Nahel isyanına gelene kadar… / Oya Açan

Tarih katliamlar ve direnişlerle, ileri atılışlar ve geri çekilişlerle yazılıyor. Dünyanın bir coğrafyasında biri biterken başka bir uçta bir diğeri başlıyor.

Fransa’da 2005’ten bu yana sokak ve kitle eylemleri için için kaynamaya devam etti; birbiri peşi sıra, herbiri diğerinin üstüne binerek, yayılıp genişleyerek, geri çekilmiş gibi göründüğü durumlarda bile…

Geriye doğru kuşbakışı bir uzanışla bugün Fransa’da yaşanan yangın yerinin ipuçlarını da yakalayabiliriz.

2005’lerden başlayarak AB ülkelerinde birbiri ardına çıkarılan “terör yasaları” Sarkozy Fransası’nda da vücut bulmakta gecikmedi. Bu yasa tüm işyerleri, kiliseler ve bankalara kameralar yerleştirilmesine, uçak ve tren yolculuğu yapanların kimlik bilgilerinin depolanmasına olanak tanıyordu. İnternet kullanıcılarının bilgisayar başında sörf aşamasındaki tüm hareketleri izlenerek bilgiler kayıt altına alınıp bir yıl saklanacaktı. Tüm telefon görüşmeleri için de aynı şey geçerliydi. Yasa, gözaltı süresinin 2 gün uzatılmasını, hapis cezalarının artırılması öngörülüyordu.

Ardından, “refah ve özgürlük” ülkelerinden polis devletlerine doğru hızla yol alan Avrupa ülkelerinde yarışın başını çeken Fransa’da Terörle Mücadele Yasası’ndan sonra göçmenlerin alınmak istendiği kıskacı ortaya koyan yabancılara yönelik bir saldırı yasası daha meclisten geçti.

AB ülkelerinin hemen tümünde devreye sokulan bu saldırganlık, aynı zamanda onların dayandıkları sınırı ele veriyor, sistemin yaşadığı derin korku ve uçsuz bucaksız paranoyaya işaret ediyor. “Güvenlik önlemleri” kapsamındaki saldırılar derinleşen sınıfsal uçurumların sosyal patlamalara dönüşme tehlikesinin artık bir tehdit olmaktan çıkıp AB metropollerinde de uç vermeye başladığının kanıtı oluyordu.

Fransa demiryollarında özelleştirmelerin durdurulması ve çalışma koşullarının düzeltilmesi talebiyle yapılan grevlerin ve ilk banliyö isyanlarının başlaması da bu yıllara denk geliyor.

Hatırlayalım

Neoliberal yıkım politikalarının dikişlerinin patladığı 27 Ekim 2005’te Fransa’da başlayan eylemler 12 gün sürdü. Paris’in yoksul yüzünün en çarpıcı ve çıplak örneklerinden biri olan Clichy Sous Bois’da başlayan çatışmalar, Fransa’nın dört bir yanına yayıldı. 5 bin araç yakıldı, yüzlerce kişi gözaltına alındı.

Fransız burjuvazisi tüm emekçi göçmen kitlesini “pislikler” diye aşağılayınca Fransa’nın dört bir yanında sokağa boşalan öfke durmak bilmedi. Irkçılık ve milliyetçilik köpürtüldü, Fransız halkı göçmen emekçilere karşı kışkırtılmaya çalışıldı.

Clichy-Sous-Bois, göçmenlerin çoğunlukta olduğu, sosyal konutlar arasına sıkışan işsiz ve geleceksiz gençlerin toplandığı Paris’i kuşatan banliyölerden sadece biri. Göçmen semtlerinin devlet tarafından potansiyel suç yuvaları olarak görülmesi ve bunun göçmen emekçilere saldırı bahanesi haline getirilerek polis devletine doğru pupa yelken gidilmesinin en yakın tarihli izleri o günlerde saklıdır. Polis saldırganlığı polis ve gençler arasında başlayan bir kovalamacanın ardından gençlerin arabayla elektrik trafosuna çarpması sonucu çıkan yangında  iki genç oracıkta kül topuna dönmüştü. Polis yetkilerinin artırılmasına dönük “çalışmalar” o tarihlerde başladı.

Sarı Yelekliler

Tarih katliamlar ve direnişlerin üst üste binmesiyle yazılıyor.

Fransa’da bugün yaşanan polis saldırganlığının boyutlarına baktığımızda toplumun farklı kesimlerinin ekonomik-siyasal eylemlerinin birbirini besleyip güçlendirdiğini görüyoruz. Sarı Yelekliler’in 17 Kasım 2018’de taşrada başlayarak daha sonra kentlere sıçrayan eylemlerini anmadan geçemeyiz.

Hükümetin birbiri ardına açıkladığı vergi artışlarına akaryakıt vergilerini de eklemesi üzerine sosyal medya üzerinden bir imza kampanyasıyla başladı. Sarı Yelekliler, siyasal anlamda tam bir taban hareketiydi. İşbaşına geldiğinden bu yana kamuoyunun tepkilerine aldırmadan “reform” adı altında neredeyse her ay yeni bir neoliberal sömürü ve soygun önlemini yürürlüğe sokan Macron yönetimine karşı birikmiş tepkileri bir kez daha alevlendirdi.

Demiryolu işçilerinin başını çektiği 2017’deki grev ve gösteriler dalgasından farklı olarak bu kez harekete geçenler daha çok taşradaki yerleşim birimlerinde yaşayan emekçilerle küçük çiftçiler ve kamyoncular oldu. Çünkü mazota ve benzine getirilen ve önümüzdeki beş yıl boyunca kademeli olarak artacak vergiler, ekonomik açıdan en başta bu kesimleri vuracak bir özelliğe sahipti. Bunların çoğu zaten düşük ücretler karşılığında büyük mağazalarda tezgahtarlık, kasiyerlik, temizlik gibi hizmet sektöründe çalışan işçilerle yıllardır yaşadıkları taşra kenti ya da yakınındaki artık kapanmış fabrikalarda çalışmış olan işsizler. Hareketin omurgasını da bunlar oluşturuyordu zaten.

Binlerce Fransız, otomobillerde bulunması zorunlu olan sarı güvenlik yeleğini giyerek sokağa çıktı. Genç, yaşlı, kadın erkek, alt/orta sınıf her kesimden Fransız, hükümeti protesto etti. Eylem Fransa’nın bütün kentlerine yayılarak bir yıl sürdü.

Sadece parlamenter sistem değil siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütlerine karşı yaygın güvensizlik, temsil organlarına inancın ortadan kalkmış olması Sarı Yelekliler’i aynı kulvarda buluşturmuştu. Kamuoyu araştırmalarına göre, eylemleri haklı bulup destekleyenlerin oranı yüzde 77’ydi. Bu vb. birçok veri, hareketin kitlesel karakteri yanında sınıfsal açıdan da emekçi bir karaktere sahip olduğunu fazlasıyla gösteriyordu.

Çıkış noktasını akaryakıt fiyatlarına ve taşıt vergilerine yapılan zamlar oluştursa da, bu öfkenin arka planında aslında neoliberal sömürü ve soygun yöntemlerine duyulan tepki vardı. Sarı Yelekliler’in isyanı neoliberal politikaların duvara tosladığının resmiydi aynı zamanda. Macron 2017’de uluslararası CEO’lara ‘cezbeden Fransa’ vaat etmişti. Bu vaadin alt ve orta sınıflara düşen payı acımasızdı: Çalışanların haklarına budama, işten çıkarmaları kolaylaştırma, tazminat haklarını geri alma, büyüklere kıyak vergi paketleri, servet vergisine son verme, temel hizmetleri kısma, stratejik tesisleri özelleştirme vs. Böyle yaparak neoliberalleri sarhoş ederken ‘Aşağı Fransa’yı da uyandırmış oldu.

Nisan-Kasım 2020

2020 Nisan’ında bir motorsiklet sürücüsünün kapısı açık olan polis arabasına çarpması ve bacağından ağır yaralaması biriken öfkenin patlamasına ve Paris banliyölerinin bir kez daha tutuşmasına neden oldu. Fransız polisi Paris ve çevresindeki yoksulların yaşadığı banliyölerdeki kışkırtıcı tavırlarıyla halkın isyanı ateşlemişti. 5 haftalık sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Kasım 2020’de Fransa’nın başkenti Paris’te, görevde olan polisin görüntülerinin herhangi mecrada yayımlanmasını yasaklayan “genel güvenlik” yasa tasarısına karşı protesto eylemleri düzenlendi. Geniş kitleler sadece parlamenter sisteme değil siyasi partilere, sendikalara, meslek örgütlerine karşı yaygın ve önüne geçilmez bir güvensizlik içindeydi.

2022’de emeklilik yaşının 62’den 64’e yükseltilmesini öngören “reform”a karşı toplumun her kesiminden milyonlarca kişinin aylar boyunca sokakları işgal etmesine gelinceye kadar ulaşım, enerji, … işçilerinin, sömürülen, ayrımcılığa uğrayan ve kent merkezlerinden uzak tutmak için gettolara hapsedilmeye çalışılan göçmen emekçilerin arkası hiç kesilmeyen eylemlerine sahne oldu

Nahel

Burjuvazinin yıllar boyunca adım adım ördüğü bu işçi ve göçmen düşmanı politikalar, “çöp ve pislik” olarak görülen göçmenlerin hayatın her alanında ve anında taciz edilmeleri, insanlık dışı uygulamaya maruz kalmaları sonucu, verilen sınırsız yetkilerle adeta dokunulmaz kılınan polis saldırganlığı ırkçılıktaki muazzam tırmanış Nahel’i de hedef haline getirdi. Geçen yıl 13, bu yıl 3 kişi tıpkı Nahel gibi hayatını kaybetti. Fransa’da 45 bin jandarma görevde 3 bin 200 gözaltı yaşandı, en az 5 bin araç kundaklandı, bin bina hasar gördü veya ateşe verildi, 250 polis/jandarma karakolu saldırıya uğradı.

Fransa’daki derhal alevlenen son yangının temelinde toplumda birikmiş büyük bir öfkenin devrevi olarak patlaması var. Burjuvazinin neoliberal ve ırkçı uygulamalarıyla atbaşı giden polis şiddeti toplumdaki öfkeyi tutuşturarak farklı toplumsal kesimlerin ortak talep ve beklentilerinin üzerine benzin dökülmesi sonucu oluştuğu görülebiliyor.

Bu tür örgütsüz ve öncüsüz öfke patlamaları eninde sonunda sönümlenmekten kurtulamıyor. Örgütsüzlük ve öncüsüzlük bu sonucu doğuran temel etken. Yanı sıra patlamaların salt banliyö gençliğiyle sınırlı kalması, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri başta olmak üzere işçi sınıfı ve diğer toplumsal muhalefet dinamikleri tarafından sahiplenilip büyütülememesi, göçmen toplulukları arasında bile etnik ve bölgesel farklılıklara dayalı önyargılar nedeniyle parçalı bir karakter taşıması ‘yenilgi’yi adeta kaçınılmaz hale getiriyor. Günün öncülük sorumluluğu her şeyden önce bu tayin edici zaafın ortadan kaldırılmasına yoğunlaşmayı emrediyor.