Hatırlayalım, sınıf yürüdüğünde neler olduğunu, Tekel direnişini hatırlayalım. Sınıfın omuz omuza sisteme yönelmesi kan emici saldırganların sınıfı ve halkları bölmek adına kullandıkları tüm argümanları ellerinden aldığını… Adıyaman Tekel fabrikası işçileri ile Samsun Tekel fabrikası işçilerinin aynı sloganla, Ankara sokaklarını zapt edişlerini hatırlayalım.
Bu mitingin önemli olan bir noktası da sınıf ve sınıfçılar arasında turnusol görevi yapmasıdır. Gazetemiz yazarlarından Can Çukurova’nın “Sınıf hareketi içindeki sınıf düşmanları” başlıklı yazısında ayrıntılarıyla değindiği konuya ek olarak bu mitingin sendikalar için de bir nevi şeytan dürtmesi anlamı taşıması gerektiğini hatırlatmak gerekir. İşçilerin gerçek ihtiyaç ve taleplerini, bunun altında var olan siyasal ve ekonomik kurtuluşun eylemini onlar geri dursa bile olabileceğini göstermiştir. Uzun yıllardır ilk defa büyük konfederasyonların başını çekmediği bir miting gerçekleşmiştir. Bu bir yanıyla onlara da görevlerini hatırlatıcı bir çağrı anlamına da gelmektedir.
Miting işçilerin ve işçi mücadelelerinin ya da onların kurumlarının arasında bir çekişme ya da rekabetten çok birleşik bir direniş hattına çekme konusunda da olumlu çıkarsamalar barındırması umut vericiydi. Birleşik işçi mücadelesi, sınıfın kurtuluşu için derdi olan her insanın tek ihtiyacıdır.
Önümüzdeki dönem çokça tartışacağımız işçi mücadelesinin uyanma hali bu miting ile yeni bir başlangıç olarak değerlendirilmelidir. Tüm baskılara ve durmadan yağan sağnak yağmura rağmen saatlerce alanda kalan işçilerin direngen ve kararlı duruşu yeni dönemde 15-16 Haziranların yeniden oluşmasına olanak tanımaktadır. Meşruluğunu kendi meşruluğundan alan bu mücadele, tüm işçileri ve ezilenleri kapsayan bir hatla birleşirse muazzam sonuçlar alınacaktır.
Birleşik Mücadele Güçleri’nin bu miting konusunda yeteri kadar görünür bir faaliyet yapamaması ya da kendine ait olan birleşik devrimci mücadele hattını hissettirememesi eksik kalan önemli bir nokta olarak değerlendirilmelidir. Aslında birleşik işçi mücadelesi, BMG’yi var eden birleşik devrim hattının sınıfsal tanımıdır. O nedenle, 4 Şubat deklerasyonundan bu yana birleşik zeminin yürütücülerinin deneyimini ve ortak ruh bütünlüğü yakalama konusundaki başarılarını işçi mücadelesine aktarmak gibi tarihsel bir görevi vardır.