“Özde sağlam olduktan sonra, biçimde her türden esneklik gösterilebilir.”
Türkiye’de dikkatler 14 Mayıs’ta yapılması beklenen seçime endekslendi. 11 ili enkaza çeviren, 20 milyonu aşkın insanımızın yaşamını altüst eden depremin yol açtığı yıkım ve hızla çözüm bekleyen sorunlar başta olmak üzere halklarımızın yaşadığı bütün sorun ve sıkıntılar geri plana itildi.
Bugünümüz ve geleceğimiz açısından çok tehlikeli bir tek yanlılaşma anlamına gelen bu darlık kendi içinde yeni kırılmalar üretiyor. Hayatın seçime endekslenmesi yetmezmiş gibi seçimin kendisi de cumhurbaşkanlığı seçimine indirgenmiş durumda. ‘Seçim’ denildiği zaman akla sadece “Tayyip Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu” sorusu geliyor. Bütün dikkatler bu sorunun yanıtına odaklanıyor.
Tayyip Erdoğan’da cisimleşen tek adam diktatörlüğünün zorbalığından, saldırganlığından, hayasızlığından, yiyiciliğinden yılmış olmaktan kaynaklanan bu ufuk daralması “Bu zorba gitsin de ne olursa olsun…” noktasına varmış durumda. Seçim sonuçlarıyla oynanmasından tutalım sandıklardan çıkacak sonucun tanınmaması olasılığına karşı hazırlık dahi şartlanma halini almış bu dar görüşlülüğün ilgi alanı dışında kalıyor.
Üstelik 15 Mayıs sabahından itibaren karşımıza çıkacak birbirinden ağır ve çetrefilli sorunlar bunlardan ibaret değil. Faşist iktidar blokunun özellikle son yıllarda uygulamaya koyduğu akıl almaz ekonomi politikalarının faturası emeğe çıkacak sonuçları başta olmak üzere bizi çok ciddi problemler bekliyor. Herbiri sadece bizlerin değil çocuklarımızın, hatta torunlarımızın hayatlarını cehenneme çevirme riskini taşıyan bu sorunlara dair hiçbir hazırlık yok ortada. Faturanın bütün ağırlığıyla işçi ve emekçilerin sırtına bindirilmesini önleyecek düşünsel ve pratik bir hazırlık şurada dursun, tehlikenin farkında olunduğu bile söylenemez.
Bunun başta gelen nedeni de her şeyi seçime ve sandığa endeksleyen parlamenter budalalığın körüklediği “Tayyip mi Kılıçdaroğlu mu” darlaşması!
Devrimciler ve 15 Mayıs
Seçim politikaları netleştikçe devrimci-sosyalist güçlerin hatırı sayılır bir kesiminin bu tehlikenin farkında oldukları görüldü. Bu devrimci tutum, sandığı değil sokağı işaret ediyor. Yalnız bu noktada hızla aşmamız gereken bir eşik belirdi: İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin fiili meşru mücadele çizgisinde örgütlenip seferber olmasını esas alan ‘sokak’ siyaseti soyut bir çağrı olmaktan öteye geçmiş değil henüz. Oysa 15 Mayıs ve sonrasına hazırlanma genel bir uyarı ve çağrı olmaktan çıkıp esin verici somut biçimlere bürünmek zorunda.
‘Biçim’ derken sadece örgütsel biçimleri kastetmiyoruz. Komite, konsey ve meclis tipi örgütlenmeler olarak bu biçimler biliniyor aslında. Bunların şu ya da bu isim altında örgütlenmesi de değil önemli olan, önemli olan amaç ve içerik. Bu anlamda meselenin somutlanmayı gerektiren yönünü bu biçimlere hayatiyet kazandıracak ya da bu biçimler altında bir araya gelinmesini sağlayacak somut hedef ve taleplerin formüle edilmesi oluşturuyor.
Başlangıç adımları
İşçi sınıfını ve emekçi kitleleri düzenle hesaplaşmayı esas alan devrimci militan bir çizgide örgütleyip seferber etme yönünde kaldıraç olarak değerlendireceğimiz güncel hedef ve talepleri belirlerken “devrimci tutarlılık” adına maksimalist yaklaşımlardan uzak durmak gerekir.
Sistemdeki çürümenin derinliğine ek olarak -ve bunun bir sonucu- üst üste yığılmış ve keskinleşmiş sorun ve taleplerin çokluğu ve yoğunluğu düşünülecek olursa başlangıç adımları olarak seçeceğimiz her talep ve hedef kuşkusuz eksik kalacaktır. Dahası, devrimci bir dönüşümün yönelmesi gereken hedeflerin kapsamı düşünülünce bunlar ‘reformist’ bir karakter taşıyacaktır.
Devrimci sosyalist güçler olarak bu sınırlılığın işçi sınıfı ve emekçi yığınlarla aramızdaki mesafenin büyüklüğünden kaynaklandığı gerçeğine de gözlerimizi kapatamayız.
Dolayısıyla sadece bize bağlı olmayan mecburiyetlerden kaynaklı bu zorunlu tercihin geçici-reformist karakterini ve bunların birer başlangıç adımı olduğunu unutarak mutlaklaştırmadığımız sürece korkuya kapılmak yersiz olur. “Çünkü özdeki sağlamlık biçimdeki her türden esnekliği kaldırabilir”.
Özneleşmenin güncel imkanları
Devrimci hareketin işçi sınıfı ve emekçi kitlelerle bağlarının güçlenmesiyle kitlelerin özneleşmesi süreçleri birbirlerinden kopuk ya da birbirine paralel süreçler değildir; tam tersine, sağlıklı bir öncülük iddiası açısından birlikte ele alınıp iç içe örülmesi gereken süreçlerdir.
6 Şubat sonrasının Türkiyesi’nde depremin toplum bilincinde yarattığı kırılma ve artçı sarsıntılar, bu açıdan büyük bir sorumluluk yanında muazzam bir alan açmıştır. Depremin hayatlarını alt üst ettiği milyonların yaşamlarını yeniden kurabilmeleri için yapılması gerekenlerden eli kulağındaki yeni depremlere hazırlığa kadar adeta sınırsız denebilecek kapsamdaki görev ve sorumluluklar toplamı öncü inisiyatif ve kolektif bir seferberlik bekliyor.
Adına ister “Yaşam Meclisleri” diyelim ister “Halk Dayanışma Komiteleri” isterse “Bize Biz Sahip Çıkarız” inisiyatifleri… yerine getirilmesi gerekenleri sadece dayanışma ve imece ruhuyla değil faşist rejim ve burjuvazi üzerinde hesap sormayı da içeren baskı gücü haline getirmenin örneklerini yaratmaya yoğunlaşmalıyız. Salt bu sınırlar içinde bile insanı insana yabancılaştıran kapitalist çürümeden toplumcu yönde bir kopuşun önünü açmaktan kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere halkın birbirine omuz vereceği öz savunmanın örgütlenmesine kadar çok geniş bir hareket alanının önümüzde uzandığını görebiliriz.
Adımları hızlandırma zamanı
Yine salt bu sınırlar içerisinde çoğu bir an önce yerine getirilmesi gereken görev ve sorumlulukların kapsamı devrimci sosyalist güçler olarak bizlere yan yana gelmenin, kafa kafaya, omuz omuza vermenin… kısacası Birleşik Mücadele’nin önem ve aciliyetini dayatan nesnel bir etken olarak çıkıyor karşımıza.
Soluklanma ihtiyacının basıncıyla “Gitsin de nasıl giderse gitsin…”, “Olsun da nasıl olursa olsun…” diyecek kadar bunalmış işçi ve emekçi yığınlarda “başka türlüsü de mümkün” duygusunu, umudunu ve cesaretini yaratacak somut öncü tutum ve örnekleri bir an önce yaratmaya başlamalıyız. Bunun adımlarını 6 Şubat’ın hemen ertesinde herbirimiz kendi cephemizden attık. Devletin ortalıkta görünmediği günlerde sosyalistlerin ve devrimcilerin duyarlılıklarına ve organizasyon becerilerine tanık oldu insanlar. Devrimci sosyalist hareket 2000’lerin başından bu yana yitirdiği saygınlığı bu süreçte yeniden kazandı. Şimdi bunun arkasını getirmek zorundayız.
Uzun sözün kısası, birleşik mücadele ve devrim yolunda ayağımıza pranga oluşturan bütün anlayış ve alışkanlıklarımızdan derhal arınarak adımlarımızı hızlandırmamız gereken zamanlardayız. Bunun en anlamlı uğrağı, gerçekleşmesine artık sayılı günler kalmış olan 1 Mayıs’tır: İşçi sınıfının burjuvaziye gücünü hatırlattığı birlik, dayanışma ve mücadele günü!