Acı ve öfke içinde bir araya gelinen Newroz günlerindeyiz.
11 ili 20 milyon kişiyi etkileyen depremlerde devletin bütün gizleme çabasına rağmen 100 bini aşkın insanımız hayatını kaybetti; kayıp çocuklar, yitik hayatlar ve hayalet kentlerle baş başa kaldık. Yaşayanların hayatları alt üst oldu, yıllarca sürecek bir yıkım ve yoksunluk yüklendi krizin zaten büktüğü sırtlara…
Günlerce ortalıkta görünmeyen devlet, tarikatların ve “hayırsever” yardımlarının önünü açarken sosyal dayanışma ağlarının yolunu kesti. Üstelik, binbir çaba ve uğraşla toplanan destek ve dayanışma birikimlerini kendi hesabından dağıtmaya başladı. Topladıkları paralar dahil bütün malzemelere devlet ve kurumları tarafından el konuldu. Kızılay’ın, AFAD’ın halktan topladıkları paralar ve bağışlarla kan satışı da dahil olmak üzere kapitalist bir şirket gibi işlediği ayan beyan ortalığa döküldü.
Kapitalist rejimin işçi ve emekçilere, hayatları hiçbir değer taşımayan çöp muamelesi yaptığı, bu depremde de bütünüyle ortaya çıkmıştır. Burjuvazinin kâr hırsının bölgeyi nasıl bir enkaz yığınına çevirdiğini gördük. Devlet daireleri ve hastaneler bile kağıttan oyuncaklar gibi yıkıldı, fay hattının geçtiği yerlere havaalanlarının, nükleer santrallerin yapıldığı inşaatlarda deniz kumu kullanıldığı, “imar barışı” denilen vurgun aflarıyla kentlerin adeta mezarlığa dönüştürüldüğü ortaya çıktı. İktidar ve yandaşlarını koruyup kollayacak cezasızlık uygulamalarının sisteme yedirilmesi son yirmi yılda “başarılmış”, insanlar için böyle bir ‘gelecek’ yaratılmıştı.
“Devrimciler olmasaydı…”
Deprem acılarını bir nebze hafifleten, sınırlı imkanlarına rağmen sosyalistlerin, devrimcilerin büyük bir sorumluluk bilinciyle bölgeye akın edişi oldu. Herkes yordamınca yaptı bunu. Onlar yardım götürmeye gitmediler, dayanışmak için oradaydılar. İnsan sıcaklığının soluğu ve kucaklayıcılığı götürüldü şok içinde bir dost omuzu arayışındaki depremzedelere.
Malzemelerine el konulmasına, kurdukları alanların dağıtılmasına, işkence ve gözaltı saldırılarına rağmen yaptılar bunu. “Dayanışma ezilenlerin inceliğidir” yaklaşımına uygun bir şekilde emekçiler koştular sınıf kardeşlerinin yardımına; insani refleks göstererek işten atılma pahasına birçok insan da bu koşuya katıldı. Deprem bölgesindeki insanlarımıza “devrimciler olmasaydı…” dedirten işte bu karşılıksız ve canhıraş çırpınış yatmaktadır.
Devrimci öncülük sorumluluğu ve BMG
Hal böyleyken, şimdi gelin BMG olarak başından bu yana biz nasıl bir pratik sergiledik ona bakalım. Birleşik bir güç olarak, birlikte mücadeleye ve bu yükün altına birlikte girmeye en fazla ihtiyaç duyulan bir zamanda BMG’nin kapsadığı güçler ve mücadele hedefleri açısından ona biçtiğimiz misyona uygun hareket ettiği söylenebilir mi? Buna kimsenin olumlu bir yanıt vereceğini düşünmüyoruz.
BMG bileşenlerinin tamamı anında deprem bölgelerine koşarak elinden gelen bütün gayreti sergiledi -bunun kimi zaman dayanışmaya sıkışan bir hal aldığı oldu, yine de bu, zaman içerisinde üstesinden gelinebilecek bir eksikliktir. Fakat BMG güçleri asıl kendi aralarında bile doğru dürüst bir koordinasyon kuramadı; yapılanları merkezileştiremedi, yapılması gerekenleri kolektif bir irade ve eylemle ortaya koyup deprem acısıyla öfkenin tavan yaptığı bir kesitte kitlelerin öfkesini politik hedeflere yöneltecek bir hat ortaya koyamadı. Başka bir anlatımla, sezgisel bilinci politikleştirme yönelimine girilmedi. Tam da bu kritik süreçte, kitleleri artık belirgin bir tepki ve nefret öznesi haline gelen devlet kurumlarına, AFAD’a, Kızılay’a yönlendirme inisiyatifini gösteremedi -Mesela Kızılay’ın Kadıköy şubesini basmak TİP’lilere kaldı.
Her bileşenin yapıp ettikleri çok kıymetli olsa da, bu süreçte bir bütün olarak BMG’nin koordineli ve örgütlü faaliyetinden söz edemiyoruz maalesef!
“Bedel ödedik, bedel ödeteceğiz!”
Hesap sorma bilincinin kitleselleşmesi ancak bunun araçlarını ortaya koyduğumuz zaman eyleme dönüşür. Bugün yaşadıklarımız depremin ortaya çıkardığı ve daha derin yoksunluklar olmasına rağmen hepsinin bağlandığı yer kapitalizmin sistem olarak ortadan kaldırılması, devrim ve özgürlüklerin kazanılması sorunudur.
Öte yandan yaraların sarılması epey uzun zaman alacak ve bu sadece komünistlerin, sosyalistlerin, devrimcilerin altından kalkabileceği bir yük değil. Fakat en başta onlar depremin yol açtığı yıkımın ekonomik-sosyal-psikolojik ve yeniden yerleşim sorunlarının çözümü konusunda kitlelerce de benimsenecek alternatif politika ve projeler ortaya koyan öncü bir rol oynamalıdırlar. Devrimci iktidar iddiamızı somutladığımız çok yönlü bir öncülük faaliyeti yürütmemiz gerektiği açıktır.
Deprem bölgesinde yaralı insanlara, halka değen, onlara karşılıksız dokunan, unutulmaz bir etki bırakan her kendini koyuş çabası son derece değerlidir. Bu diri damarları özenle toparlayıp buradan yürünmelidir.
Şimdiye dek sergilenen bütün örgütlü dayanışma ve bireysel insani refleksler bulundukları yerden ileri taşınmalı, en küçük bir araya gelişlerle dahi bir biçimde ilişkilenilmeli, kolektif bir akılla yön çizip hedefler belirlenmelidir.
Deprem felaketinin yol açtığı yıkım, yaşattığı acılar bizi de sarsıp kendimize getirecek bir silkinme hamlesinin manivelası kılınmalı, kitlelerin örgütlenmesi açısından kaldıraç haline getirilmelidir.