Komün Dergisi seçimlere yönelik tutumunu açıkladı

Dünya, 2008’den bugüne, genel bir buhran içerisinde. Emperyalist-kapitalist sistem, yükselen ve gerileyen emperyalist bloklar arasında yaşanan hegemonya mücadelesi, keskinleşen çelişkiler ve Ukrayna üzerinden boy veren NATO-Rusya savaşı ile ekonomik, siyasi ve askeri olarak büyük bir kriz yaşıyor. Az ve orta gelişmişlikteki birçok bağımlı ülke, derin bir açmaz içinde ve birçok ülke iflas etme tehlikesiyle karşı karşıya. Ukrayna üzerinden yürütülen Rusya-NATO savaşı, bitmek bir yana derinleşerek, kapsam ve etki alanını genişleterek devam ediyor.

Kriz ve savaş konjonktürünün etkilemediği dünyanın hiçbir noktası yok. Dünyanın birçok yerinde emekçi sınıflar ve ezilenler, bu yaşananlara halk ayaklanmaları ve önü kesilemeyen isyanlarla karşılık veriyor. Dünyada mülksüzleştirilenlerin artan bu öfkesi ve gelişen devrimci dinamikler, diğer yandan karşı-devrimci saldırı dalgasını da çağırıyor. Bir yanda isyanlar patlak verirken, yine aynı zamanda tüm dünyada faşist bir dalganın da -kitlelerin devrimci patlama imkan ve potansiyellerini ortadan kaldırmak için- yükseldiğini görüyoruz. Dünya bir dönemece ve yol ayrımına doğru, hızla, son sürat ilerliyor.

Türkiye devleti ve sermayesi de, küresel ölçekte yaşanan bu buhrandan azade değil. Buhran, TC devletini ve onun üstüne oturduğu toplumsal yapıyı da sarsıyor. Tarihin bir mirası olan ve artık yapısallaşmış birçok çelişki ve dinamik, bu etkinin de sonucu olarak daha önce hiç olmadığı kadar hareketli ve yıkıcı bir potansiyel taşıyor. Sermaye ve devlet klikleri arasındaki sürtüşmenin artık kıvılcımlar çıkarmaya başladığını görebiliyoruz. Bütün bu “it dalaşı”nın arasında kalan “fil tepişmesi”nin altında ezilen halk kitleleri, boğazına kadar bataklığa batmış durumda ve boğuluyor. Tıpkı dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir yol ayrımı ve bir dönemeç söz konusu.

Türkiye, ayrıca 6 Şubat 2023’de Maraş merkezli yaşanan ve 11 ili kapsayan iki büyük depremle sarsıldı. Bilinen bir şeydir, doğal afetler emekçi sınıflar için can kaybı ve yıkıma yol açarken, tekelci burjuvazi için yeni fırsat kapıları ve yaratıcı yıkım anlamına gelir. Bu, tekelci kapitalist sistemin doğasına içkin bir durumdur. Bugün neo-liberal faşist AKP iktidarı ile yaşamakta olduklarımız ise bunun ifrada varmış halidir.

Türkiye’de azami kar için sömürü çarklarını daha da hızlı çevirmenin yolunu düzleyen neo-liberalizm, AKP iktidarı ile birlikte dizginsizce yol aldı. Bu iktidar, işçi sınıfı ve emekçilerin tüm sosyal haklarını gasp etmede, özelleştirme saldırısı ile kamu adına ne varsa yok etmede, yaşamın her alanını metalaştırma ve ranta açmada kendisinden önceki iktidarları yaya bıraktı. Devletin neo-liberal dönüşümünü tamamladı, böylece devlet, kamusal hizmetlerin söz konusu olduğu tüm alanlarda küçüldü, buna koşut olarak, baskı ve zor aygıtı olarak ise azmanlaştı. Maraş merkezli yaşanan depremler, işçi ve emekçi kitlelere devletin işte bu gerçek yüzünü gösterdi. On binlerce insanı ölüme mahkum eden, sağ kalanları çadırsız, aç açıkta bırakan deprem değil neo-liberal faşist AKP iktidarı, tekelci kapitalist sistemdir.

Emekçi kitleler, yaşamlarını enkaza çeviren faşist iktidara karşı büyük bir öfke biriktirmiş durumda. Artık her gündem, her çelişki, her mücadele dinamiği depremle birlikte harekete geçen toplumsal fay hattı üzerinden gelişecektir.

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü hem akıl çağıydı hem aptallık hem inanç devriydi hem de kuşku. Aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana…”

Bugün, tam da böylesi bir tarihsel dönemecin içindeyiz. Bu, Türkiye’nin ikinci yüzyılına girdiğimiz için değil, yaşadığımız ekonomik, siyasal, toplumsal krizin sonucudur. Büyük bir altüst oluşun yaşandığı bir dünyanın içerisinde olmamız nedeniyledir. Deprem bu tabloyu daha da çıplaklaştırdı. İşte böylesi süreçlerde, en basit gündelik sorunlar bile amansız bir sınıf savaşımının konusu haline gelir. Kriz evrelerinin diyalektiğidir; en küçük kıvılcım bile bir büyük halk isyanının fitilini ateşleyebilir; sıçramalı bir sürecin kapısını aralayabilir.

2023 seçim sürecine, burjuva klikler arasında kılıçların çekildiği; açlık ve yoksulluğun, özgürlük yoksunluğunun, baskı ve zorbalığın emekçi halkların öfkesini bilediği, iç savaş mekaniğinin işlediği koşullarda giriyoruz. Yine bir savaş konjonktürü içerisinde gittiğimizi de kaydedelim. Faşist iktidar, Kürt halkını teslim almak ve tüm kazanımlarını yok etmek, Kürt halkının özgürlük isyanını bastırmak için içeride ve dışarıda amansız bir savaş yürütüyor. Türkiye ayağında bu savaşa karşı güçlü karşı koyuşu örgütleyemeyişimiz ve Türk işçi ve emekçilerini sınıf düşmanları ile aynı cephede buluşturan şovenizmden kurtaramayışımız ise en büyük handikabımızdır. Her anlamda krizin derinleştiği ve büyük bir sıçramanın imkanlarının olduğu bu dönemde, Türkiye’deki devrimci güçlerin zayıflığı ise bir vakadır.

Seçimleri, genel ve soyut tartışmalar üzerinden değil içinden geçtiğimiz dönemin somutluğunda ele almak durumundayız. Tek kriterimiz ise bağımsız sınıf duruşumuzu korumak, burjuva kliklerden birine yedeklenmemek olacaktır. Ancak bu, seçim süreciyle ilgili olmayacağımız anlamına gelmez. Süreci burjuva restorasyoncu programı hakim kılmak isteyen Millet İttifakı ile faşist kurumsallaşmayı tamamlamak ve faşist rejimi sağlamlaştırmak isteyen AKP-MHP ve Ergenekon artıklarından oluşan ittifak arasında oynanan bir pinpon maçı gibi izleyemeyiz. Emekçi sınıfların ve ezilenlerin ne seyirci ne de filler tepişmesinde ezilen çim olmasına izin verebiliriz.

Komün, perspektif ve program olarak Kürdistan ve Türkiye devrimci güçlerinin birleşik mücadelesini olmazsa olmaz olarak görür. Ancak Kürdistan ve Türkiye devrimci güçlerinin birleşik mücadelesinin dümdüz bir hatta yürüyerek gelişmediği ve gelişmeyeceğinin de bilincindedir. Kürdistan devrimci hareketinin konjonktürel çıkarları ve kısıtları, kimi zaman Türkiye devriminin konjonktürel çıkarları ve ihtiyaçları ile eş güdümlü ve eş zamanlı olarak üst üste binmeyebilir. Komün, böylesi dönemlerde bile Kürdistan devrimci hareketinin yanında olmaktan hiç tereddüt etmez. Diğer yandan, böylesi durumlarda Komün, Kürdistan devriminin yanında dururken, Türkiye devriminin gerekliliklerini ötelemez ve sorumluluklarını yüklenmekten kaçınmaz.

Türk devletinin, Kürt halkının özgürlük talebini bastırmak ve kazanımlarını yok etmek için Kürdistan’ın tüm parçalarında, Kürt Özgürlük Hareketine karşı yürüttüğü karşı-devrimci savaş koşullarında, AKP/MHP iktidarının seçimi kaybetmesinin Kürt Özgürlük Hareketi açısından bir anlamı vardır. Bu durum, elbette Kürt Özgürlük Hareketi’nin sadece sandıktan medet umduğunu göstermez. Kürt Özgürlük Hareketi, sadece bölgenin en güçlü ordularından birisi olan TSK’nın 40 yılı aşan saldırılarına karşı varlığını devrimci bir gerilla gücü olarak korumayı başarmamış, aynı zamanda milyonları parlamentarizm dışı yöntemlerle mobilize edebilen bir güç olmuştur. Bugüne kadar sandık, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öz gücünü var eden bir yöntem değil, sadece büyüten bir aparat olmuştur.

Diğer yandan; Emek ve Özgürlük İttifakı içerisinde yer alan yapıların tamamının bu saik ve perspektifle hareket etmediği gün gibi ortadadır. Emek ve Özgürlük İttifakı içerisinde yer alan bazı yapıların seçim değerlendirmelerine ve çözüm önerilerine baktığımızda, parlamentarizmin bir aparat olarak değil, bir çözüm olarak halka sunulduğunu söyleyebiliriz.

Türkiye, dünyada yüzdesel olarak sandığa gitme, seçime katılım oranında birinci sıradaki ülkedir. Bu realite, demokrasinin gelişkinliğini değil, tersine zayıflığını ve kırılganlığını gösterir. Bu düzeyde seçimlere katılım olması, faşizmin hüküm sürdüğü tüm ülkelerin ortak karakteristik özelliklerinden biridir. Kitlelerin öz örgütlülüklerinin olmaması, yoksulların seçimler dışında siyaset yollarının tıkalı olması, faşizmin halkın önemli bir kısmında rıza üretebilmesi, sandığa taşımada konsolide edebilmesi, muhaliflerin ise kaygı, tepki ve çaresizlik psikolojisi ile aynı oranda sandığa katılım sağlaması, halkın iradesinin tecellisi anlamına gelmez.

Devrimci örgütlerin başlıca görevi temsili demokrasinin sahteliğini teşhir etmek ve kitlelerin öz örgütlülüklerini, komünleri adım adım inşa etmektir. Emekçi yığınların ve toplumsal muhalefet öbeklerinin ihtiyacı olan, parlamenterist siyasetin temsili demokrasi üzerinden işleyen kurumları değil; kendi kararlarını kendisinin alabildiği, aldığı kararları hayata geçirebildiği mücadele örgütleri, yani komünlerdir. Bugünden inşa edilen komünler, aynı zamanda gelecekteki sosyalist iktidarımızda halkın kendi sözünü söyleyeceği ve eyleyeceği yönetim mekanizmalarının da bugünkü nüveleridir.

Burjuva restorasyon veya faşist Saray rejiminin sağlamlaştırılmasında ifadesini bulan, sadece içerideki burjuva klikler arasındaki kapışmayla sınırlı olmayan çatışma ve kriz, 15 Mayıs sabahına uyandığımızda olası bir iktidar değişikliği ile bitmiş olmayacak. Tam tersine şiddetini arttırarak büyüyecek ve tüm yoksul sınıfları daha büyük bir ekonomik ve toplumsal yıkımla yüz yüze bırakacaktır. Seçimi kimin kazanacağından bağımsız olarak Kürt Özgürlük Hareketi dışında AKP/MHP hükümetini sandıkla göndermenin normalleşmenin bir adımı olacağını söyleyenler, aslında kendi aczini ifade etmek dışında bir şey söylemiyorlar.

Bu acz, Kürt Özgürlük Hareketi’yle seçim ittifakı yapan veya yapmayan geniş sol cenahın seçim programlarına yansıdığı kadar, gündelik pratiklerine de yansımaktadır. Kürt savaşının geldiği nokta, bunlar için haber değeri bile taşımaz ya da taraf olmamak için Türk ordusunun işgal hareketini bile “barış hamaseti” yaparak vazife savar. Türk devletinin kimyasal silah kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçları için tek bir söz söylemez, sokağa çıkmaz.

‘Siyasal İslam’ meselesini salt sosyal bir mesele olarak görüp laiklik/şeriatçılık, ilericilik/gericilik kayığına binerek kürek çekmekten hiçbir beis duymaz. Bu menem gidişatın doğal sonucu olarak Kemalizme utangaç ya da açıkça selam çakmaktan da geri durmaz.

Bugün yaşanmakta olan krize çözüm olarak, kaynakların efektif kullanılması, israf ve yolsuzluğun ortadan kaldırılması gibi palyatif çözümler önerir. Meselenin üretim ve bölüşüm süreçlerinin yeniden organizasyonu olduğu gerçeğini göz ardı eder. Çünkü tek çözümün devrim olduğu gerçeği, aynı zamanda devrimci sorumlulukları yerine getirme gerekliliğini de beraberinde getirir. Marksizm ya ihtilalcidir ya da hiçbir şeydir.

Kimse kimseyi kandırmasın. Türkiye’ de bugün devrim çok zordur, demokrasi bu şekilde imkansız. Ortada bir sapak yok, ortada iki seçenek yok.

Bugün Türkiye halkları ve yoksulları için her demokratik talep, bir devrimci taleptir. Artık vatandaş ile devlet arasındaki bağları düzenleyen anayasal sözleşme ve statüko paramparça olmuştur. Artık ‘Anayasa’ ile tanımlanmış ekonomik, sosyal ve siyasal haklarımızın geliştirilmesi için mücadele etmek neredeyse anlamsızlaşmıştır. Çünkü “daha iyisi” için mücadele etmek için, önce “bir şeyinin” olması gerekir.

Barınamıyorsan “daha iyi” barınma alanları isteyemezsin. Gıdaya ulaşamıyorsan “daha sağlıklı” gıda hakkı diyemezsin. Eğitim ve sağlık hakkından yararlanamıyorsan, daha niteliklisini isteyemezsin. İşsizliğin devasa boyutlara vardığı bir yerde işçiler, ekonomik ve sosyal haklarının gelişmesi için mücadele vermez. Tam tersine herkes elinde neyi kaldıysa onu korumak için toplumun diğer yoksul katmanlarıyla acımasız bir rekabet içine girer. Bu rekabet, toplumsal çürümeyi, ahlaki çöküşü hızlandırır ve toplumu bir arada tutan tüm değerleri paramparça eder. Böyle bir ülkede kamusal hakları kazanmak istiyorsak, kamuyu sermaye birikim sürecine açmış burjuva iktidar aygıtını paramparça etmemiz gerekir.

Siyasi iktidarın, üniversitelerden belediyelere kadar her kuruma bir KHK ile kayyum atama yetkisi ve gücü varsa, anayasa ile tanımlanan siyasal haklar yani seçme seçilme hakkı, siyasi parti kurma hakkı içi boş bir kabuğa dönüşür. Bu durumda halkın iradesi, seçimlerle değil, ancak bu gücü elinde bulunduran iktidarın tüm organlarıyla yıkılmasıyla tecelli edebilir.

Komün;

Sınıflar mücadelesi içerisindeki pozisyon alışlar ve ittifaklar, tercihlerle değil temsil edilen sınıfların çıkarları doğrultusunda zorunluluklarla şekillenir. Komün, Türkiye ve Kürdistan halklarının en yoksul, tamamıyla mülksüzleştirilmiş, en yıkıcı dinamikleri ve öfkeyi barındıranların sözüdür. Komün, seçimlerde de kendi sınıfının ve toplumsal tabakalarının çıkarları neyse buna uygun tutum alacak, buna uygun bir politik söylem ve eylem hattı içerisinde olacaktır.

Seçimlerde Kürt halkının ve Kürdistan özgürlük hareketinin kendi özgün çıkarlarının ve beklentilerinin bilincindedir. Bu anlamda Kürt halkı ve onun siyasi temsilcilerini, HDP’yi (Yeşil ve Sol Parti) desteklemekte, omuz omuza durmakta tereddüt etmeyecektir. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, HDP’nin (ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın), Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu’ndan yana almış olduğu tutumu desteklemeyecek; emekçi sınıfların ve Kürtlerin çıkarları doğrultusunda hareket etmeyen, özgürlük taleplerini asgari düzeyde savunmayan hiçbir adayın/ittifakın arkasına dizilmeyecektir.

Komün olarak, ülkede toplumsal bir rahatlama oluşacağı, Siyasal İslam’ın güç kaybedeceği beklentisiyle, emekçileri bir kez daha egemen bir kliğin arkasına yedeklemeye çalışanlara, bu tavrın “Yetmez Ama Evet” stratejisinden mantıksal uzam olarak farkı olmadığını, bir kez daha hatırlatmak isteriz.

Komün, yüklendiği komünist mirasın ve sorumluluğunun -her attığı adımda ve söylediği her sözde- bedelini ödemeye hazırdır.

Faşist iktidar, seçim sürecini topyekun bir savaş süreci olarak kurguluyor. Kitlelerin olası seçim hilelerine karşı gelişecek tepkisini, tüm kitle iletişim araçlarını kullanarak, güç gösterisi yaparak şimdiden pasifleştirmek, kitleleri iradesizleştirmek için çabalıyor. Gelişecek duruma bağlı olarak, iktidarını kaybetme olasılığına karşı, devletin kolluk güçlerinin yanı sıra başta SADAT ve Kürdistan’da Hizbulkontra olmak üzere bugüne kadar besleyip büyüttüğü paramiliter güçleri, sivil faşist çeteleri sahaya sürerek savaşı mahallelerimize, okullarımıza, sokaklarımıza taşımayı hedefliyor. Tüm bu süreç boyunca, her türlü saldırıya karşı kitlelerin öfkesini bileyerek, her homurtuyu direnişe çevirerek, her direniş kapasitesini büyüterek örgütlenecek, mahallelerimizde, okullarımızda öz savunma hattını örmeyi esas alacağız.

İç savaş mekaniğinin işletildiği bir süreçte, toplumsal muhalefet dinamiklerinin içerisinde politika yaparak karşı devrimci saldırılara karşı duracak, bugünden kitlelerin sandıkla imledikleri iradelerinin gasp edilmesi karşısında, seçim günü ve sonrasında büyüyecek öfkesini dinamitlemeyi ve iradenin sandıkta değil sokakta açığa çıkacağını göstermeyi hedefleyeceğiz. Seçimlere doğru yürürken, seçim günü ve sonrasında gelişecek her saldırıyı, kitle dinamiğini de harekete geçirerek püskürtmek için teyakkuzda olacağız, birleşik mücadele hattını bu eksende kurarak ilerleyeceğiz.

KOMÜN

Kaynak: https://komundergi11.com/secimlere-donuk-anlayisimiz-ve-izleyecegimiz-siyaset-komun/