19 Aralık: Yas değil isyan günü / Oya Açan

19 Aralık cezaevleri katliamı, ölümüne direnişle tarihe kanlı bir çentiğin atıldığı günlerden biridir.

19 Aralık 2000’de, tutukluların F tipi cezaevlerine karşı başlattıkları açlık grevi ve ölüm oruçları bahane edilerek, 20 cezaevine “Hayata Dönüş” adı verilen operasyon düzenlendi. Kimyasal gazlar, bombalar, kurşunlar, dozerler, iş makineleri ve bazı yerlerde hava desteği ile yapılan ve 3 gün süren operasyonlarda yirmi sekiz tutsak katledildi. Duvarları yıkarak içeri girdiler ve tüm tutsakları F tipi cezaevlerine sevk ettiler. Öncesinde 3 grubun başladığı, F Tiplerine geçişle birlikte tüm siyasi yapıların katılımıyla başlayan Ölüm Oruçlarında 122 devrimci hayatını kaybetti.

20 yıldır süren göstermelik yargılamalar sırasında ortaya çıktığı gibi, bir yıl öncesinden her türlü silah ve techizatla donatılmış askeri birliklerin “gözünü kan bürümüş” bir kıyıcılıkla hapishanelere girmesi; öldürebildiğini öldürmesi, diğerlerini teslimiyete zorlamasıyla tanıklık ettik 19 Aralık Katliamı’na…

Saldırılar ’90’lı yıllar boyunca katlanarak şiddetlendi

19 Aralık, faşizmin cezaevlerine yönelik saldırganlığında bir “zirve noktası” olarak değerlendirilebilir. Fakat ön gelen süreçte, zaten bu yolun düzlenmesine girişilmiştir.

21 Eylül 1995’te, İzmir Buca Cezaevi’ndeki tutuklu ve hükümlülerin, yaşam koşullarında iyileştirme talep ederek sayım vermemeye başlaması, eylemin 4. günü kanla bastırıldı. Operasyon sonucunda üç tutuklu katledildi, kırk yedi kişi yaralandı.

İstanbul Ümraniye Cezaevi’ndeki siyasi tutukluların görüş haklarının engellenmesini protesto etmeye başlaması üzerine, 13 Aralık 1995 günü, polis ve jandarmanın düzenlediği operasyonda dört tutsak katledildi, kırk tutuklu yaralandı.

20 Mayıs 1996’da ‘tabutluk’ olarak tanımladıkları hücre tipi cezaevlerini kabul etmeyen tutsaklar SAG-ÖO direnişine başladılar. 2 bin 174 kişinin katıldığı direniş 69 gün sürdü, bu süreçte on iki tutsak hayatını kaybetti.

24 Eylül 1996’da Amed Cezaevi‘nde görüş dönüşü tutsakların birbirleriyle selamlaşmalarını bahane ederek on tutsağı şiş ve çivili kalaslarla döverek katlettiler.

Ulucanlar‘da 26 Eylül 1999 sabahında başlayan operasyonda on tutsak katledildi, onlarcası yaralandı.

Burdur Cezaevi‘nde mahkemelere gidiş gelişlerin işkenceye dönüşmesini protesto eden tutsaklar koşulların düzeltilmesini talep etti, talepleri kabul edilmeyince duruşmalara çıkmayacaklarını söylediler. Bunun üzerine 5 Temmuz 2000 tarihinde düzenlenen operasyonda bir tutsağın (Veli Saçılık) kolu koparıldı, onlarcası işkencelerden geçirildi. 

Faşist rejimin hesabı: Bir taşla birkaç kuş…

İç içe geçmiş ve birbirini büyütüp güçlendireceği, etkisini yıllar boyunca sürdüreceği düşünülen birkaç amacı vardı faşist rejimin.

Bu açıdan, 19 Aralık katliamının tam da 2001 Şubat krizinin hemen arifesinde devreye sokulması tesadüf değildi. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in, “Eğer cezaevlerine hakim olamazsak IMF programlarını uygulayamayız” sözleri bunu anlatır ve topluma gözdağı ve ayar vermeye cezaevlerinden başlandığının itirafıdır. Öte yandan F tipi saldırısı, Türkiye devrimci hareketini tasfiye etmeyi amaçlayan stratejik bir saldırıydı.

Hapishanedeki siyasi tutsakları hücrelere tıkarak dışarda da hücre tipi bir yaşamın yolunu açmaktı amaç. “İçerde, dışarda hücreleri parçala!” sloganı bu itirazı ve yönelimi anlatır.

Kırılma noktası

19 Aralık sadece Türkiye devrimci solu açısından değil Türkiye’nin siyasal-toplumsal tarihi açısından da bir ‘kırılma noktası’dır. O vahşi katliam ve arkasından yaşama geçirilen F tiplerine karşı direniş sürecinde TDH, 12 Eylül yenilgisi sonrasında biriktirebildiği devrimci bir kadro kuşağını yitirirken meydan neoliberalizmin ideolojik yörüngesine girmiş “2. Cumhuriyetçi” liberalizmin değişik tür ve biçimlerine kalmıştır.

Faşizmin 19 Aralık-F tipi saldırısı, ‘cezaevlerine yönelik bir saldırı ve buna karşı devrimci direniş’ sınırları içinde ele alıp değerlendirilemez. Görünür gerekçesini ve ilk ağızdaki hedefini cezaevleri ve cezaevlerindeki devrimci tutsaklar oluştursa da faşizmin F tipi saldırısının asıl amacı, “yaşamın hücreleştirilmesiydi”. Bunu başarabilmek için, 12 Eylül yenilgisi ve arkasından gelen tasfiyecilik dalgaları nedeniyle zaten bütünüyle giderilememiş olan ‘devrimci öncülük ve önderlik’ boşluğunu derinleştirmenin yanında devlet teröründen korku ve teslimiyet eğilimlerini körükleyecek bir ‘şok’ yaratmak hedeflendi.

Görkemli direniş, tarihsel kırılma

Faşizmin 19 Aralık Katliamı ve arkasından yaşama geçirdiği F tipi saldırısıyla hedeflediği sonuçlara ulaşamadığını maalesef söyleyemiyoruz!.. Bunun önünü almak için sergilenen direnişin görkemi, bu gerçeği değiştirmiyor.

2000’lerin başında yeni bir tasfiyecilik dalgasının kabarışıyla bu korku arasında dolaysız bir bağ yok mudur?.. TDH’nin tek tek bütün bileşenleri, 19 Aralık Katliamı ve Ölüm Orucu Direnişi sürecinde uğradıkları deneyimli kadro ve güç kayıplarının doğurduğu boşlukları bugüne kadar doldurabilmişler midir?.. Aradan bunca yıl geçtiği halde devrimci radikal örgütlerin kendi çizgileri ve eylem anlayışları doğrultusunda bugün sergileyebildikleri pratiğin 1990’ların yanına dahi yaklaşamayışı sadece “nesnel koşulların farkından” mı kaynaklanmaktadır?..

Daha sorulacak -ve tarihin yanıt beklediği- çok soru var. Fakat bunların varlığı -ve yanıtlarının acılığı- faşizmin F tipi saldırısına karşın direnişin haklılığını ve devrimci karakterini ortadan kaldırmaz, onun tarihsel anlam ve değerini küçültmez!..

Cezaevlerini de sınıf mücadelesinin bir cephesi olarak değil “yatılı okul” olarak gören teslimiyetçilik ya da her yenilgi sonrası pişmanlık gösterip “silaha sarılmamalıydık” diyen döneklik teorilerine haklılık ve geçerlilik kazandırmaz!.. Faşizmin “hücre tipi” saldırısına ve 19 Aralık operasyonuna direnilmeden teslim olunsaydı can kaybı ve yaralanmaların sayısı düşük olurdu kuşkusuz ama moral, prestij, özgüven ve öz saygı yönlerinden uğranılan kayıplar kesinlikle çok daha ağır olurdu. O yolu tutanların şahsında hayat bunu fazlasıyla kanıtladı.

Devrimci radikal kanadı kırılmış sol muhalefetten arındırılmış bu ‘dikensiz gül bahçesi’nin üstüne bir de Cumhuriyet tarihinin en ağır krizlerinden biri olan 2001 krizi gelince, 2002 seçimlerinde kimsenin beklemediği bir seçim başarısı elde ederek işbaşına gelen AKP iktidarına giden yol açılmıştır. Bu anlamda, 28 Şubat-19 Aralık Katliamı-2001 Krizi aynı zincirin birbirini tamamlayan üç kilit halkasıdır.

F tipleri saldırısı gündeme geldiğinde dile getirilen bunun asıl hedef ve amacının toplumsal yaşamın hücreleştirilmesi olduğu tespiti bugün acı bir gerçek olarak karşımızdadır ve bu ‘hücreleştirme’ saldırısı her geçen gün katmerlenerek sürüyor. Buna karşı tutulması gereken yol ise, 19 Aralık Katliamı sırasında ve sonrasında tutsaklık koşullarında dahi diz çökmeyenlerin tuttuğu direniş yoludur. Ama elbette bu ruhla çıkılan yolda, koşulları da dikkate alan akılcı politikaların hayata geçirildiği bir direniş çizgisinin izlenmesi zorunludur.

Bu anlamda 19 Aralık, bir yas günü olarak değil, en elverişsiz koşullarda dahi direnme ruhunun kuşanıldığı bir silkinme ve tazelenme günü olarak karşılanmalıdır!