Türk ulus devleti İttihat ve Terakki devamıdır / Sinan Dersim

Türk ulus devletin doğuş başlangıcı 1839 Tanzimat Fermanına dayanır. Bu doğuş dayanakları üç evrede somutlaştırabiliriz. Birinci evre 1839 Tanzimat fermanıyla başlangıç yapar. Öncesiyle şekillenen Tanzimat fermanı Osmanlıdan TC ulus devletine geçişin ilk ilkelerini ve programını ortaya koyandır.

İkinci evre 1876 Meşruiyet ilanıdır. Tanzimat’tan sonra Osmanlı meclis-i Mebusan’ın kuruluşu, Osmanlıdan TC ulus devletine geçişte ikinci evreyi oluşturmaktadır.

Üçüncü evre 1908 ikinci Meşruiyetin ilanıdır. Yeniden Meclis-i Mebusan’ın açılması, Osmanlı sisteminin tümden aşılması, İttihat ve Terakki Cemiyetinin yönetim olmasının önünü açılması ve böylece TC ulus devletine dönüşüm sürecinin hızlanmasını yaratmış, ortaya çıkartmıştır. Söz konusu bu gelişmeler temelinde aslında günümüz TC devleti esas olarak İttihat ve Terakki Cemiyetinin yönetimi tarafından oluşturulmuştur.

Şöyle de diyebiliriz: İttihat ve Terakki yönetimi bir Pro-TC’dir. TC’nin Pro tipi İttihat ve Terakki yönetimi olarak şekillenmiştir. Bundan sonrası İttihat ve Terakki yönetimini doğru ve yeterli anlamaya ve söz konusu yönetiminden Kemalist TC’nin kuruluşuna geçişi değerlendirmeye kalmaktadır.Böyle bir geçişin Birinci dünya savaşı sürecinde ve sonrasında gerçekleştiği, dolaysıyla Birinci Dünya savaş’ında İttihat ve Terakki yönetiminin yenilgisi üzerinde şekillendiği bilinmektedir.

Unutmayalım ki; Mustafa Kemal de bir İhtiyati ve Terakki üyesi generaldir. Kemalist klik de İhtiyat ve Terakki Cemiyetinin bir parçası, bir hizbi konumundadır. Kesinlikle İttihat ve Terakkiden ayrı değildir. Fakat Talat, Enver ve Cemal paşaların izlediği politikalarla Mustafa Kemal politik yaklaşımları tam uyuşmamaktadır. Arada ki fark şöyle ifade edilir: Talat, Enver ve Cemal paşalar daha açık emperyalist politikalar izlerken, Osmanlı imparatorluğunu Orta Asya Türklüğüne doğru açıktan yayma hedefi güderken, Mustafa kemal söz konusu politikaları serüvenci bulmakta, daha çok Osmanlığı varlığını korumayı öngören, politikada biraz daha somut ya da gerçekçi diyeceğimiz yaklaşımları esas almak isteyen bir siyasi yaklaşıma sahiptir. Bunun dışında aralarında bir fark yoktur.

Dikkat edilirse Sivas ve Erzurum Kongresi ardından Mustafa Kemal’in yaptığı ilk iş de 1920 yılının 23 Nisanında Ankara’da yeni bir meclis açmak olmuştur. Bu bile Tanzimat Fermanına,1’inc. Ve 2’nci Meşruiyetlere ne kadar çok dayandığını açıkça ortaya koymaktadır.

Ankara’da böyle bir meclis kurulurken İstanbul’da toplanmış bulunan İhtiyatçı yönetim kadroları başlangıçta bu mecliste yer almamışlardır. Fakat Sivas’ta Erzurum’da kongreye katılanların önemli bir kısmının İhtiyat ve Terakki olduğu, dolaysıyla Ankara meclisini açanlarında İhtiyat ve Terakki hareketinin bir parçası konumunda bulunduğu tartışma götürmeyen bir gerçektir.

Dahası Ankara’da meclis kurulup İstanbul, karşı devlet tarafından işgal edilince İstanbul’da toplanmış bulunan İhttihatçı kadrolar artık yönetim görevini yerine getiremez duruma düşünce Ankara’daki meclisin etkinliğinin artacağı, gelişme sağlayacağı açığa çıkıp anlaşılınca, tümünün parça parça, açık ya da gizli bir biçimde İstanbul’dan Ankara’ya taşındığını, dolaysıyla Ankara’daki TC kuruluşunda aslında İstanbul’daki İhtiyat ve Terakki kadrolarının ağırlıklı olarak yer aldığını biliyoruz. Birde böyle bir devamlılık var. Başta İsmet  İnönü olmak üzere TC devletini kuran üst düzey kadroların hemen hepsinin İhtiyat ve Terakki Cemiyetinin  üyesi olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Sadece Talat, Enver ve  Cemal paşalar bunun dışında kalmışlardır. Onlar dışındaki bütün İttihatçılar TC kuruluşuna katılmışlardır. Aslında TC’de tam bir egemenlik kurmuşlardır. Bu yönüyle baktığımızda TC devletinin İhtiyati ve Terakki yönetiminin bir devamı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dönüşüm İstanbul’dan Ankara’ya geçiştir. Daha zayıf bir klik Kemalist hareketin birinci güç haline gelmesidir. Osmanlı İmparatorluğunun yerine ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ adını almasıdır. Değişiklikler esas olarak bunlar olmuştur.

Bunun dışında aslında zihniyet ve siyaset olarak İttihat ve Terakki yönetimi tamamen devam etmiştir. Yönetimden Talat, Enver ve Cemal paşalar düşüp Mustafa kemal paşa yönetimi geçince yukarda belirttiğimiz siyaset anlayışı farklılığı da gerçekleşmiştir. Özellikle Enver paşanın serüvenci, yayılmacı, Emperyalist, orta Asya Türklüğünü Osmanlıya bağlamayı açıktan öngören politikaları reddedilerek, politikada daha somut, gerçekçi bir çizgi izlenmeye yönelmiştir. Kemalist siyasetin esası budur. Bu da aslında Mustafa Kemal’in Talat, Enver ve Cemal paşaların düşüncelerine, politikalarına karşı olduğundan değil, pratikte onların gerçekleşmesinin imkânını bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Mustafa Kemal Enver’in düşüncelerini yanlış bulmamaktadır. Sadece uygulanır görmemekte, pratikleşebileceğine inanmamaktadır. Yaşanılan siyasi-askeri koşulları öyle politikaları başarıyla uygulamaya imkân veri görmemektedir. Onun için yanlış, hatalı ve tehlikeli bulmaktadır.

Nitekim pratikte doğrulanan Mustafa Kemal olmuştur. Bütün çabasına rağmen Enver Paşa ağır bir hezimet yaşamaktan kurtulmamıştır. Önce koskoca Osmanlı imparatorluğunu yok etmiş, ardından kendisini bir faciaya götürmüştür. Buna karşılık Mustafa Kemalin daha objektif davrandığı, gerçekçi hareket ettiği somut durumun gereklerine göre bir siyaset izlediği açıktır. Bu da bugünkü TC sınırlarının esas alınıp TC ulus devletinin kurulması olmuştur.

Kurulan TC devleti, Kemalist yönetim, Enver’in serüvenci politikalarını reddetmiştir. Ama onun dışındaki İttihat ve Terakki zihniyetini ve siyasetini olduğu gibi esas almıştır. İhtiyat ve Terakkinin savaşçı, milliyetçi, soykırımcı, kültürler ve halklar düşmanı, Türk’ten başka hiçbir etnik topluluğa kendi sınırları içerisinde yaşam hakkı tanımayan ve fırsat buldukça yayılma emellerini güden zihniyet ve siyasetini olduğu gibi esas almıştır.

Dikkat edelim Ermeni Soykırımına sahip çıkmıştır. Ardında 1924’te Asurî-Süryani soykırımını TC devleti gerçekleştirmiştir. Rum soykırımlarını gerçekleştirmiştir. Kürt soykırımını birinci Dünya savaşında başlamak üzere günümüze kadar bütün politikalarının temeli yaparak, yürüten TC devleti olmuştur. Yani İttihat ve Terakkinin ırkçı, şoven, Türk milliyetçisi, Pan-Türkist, Turancı zihniyet ve siyasetini olduğu gibi esas almış, Anadolu ve Mezopotamya’daki bütün halk topluluklarını, dil ve kültürleri soykırımından geçirerek, katliamlara uğratıp esasta asimilasyona tabi tutarak Türkleştirme politikası izlemiştir.

Soykırımı katliamı, tehcir, demografiyi değiştirme ve esas olarak da asimilasyon biçiminde çok etkili bir şekilde kullanmıştır. TC, İttihat ve Terakki’den başlayan soykırımcı zihniyet ve siyaseti olduğu gibi almış, hatta daha da derinleştirip geliştirerek, daha pervasızca uygulamıştır. Bugün AKP-MHP faşizmin izlediği politikalar, yürütülen Kürt düşmanlığı, sürdürülen Kürt soykırımı, yine Ermeni-Rum-Asurî düşmanlığı bu gerçeği net bir biçimde göstermektedir. Resmi Türk söylemine, ideolojisine, propagandasına, Türk eğitimine, ticaretine bakılırsa bu gerçek daha net bir biçimde görülebilir.

Diğer yandan başta Kürdistan’ın diğer parçaları olmak üzere fırsat buldukça dışa yayılma, eski Osmanlı topraklarını imkanlar dahilinde adım adım ele geçirme siyasetti, bir TC politikası olarak sürmüştür. Hatay’ın alınması, Kıbrıs’ın işgali, Rojava ve Başure Kürdistan’a dönük yürütülen işgal saldırıları, hatta Libya’ya dönük politikalar, Azerbaycan-Ermeni çatışmasına katılım durumu, Katar ve benzeri güçlerle ilişkiler söz konusu bu politikayı açıkça ortaya koymaktadır.

Mustafa Kemal, Enver’in son derece açık ve serüvenci olan yayılmacı politikalarını yanlış bulmuş, bunun yerine koşullar el verdikçe, imkanlar oldukça bunu adım adım uygulama siyaseti izlemiştir. Görünüşte sınırlarını esas almış, barışçıl söylemde bulunmuş; esas anlayış olarak fırsatlar yaratarak, koşullarını olgunlaştırarak, başka alanları işgal etme zihniyet ve siyasetini izlemiştir. ’Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ dediği şey aslında fırsat bulunca yayılma siyasetini ve yine başta Kürtler olmak üzere diğer halklara karşı soykırım savaşını gizlemek için uydurulmuş bir söylemden başka bir şey olmamaktadır. Öyle diyerek aslında yaptığı soykırımları, gerçekleştirdiği işgal ve ilhak saldırılarının üstünü örtmeye, bunları gizlemeye çalışmıştır. Bugün bu durumu en iyi AKP-MHP faşizmi ortaya koymakta, uygulamaktadır.

Zaten Tayyip Erdoğan, Kemalist hareketin gizli olarak böyle bir politika izlemesini doğru bulmadığını, bunu açıktan yapılması gerektiğini ilan etmiştir. Lozan’a karşıtlığı, açıktan Kürdistan’ın diğer parçalarına ve Ortadoğu’ya dönük işgalci emellerini ortaya koyması,<Ortadoğu’nun birçok alanında müdahaleci, yayılmacı politika izlemesi, ’Yeni Osmanlıcılıktan’ söz etmesi bu gerçeği açık bir biçimde göstermektedir.

Dikkat edilirse Tanzimat’a AKP-MHP faşist diktatörlüğüne kadar gelen süreç bir bütündür. Çeşitli aşamaları vardır; bir aşama tazimattır, bir aşama Birinci Meşru yetir, bir aşama ikinci Meşrutiyet ve ittihat ve terakkidir. Başka bir aşama da Kemalist TC’nin kuruluşudur. Son aşamada 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi ve bu darbenin ortaya çıkardığı AKP-MHP faşist diktatörlüğüdür. Bütün bu sürecin geldiği nokta AKP-MHP faşist diktatörlüğü, cumhuriyeti olmaktadır. Zaten böyle bir cumhuriyetin ittihatçı olduğu, Turancı, soykırımcı, savaşçı olduğu, Kürtlere karşı yürüttüğü işgal ve soykırım saldırılarından, Ermeni soykırımın Ermenistan’a karşı düşmanlık şeklinde sürdürmesinden, Libya’ya asker çıkarmasından, Katar-Yemen savaşlarına katılmasına kadar bu durum açıkça görülmektedir. Bunun aslında İttihat ve Terakki yönetimin Birinci Dünya savaşında yürüttüğü politikanın aynı olduğu, Birinci Dünya savaşında kaybedenleri kazanma amacı güttüğü açık bir gerçektir.

Özcesi Türkiye’nin savaş saldırganlığını, işgal, imha soykırımını salt bugüne ait görmemek gerek.200 yılık TC başlangıcı ve ondan önce Osmanlı imparatorluğun geçmişinde süzüle süzüle bugüne gelmiştir. Bu ırkçı cumhuriyetin pan -zehiri demokratik ulustur. Halkların kendini özgür ifade ettiği ve kendi kendine yönettiği ortak demokratik vatan ulusudur. Bu ulus bilinci eylemiyle ne kadar bilinçlenir, bu bilinç doğrultusunda birleşir, bir araya gelinirse iste o zaman 200 yıllık İhtiyat ve Terakki cumhuriyeti de yok olur, Halklar Anadolu Mezopotamya mezarlığında bir daha kendi külleri üzerinde özgür yeni doğuşlarını gerçekleştirmiş olur.

Bu anlamda Irkçı tekçi TC cumhuriyeti yıkma savaşı insanlık kurtuluşudur. Hitleri yenmek, yenilme savaşı nasıl insanlık kurtuluşu, onuru olmuşsa AKP-MHP faşist temsil iktidarını yıkmakta başta Türkiye halkları ve Rojava Suriye halkları, Irak halkları ve bir bütün bölge gericiliğin yıkılışı olacaktır. Halkların özgürlük çıkısı, kurtuluşu olacaktır. Hele Rojava kazanmalarını yok etmeyi onaylayacak savaş tezkeresi  günleri içinde geçerken, Rojava devrimini savunmak insani vicdani görev ve sorumluluk olacaktır. Kobani’yi savunmak kitlesel destek ve sahiplenme şeklindeydi, ama bugün aynı taktik düzeyle Rojava korunamaz. Hele hele Rojava’ya devletler düzeyinde saldırı kararı alacak bu aşamada, buna karşı duruş destek düzeyde kalamaz. Rojava devrimin öz savunmacısı, komitecisi olmak ancak Rojava devrimini yıkıcı, yok edici tehlikelerde korur. Bunun için Rojava topraklarına gitmeye gerek yok. TC Faşist devletin ayak bastığı her yer Rojava devrimin öz savunma gücü haline gelebilir. İşçiler emekçiler bu kirli savaş karşısında barış grevleri geliştirebilir. Devrimciler Rojava komiteleri olarak misillemede bulunarak, her yerde öz savunama saldırı müfrezeleri haline kendini getirebilir. Rojava devrimini korumanın öz savunmacısı olmanın hakiki buluşmasının burada geçtiğini düşünebilir ve bu düşünüşle TC Savaş hükümet devlet güçlerine karşı kendi devrimci görevini misillemeci olarak belirleyebilir. Bu bilinç ve tarihi görev sorumlulukla diyoruz ki, haydi, bu onurlu dava için el ele verelim halkların düşmanı gardiyanı, yok edici Türk faşist ulus devleti yıkmak için ileri daha ileri  diyerek Faşizmi yıkalım özgürlüğü kazanalım birinci yılı doldurduğumuz hamlemizi daha da bir  büyütelim  Rojava devrim kazanımlarını bölge devrim kazanımına dönüştürelim.

Selam direnenlere, Kazanacak olan direniştir.