Çıplak hakikatler, Kurumsal yalancılık / Ceren Dicle Fırat

Her bir şey gibi yalan da, sürekli sistemleştirilerek genelleştirilmiş ve ona kurumsal bir nitelik kazandırılmıştır. ‘Hayatımda hiç yalan söylemedim’’ diyen biri varsa, kesinlikle yalan söylüyordur. Aynı zamanda ‘hayatım boyunca hep doğru söyledim’’ deniliyorsa da, yine yalan söyleniyordur. Keza bir şekilde yalan söylenmiştir. İstenmeyen yada söylenmemesi gereken bir durum karşısında ille de cevap vermek zorunda kalındığında türlü gerekçeler de olduğu gibi. Hemen her şeyin çivisinin çıktığı bir toplumsal sistem ve yaşam şartlarında, yalan söylememek elde değil adeta. Hem de öyle böyle değil. Özel mülkiyetin egemen olduğu ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen bireyler, gruplar, ara tabakalar ve toplumsal cinsler, sınıflar, uluslar ve çelişkilerin varlığı ve bunlar üzerinden yükselen üretim ilişkileri, alışkanlıklar, geleneksel değer yargıları koşullarında, gerçekten de yalandan basitçe kaçınmak hiç de kolay değildir. İnsan bir kere bencilliğine ve egolarına yenilmeye görsün. Alır başını gider de gider. İnsanın fıtratında yada genetiğinde olduğu yönlü çeşitli kuram ve görüşler de olsa, aslında yaşamın sahteliği ve insanın kirlenmişliği ile doğru orantılı bir toplumsal tarihselliğe de sahiptir. Ne zaman ki insan kendi emeğine yabancılaştı, işte o andan itibaren yalan ve yalancılık deparlaratarak temelleri de inşa edilmeye başlandı. Ne zaman ki, insanın insana yabancılaşması söz konusu oldu, işte o zaman yalan makinası da işlemeye başladı. Ne zaman ki ezen ile ezilen olarak ilk adımlar atıldı, tam da o zaman yalanın çarkları da hareket etmeye başladı. Daha doğrusu komünal ekolojinin bir parçası ve bileşkesi olan insan, ne zaman ki diyalektiğin komünal işleyiş ve yasaları dışına çıktı, işte o zaman kirlenme, kötü ve korkunç yalan tohumları ekilerek boy verdi ve serpildi. Yalanın trendi de böylelikle aldı başını gitti. Hala daha fazla kurumsallaşarak yalanın mekaniği tüm korkunçluğuyla sürmektedir.

Özel mülkiyetin bin bir çeşidinde, ailede, cins eşitsizliklerinde, sınıfların oluşum ve sınıf çelişkilerinin karakteristik özelliklerinde, ulusal eşitsizliklerde, sosyal ve inançsal farklılıklarda, ezme ve sömürmede, bu temeller üzerinden yükselerek kurumsal mekanizmaların inşası ve organize yalan ve suç örgütleri haline gelen devletlerin oluşması, korunması ve sürdürülmesinde, yeniden yapılandırılmasında yalan, önemli bir harç ve aparat durumu olarak bugünlere kadar kullanılagelmiştir.

Toplumun içerisinde bireylerin tekil bağlamda yalanlarının sayısız somut görünümleri sonucunda yalancı bireyler çoğaldıkça, genel nitelik olarak yalancı toplum ve yalancı devlet haline gelmesinin de yolları döşenmiş olmaktadır.Kuşkusuz ki yalana daha çok ihtiyaç duyulması ve yalanlar söylenmesinin, önemli neden- ler- i olsa gerek. Yoksa ortada her hangi bir şey yok iken, niye insan ve şu veya bu biçimde örgütlü mekanizmalar yalan söylesin. Durup dururken yalan söylenmez. ‘Canım istedi, keyfim bugün yalan söylemek istedi, hadi bugün yalan söyleyelim, biraz yalan söyleyerek eğlenelim, bir yalandan ne çıkar ki, dünyanın çivisi çıkmış bir biz miyiz yalan söyleyen, başka bir işiniz mi kalmadı bizim yalanlarımızla uğraşacağınıza biraz da başkalarıyla uğraşın, köylümü kıramadım ve yalan söyledim ne olacak, hemşomu mu kıracağım tabi ki onu koruyacak ve doğru söylemeyeceğim, örgütsel ve kolektif görevlerim karşısında yalanda dahil ne yapar ne eder tabi ki aile ve özel görevlerime öncelik veririm, evet yalan söylüyorum bana ne yapabileceksin ki en fazla özeleştiri verir işin içinden çıkarım, sus kimseler duymasın söyleme sakın el aleme rezil oluruz en iyisi başka bir gerekçe üreterek geçiştirelim’’ minvalinde bir keyfiyet ile açıklanacak bir durum değildir. Ki mutlaka, arkasında yatan kötü ve yanlış bir neden söz konusudur. Bilmemeyi bir kenara bıraktık, kesinlikle bir çıkarın olduğu tartışmasızıdır. Kandırmada, aynı şekilde öyledir. Nitekim psikolojik savaş bağlamında düşmanını alt etmek için başvurulabilecek taktik araçlardan biri olarak bunlar kullanılagelmiştir. Aynı şekilde ‘’devletin bekası, milletin çıkarları’’ vb argümanlar ile yalan üstüne yalanlar, hile ve entrika üstüne hile ve entrikalar enflasyonu sürekli zirveleri oynamaktadır. Fakat doğru ile yalan, gerçek ile hayal, madde ile bilinç, somut ile soyut düzleminde doğa, insan, kadın ve ötekileştirilmiş cinsler, toplum, emek, inanç yada inançsızlık söz konusu olunca temel ayrışım noktaları da hemen belirginleşebilmektedir. Bütün bunlara rağmen hala kendilerini kandıran aklı evveller de hiç yok değildir. Bunun için yalana rahatlıkla başvurulabilmekte ve çıplak hakikatlere karşın, hala yalancılık yapabilmektedirler. Bu bağlamda düşmanından yalan çalmakta da epey ustalaşma sağlandığını belirtmekte fayda vardır. Günlük genel yaşamları, esas olarak seyirci pozisyonunda olmasına rağmen, teorik gevezelikler ile örülü klavye devrimciliği ve söz de önderlikleri bir türlü elden bırakmayan evcilleşmiş çizgi kahramanlarının örgütlü yalanları ise, başlı başına ayrı bir yazının konusu olsa gerek.Örgütsel ve kurumsal olarak organize yalanlar ve riyakarlıkta, ciddi manada köksüzleşme ve yozlaşma hali olduğunu vurgulamak isteriz. Somut ve objektif olarak nesnel gerçekliği ve durumu hiç de iyi olmamasına karşın, durumumuz iyidir denilerek insanın gözlerinin içine baka baka yalanlar söylenmesi bunun basit bir göstergesidir. Zira umut aşılamanın dışına çoktan çıkıldığı için, kendi çalıp kendi oynama hallerinin artık kimseye bir fayda sağlamadığı da çok geçmeden anlaşılmaktadır. Neyse, biz asıl okun sivri ucunu yöneltmemiz gereken düşmana doğru çevirelim.

Yukarıdan Aşağıya Bütün Unsurlarıyla Devletin Bireysel ve Kurumsal Yalanları

Egemenlik odakları ve unsurlarının, kurumsal yalan- lar- ı vardır ki, hak getire. Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’ e bile rahmet okutan düzeyde, faşist Türk devleti ve hali hazırdaki AKP- MHP faşizminin yalanları önemli bir ironi konusu bir yana, ciddi bir algı yönetimi ve manipülasyonu içermektedir. Uluslararası tekelci sermaye grupları ve kliklerine bağımlı iktidarsız iktidarların, yalan makinaları durmaksızın yalan- lar üretmektedir. Öyle ki, kendi yalan- lar- ı- nı bile, hiç de utanma arlanmaksızın yalanlayarak yeni yalan- lar ile üstü örtülerek kamuoyuna servis edebilmektedirler. ‘’Eğer ortada bir yalan varsa, başka hiç kimse bunu yalanlayamaz ve bizzat yine biz onu yalanlarız, sonra gene yalan- lar söyleyerek yalana devam ederiz’’ tarzıyla yalanın mekaniği ve süreç işletilmektedir. Bir yandan türlü rantlar ile kendi ceplerini yada kasalarını- daha doğrusu ayakkabı kutularını-, -kağıt paralar- pardon dolarlar– ile doldururlarken, devletin bekası ve toplumun çıkarları retorikleriyle dillerine pelesenk etmekten ise, hiç de vazgeçmeyerek yalan makinası haline gelmişlerdir. Faşist devletin yukarıdan aşağıya, temel ve merkezi kurumlarından en altlardaki bileşenlerine kadar yalan makinasının çarkları ve dişlileri olarak işlev gördüğünü bugün daha somut olarak görebilmekteyiz. Emperyalist kapitalizmin ve böyle bir sistemin her bir parçası ve alt sistemleri yada mekanizmalarının, yalan makinası olarak varlıklarını sürdürdüklerini belirtmek gerek. Hormonlu yalanlar mekaniğinin sürekli ve etkin olarak işlerlik halinde olduğu gerçekliğini vurgulamak yerinde olur. Faşist AKP- MHP iktidarı kitle desteğini yitirdikçe, çareyi daha fazla yalana başvurarak bulmaya çalışmaktadır. Tabi ki bu yönelim, daha fazla çaresizlik üretmekten başka bir işe yaramamaktadır. Faşist Türk devleti ve egemenlik sistemi çaresiz kaldıkça da, daha fazla pervasızlaşmakta ve yalan enflasyonu yaşanmaktadır. Kürt halkına ve Kürtçe konuşana yönelik,bizzat devlet yönlendirmeli ve şırıngalı ırkçı- şöven faşist saldırılar ve katliamlar karşısında, valisinden muhtarına ve sivil faşist unsurlarına kadar yalan ve demagojileri, faşist devletin kurumsal yalan ve iki yüzlülüğünün çıplak gerçekleri ve günceldeki somut görünümleridir. Aynı şekilde bizzat uluslararası emperyalist tekelci devletlerin doyumsuz iştahları neticesinde işgaller ve vahşi sömürüye tabi tutulan ezilen ulus ve halkların yerlerinden, yurtlarından edilip çökertme ve göçertme karşısında göçmen ve mülteci halklara yönelik ırkçı faşist saldırıların üstünü örtmek için yoğunluklu yalan- lareşliğinde yanılsamalar  yaratılmaktadır.

AKP- MHF faşizminin güncelde daha da açık hale gelen Radyo Televizyon Üst Kurulu(RTÜK) eliyle yazılı ve sözlü basın üzerinden manipülasyon ve yalanlarıyla da karşı karşıyayız. Muhalif basına karşı da ‘’ayağını denk al, yoksa seni mahvederim’’ manasına gelecek tehdit, hapis ve para cezaları ile manipülasyona başvurulmaktadır.

Toplumsal ‘ilerleme ve yenilenme’ niyetine, ‘demokratikleşme ve açılım’ adı altında düşmanın yalanlarının, aslında faşizmin yeniden yapılandırılması ve tasfiye politikaları olarak kavranması da gerekmektedir. Keza bugüne kadar ne dillendirildiyse, tam aksi yönde faşizmin daha fazla pervasız saldırı konseptleriyle hareket edildiği ve vahşetlerin yaşandığı, yaşadığımız acı gerçeklikleriyle kanıtlıdır. Faşist Erdoğan, müjdeler üstüne müjdeler vermektedir. Ardı ardına ‘’mega projeler’’ argümanıyla kamuoyunu aldatmayı amaçlamaktadır. Belli ki popülizmin havalarda uçuştuğu bir süreçten geçilmektedir. Gerçek ötesi bir dönem olarak da nitelendirebileceğimiz mevcuttaki durum, toplumsal hakikatlerden çok, algı yönetimi ve manipülasyonlar üzerinden, yanılsamalar yaratmayı amaçlamaktadır. Hal böyle olunca da, topluma hayaller satılıp durulmaktadır. Bütün bu kuşatma ve manipülasyonlara rağmen, geçmişteki müjdeleri neydi ki şimdikiler de bir şey olsun misali kamuoyunun ilgisine ise pek mahal olmaz oldu bugünlerde. Çünkü hemen hepsinin boş ve aslında başka sömürü ve zulümler ile hedeflenen politikaları örtbas etmek için kullanılan yalanlar olduğu ortaya çıktı da ondan. Kaldı ki onca algı yönetimi ve manipülasyonlara rağmen yalanların da çok geçmeden deşifre durumu yaşanmaktadır. Faşist Türk hakim sınıf ve kliklerinin yalan üstüne yalanlar ile kendi aralarında kirli rekabet ve çelişkilerin kızgınlığı bir yana, halk kitleleri karşısında da ciddi düzeyde teşhir olduklarını görebilmekteyiz. Hakim sınıfların muhalefetteki klikleri de, aynı şekilde çıplak hakikatlerin kıyısında köşesinde dolaşıp durmaktadır. Faşist karakterleri ve bu temeldeki devletin bekası olarak nitelenen tekçi egemenlik sisteminin sadık unsurları olarak hareket etmektedirler. CHP ve İYİP’nin merkezi yönetim kademeleri ve belirleyici kurumsal bileşenlerinin, faşist devletin özsel nitelikleri ile esaslı sorunları olmadığını görüyoruz. Bunun için, çıplak hakikatleri ve somut- nesnel gerçeklikleri ve gelişmelerin özü ve içeriği yerine, oldukça sığ politikalar içerisindedirler. Belli ki asıl dertleri, bir türlü dikiş tutmayan ve sürdürülebilirliği ciddi düzeyde sorunlu tekçi faşist Türk devlet gerçekliğini, ufak tefek değişiklikler ile ‘rayına’ oturtmaktır. Başını AKP’nin çektiği hakim sınıf klikleri ve iktidarları, aldatıldıkları ve kandırıldıklarını sürekli dillendirerek, yalan üstüne yalan söylemektedirler. Kendi kliksel çelişki ve çatışmaları içerisine kitleleri de çekerek, oy ve taban devşirmeye çalışarak, egemenliğini pekiştirmek istemektedirler. AKP, MHP başta olmak üzere CHP ve İYİP’ in de bundan geri kalır yanı yoktur.

Faşizmin yalan ve demagojilerine karşı, halk kitleleri içerisinde siyasi teşhir kampanyaları oldukça önemlidir. Mevcutta özellikle ırkçı faşist saldırı ve katliamlar ve doğa kırımına karşı, AKP- MHP hükümeti ve faşist iktidarın bin bir türlü yalanları ve faşist devletin genel niteliği, daha fazla teşhiri gerektirmektedir. Halk kitlelerinin demokratik hak ve özgürlükler bağlamındaki meşru ve yerinde kendiliğinden direnişleri ve mücadelelerinin, AKP- MHP faşist hükümeti-iktidarı özgülünde faşist Türk devletine doğru ilerletilmesi için, siyasal teşhir kampanyalarında yoğunlaşmalıyız. Aynı zamanda özellikle milis güçlerimizin askeri eylemleri ve gerilla TV’nin düşmanı darbeleyen ve bedel ödeten eylemlerini daha fazla görünür kılabilmeliyiz.

Baskı, zulüm, sömürü ve katliamlar ile bir çok şeyi yok edebilirsiniz, ancak hafıza yok edilemiyor. Gerçekleri ve uyanmış haldeki hakikatleri inkar edebilirsiniz, onlara ilişkin istediğiniz yalan- lar- ı söyleyebilir ve yazabilirsiniz. Hatta gerçekleri tıpkı bahar çiçekleri ve kral örneğinde olduğu gibi topyekûn yasaklayabilirsiniz. Ama beynimizin içindeki hafızayı tümden yok edemezsiniz. Direnç, umut, kararlılık, mücadele ve devrimci savaş, en çok da bu hafızadan beslenmektedir. Bizzat o hafıza yada bellektekiler her zaman, tıpkı Ape Musa’nın deyimiyle yaşamın bir başka adı olan direnme ve mücadeleyi bizlere şart koşuyor. Ne kadar büyük yalanlara başvurulursa başvurulsun, ne kadar topyekûn stratejik saldırılar gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, bilinmeli ki en zifiri karanlığın sonu mutlaka aydınlıktır. Bütün çiçekler yok edilse bile, bin yılların kavimler beşiği ve verimli topraklarıyla öz- gür yaşamı, yine bahar çiçekleriyle dünyamızı boydan boya donatacağız. Çıplak hakikatler, yalanı ve yalancılığı kökten süpürerek, yeryüzünden bir daha geri gelmesinin koşulları da böylelikle ortadan kalkacaktır. Faşist yalancıların, paradigmalarıyla kökten sökülerek alaşağı edilmesi için, daha fazla örgütlenelim, direnelim ve kazanalım.