“Yassah hemşerim yassah!” / Ümit Bakır

Biz bu filmi izlemiştik: “Yassah hemşerim yassah!”

Türk Devletinin tarihi bir anlamda yasakların tarihidir. Kemalist Cumhuriyet kuruluşundan itibaren halkın kültürel değer yargılarını önemsemeden hatta küçümseyerek üstenci Batı tarzı biçimsel bir “modern” ulus yaratma pratiğine girişmiştir. Bu yukardan aşağı “ulus inşaası” siyasetinde Türk-İslam kapsamında olmayanlara düşen katliam, soykırım ve asimilasyonken, bu kapsam içinde olanları da yaşam tarzlarının zorlama bir şekilde karikatürleştirilmesi bekliyordu. Bu aynı zamanda emperyalist devletler karşısında hissedilen aşağılık kompleksinin de açık bir dışavurumuydu.

Başta Ermeni, Rum, Kürt, Laz, Arap, Çerkesler olmak üzere tüm ulus ve ulusal azınlıkların anadilinde eğitim alması, yayın çıkarması, günlük ve kamusal hayatta anadil kullanması birkaç istisnai durum dışında yasaklanmıştı. 13 Ocak 1928’de başlatılan “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasıyla farklı dil konuşanlara para cezaları verilirken Türk etnisitesi dışındaki topluluklara linç saldırılarına devlet teşviki üstü kapalı bir şekilde ilan ediliyordu.Türk etnik kimliğine sahip halk içinde hayat hiç de kolay değildi. Kılık kıyafet “devrimi” konusunda keyfiyet yer yer o kadar ileri gidiyordu ki “Şapka Devrimi” sadece erkekleri kapsamamasına karşın buna karşıt fikirleri alenen dillendirdiği için 1925’de Maraş’ta Şalcı Şöhret isimli bir kadın da idam sehpasında bulur kendisini ve “Ben hatun kişiyim, şapkayla ne işim olur?” dese de dinletemez kimseye. İdam edilirken kadın olduğu anlaşılmasın diye başına çuval geçirilir.”

Kemalis rejim, müzik ve konserler konusunda da Kemalist rejim tıpkı bugünkü rejim gibi oldukça mahirdir. Ama AKP-MHP sarıklı faşizminden farklı olarak Kemalist kravatlı faşizm tek tek konserleri yasaklamak yerine ilk olarak 1923’de Klasik Türk Müziği tarzı eski eserlerin kayıt altına alınmasını yasaklar, 1926 (1946’ya kadar yasak süren) yılında ise Geleneksel Türk Müziği eğitimini ve sonrasında da 1934 yılında Türk Müziğini toptan yasaklanarak radyolarda ve sosyal hayatta sadece Batı müziği çalınmasına izin verilir. Yaşamın akışına ters bu yasak 2 Kasım 1934 ile 5 Şubat 1936 arasında tam 1 yıl 10 ay 4 gün sürmüştür.

21 yıldır iktidarda olan AKP/MHP faşist rejimi de tüm bu yıllar boyunca bir yandan kendi sanatçısını yaratma çabası içerisindeyken -ki bu siyaseti maddi çıkar için rejime yanaşan devşirme ve iyi gün dostu sınırlı sayıda sanatçı dışında hezimete uğramıştır- bir yandan da muhalif sanatçılar üzerinde tahakküm kurmaya çalışmıştır. Gezi İsyanı, Özyönetim Direnişleri, sınır ötesi işgallerde yaşanan hezimet ve nihai olarak ekonomik krizin yarattığı yoksullaşma, yüksek enflasyonun açlık isyanlarını potansiyel bir realiteye dönüştürmesi ile rejim tüm toplanmalardan korkar hale gelmiştir. İlk başlarda yurtsever, devrimci sanatçıları hedef alan devlet baskısı artık seküler kesimleri de kapsamına almıştır. “Farklılıklara baygı” vs söylemlerle iktidara gelen AKP/MHP rejimi uzun bir süredir kendisine biat etmeyen tüm kesimleri açlık/ devlet baskısı ile diz çöktürmeye ve sonsuz bir sessizliğe mahkum ederek yok etmeye çalışmaktadır.

Yaşamın her alanında süren baskıcı, otoriter ve yasakçı yönetim biçiminin sanat, müzik ve spor gibi görece “apolitik” alanları da hedef alması kaçınılmazdır. AKP/MHP bu saldırıları ile bir yandan da “vatan hainleri, ahlaksızlar,” ve “milli, yerli, İslami” karşıtlığı ile ekonomik kriz altında ezilen ve hızla çözülen tabanını konsolide etmeye çalışmaktadır. Bu siyasetin halkın günlük yaşamında bir karşılığı olmayacağı açıktır. Şair Hasan Hüseyin’in dizelerinde ifade ettiği gibi “Öğünsek de güvensek de/Çalışsak da olmuyor ki/Türklük değil öğünü yok/Açlık Türkü bilmiyor ki…” Yasaklar, tüm kesimleri “ya benimlesin ya karşımdasın” denkleminde taraf olmaya mecbur bırakmayı hedeflerken geçtiğimiz günlerde gündemde fazlasıyla yer bulan Melek Mosso konser yasağı sonrası aynı sahnede konser verecek Funda Arar ve Derya Uluğ’un da konserden çekilmesi AKP/MHP rejiminin artık en apolitik kesimlerde bile ciddiye alınmadığı ve gidici olduğunun tescili gibiydi.

Devrimci, yurtsever dinamikler için mesele tek başına AKP/MHP faşist blokunun gitmesi değil yerine toplumsal değişime engel olan olan tüm gerici dinamikleri altedecek örgütlü bir halk muhalefetinin yaratılmasıdır. Baskı ve yasaklar doğalında bir sıkışma ve birikimi de beraberinde getirmektedir, Birleşik Mücadele Güçleri, biriken bu öfkeyi sistem için “sahte” muhalefet odaklarının denetim altına almasını engellemenin araçlarını hızlı bir şekilde yarattığı oranda bir devrimci dönüşüm odağına dönüşebilir.

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir