TC ile Almanya ilişkilerinde bağımlılık daimidir! / Ulaş Kaya

Angela Merkel’in 16 yıllık başbakanlığı Aralık’ta sona erecek. 27 Eylül’de yapılan seçimlerde Sosyal Demokrat Parti (SDP) yüzde 25.7 ile birinci, Hristiyan Birlik Partileri (CDU-CSU) yüzde 24.1 ile ikinci sırada yer aldı. Üçüncü sıradaki Yeşiller Partisi yüzde 14.8 ve dördüncü olarak Hür Demokrat Parti (FDP) yüzde 11.5 oy aldı. SPD’nin başbakan adayı Olaf Scholz, Aralık ayına kadar üçlü (SPD-Yeşiller Partisi-FDP) koalisyon hükümeti kurmayı umduğunu belirtti. Başbakan Angela Merkel koalisyon hükümeti kurulana kadar görevde kalmaya devam edecek.

Almanya, emperyalist çatışma ve rekabetten daha çok pay ve kâr için yeni yöntemler arıyor. Hükümeti kurmak için bir araya gelen üç partinin hazırladığı ortak metnindeki “Güçlü bir Avrupa için, Almanya’nın uluslararası alanda daha fazla sorumluluk üstlenmesi”, “Almanya’yı güçlendirmek için AB’yi güçlendirmek istiyoruz”, “Avrupa’nın stratejik egemenliğini artırmak istiyoruz” ve “AB üyesi ülkelerin orduları arasında iş birliğinin daha da geliştirilmesi gerektiği” vurguları buna işaret. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Almanya hem AB içinde hem de dünyanın diğer coğrafyalarında emperyalist egemenliğini artıracaktır. AB’nin önde gelen ülkesi olan Almanya, son iki yıldır birçok konuda AB ülkeleri ile aynı politik düzlemde hareket ediyor. Özellikle Libya ve Doğu Akdeniz gibi konularda Türkiye ile “ters düştü”. Doğu Akdeniz’deki gerginlik sırasında da AB üyeleri, Yunanistan ve Kıbrıs’a destek açıklamaları yapmış, TC’yi provokasyonla suçlamıştı.

Merkel döneminde Almanya dış siyaseti rakipleriyle çatışmalı bir süreç yaşadı. Ortaya çıkan ekonomik-politik krizler, Alman egemenleri tarafından fırsata çevrilerek, kendilerine bağımlı olan ülkeleri daha da bağımlı hale getirdiler. Yine Angela Merkel’in Başbakanlık döneminde, Donald Trump liderliğindeki ABD başta Almanya olmak üzere diğer Avrupalı rakipleriyle ilişkilerinde zor zamanlar geçirdi. Şimdi de Joe Biden ile soğuk olan ilişkiler, restore edilmeye çalışılıyor.

Emperyalist pazar çatışmasından kaynaklı Fransa, Almanya’ya AB politikasını netleştirmesi için baskı yapıyor, bu nedenle yeni hükümetin bir an önce kurulmasını istiyor. Yeni kurulacak federal hükümetin, diğer önemli gündemi de kuşkusuz Türkiye ile olan ilişkiler olacaktır. Geleneksel bağımlılığından hiç ödün vermeden günümüze kadar süren Almanya-Türkiye ilişkilerinin kökü çok derinlerdedir. Osmanlı’dan bu yana, devam eden ekonomik, politik ve askeri ilişkiler kesintisizdir. Bu daimi bağımlılığın, en verimli dönemi Angela Merkel’in başbakanlığı sürecinde yaşandı dersek pek de yanlış olmaz. Almanya, Türkiye’de 37 milyar Euro’luk yatırımını binlerce şirketiyle yönetmektedir. Bu devasa pazarın en önemli kazancı; ucuz enerji kaynakları, ucuz iş gücü, parasız arsa ve yerleşim alanları, cazip vergi sistemi vb.dir. Bunlarla birlikte üretilen metaların daha ucuza mal olan deniz yoluyla, Türkiye üzerinden Ortadoğu ve Kafkas pazarında tüketime dönüşmesi, Alman emperyalist sermayesi için büyük bir rant demektir.

Alman burjuvazisi Türkiye’den vazgeçmeyecektir!

Alman burjuvazisi, geçmişten günümüze Türkiye’den vazgeçmedi bugün de vazgeçmeyecektir. Bu nedenle Angela Merkel görev süresi boyunca bir yandan demokrasi ve özgürlükler meleği olarak kendini ilan ederken diğer yandan Türkiye gibi faşist diktatörlükle yönetilen ülkelerle işbirliğini sürdürdü ve onları destekledi. Sürekli kullandığı argümanı ise şuydu: “Dış politikada değerler kadar çıkarlar da önemlidir.”

Alman subayları geçmişten bu yana, Osmanlı ve Türk ordusunu eğiterek, yöneterek günümüze kadar geldiler. Sadece eğitimle de kalınmadı aynı zamanda silah ve mühimmatın önemli bir bölümü de Almanya’dan temin edildi/ediliyor. Türkiye, 2019 yılının ilk sekiz ayında Almanya’dan 250 milyon 400 bin Euro silah ithal etti. Almanya, Türkiye’ye geçtiğimiz yıl da 242 milyon 800 bin Euro değerinde silah sattı. Bu, Almanya’nın toplam 770.8 milyon Euro tutarındaki yıllık silah ihracatının yaklaşık üçte birine tekabül ediyor.

TC devleti, geçen yıl Alman savunma sanayi ürünlerinin açık ara ile bir numaralı alıcısı oldu. Bu ürünlerin tamamına yakınının deniz kuvvetlerine verildiği ve Thyssen-Krupp şirketinin katkılarıyla Türkiye’de üretilen 214 klas 6 adet denizaltı ile bağlantılı olduğu yapılan araştırmalarla ortaya çıktı. Alman hükümeti söz konusu parçaların satışını 2009 yılında onaylamış ve bu ihracatı “Hermes Kefaleti” denen ve Alman firmalarını dış müşterilerin ödeme yapamamasına karşı koruyan kefaletle güvence altına almıştı.

Öte yandan Alman hükümetinin Türkiye’ye silah satışlarına verdiği yeni onaylarda son üç yılın ardından bu sene ilk kez artış kaydedildi. 9 Ekim tarihinde hükümetin yaptığı açıklamaya göre, toplam 28.5 milyon Euro’luk savunma ürünlerinin satışını onayladığı, bunun da geçtiğimiz yılın tamamında onaylanan toplam 12.9 milyon Euroluk satışın iki katından fazla olduğu açığa çıktı. Bu derece silahlanan faşist TC devleti açıktır ki bu silahları, Kürt ulusal özgürlük hareketine, devrimci, sosyalist ve komünistlere karşı kullanacaktır. Ayrıca Rojava’nın bazı kasabaları ile Afrin’in işgali sırasında IŞİD çetelerinin elinde olan, Alman silahları ve Leopar Tankları basına yansımıştı.

Emperyalist Almanya geçmişten günümüze kadar faşist diktatörlükle yönetilen birçok ülkeyi destekleyerek silahlandırıyor. Başta Türkiye olmak üzere Suudi Arabistan, Mısır, Cezayir, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan, İran ve Filipinler gibi ülkelere silah lisansı vererek yoğun biçimde silah satışı yapmaktadır.

AB’nin korkulu rüyası; Göçmenler!

Değer bir konuda, kâr hırsı uğruna yapılan emperyalist savaşlar nedeniyle yerinden yurdundan edilen kitleler, yine doğa tahribatı nedeniyle ortaya çıkan iklim ve çevre sorunlarıyla birlikte çoğalan, işsizlik ve yoksulluktan kaynaklı kitlesel göçtür. Bu kitlesel göç başta Almanya olmak üzere AB’nin korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’in daveti üzerine Atina’ya giden Merkel yaptığı basın toplantısında göçmen sorununa ilişkin açıklamalarında AB ve Türkiye’nin göçmen sorununa ilişkin imzaladığı anlaşmanın “hem AB’ye hem de Türkiye’ye faydalı olduğunu” ifade etti. 2011’de başlayan kitlesel göç sorunuyla birlikte, göçmenlerin Türkiye’de kalmasını sağlamak için R.T.Erdoğan hükümetine görev verildi. R.T.Erdoğan, birkaç kuruş daha fazla koparmak için yoksul göçmen kilelerini çeşitli dönemlerde Almanya ve AB’ye karşı kullandı. Şimdi de İran ülkeye gelen 2 milyondan fazla Afgan göçmeni Avrupa’ya göndermekle tehdit ediyor. AB’ye nükleer programı müzakerelerinde taviz vermek için göçmen baskısını kuruyor. Yeni kurulacak koalisyon hükümetinin diğer bir konusu da Afganistan’dan gelecek olan, kitlesel göçü önlemek için İran’la daha yakın çalışıp çalışmama sorunu olacaktır.

Bir yandan emperyalistler arasında çelişki ve çatışmalar devam ederken diğer yandan işsizlik, yoksulluk ve sefalet derinleşiyor. Kitleler yerlerinden ve yurtlarından edilerek göçe zorlanıyor. Avrupa’ya ulaşan göçmen kitleler ise emperyalist ülkeler tarafından ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Irkçılık güçleniyor, demokratik hak ve özgürlüklere dönük saldırılar günbegün artıyor. Dünyada birbirine benzeyen, sorunlara karşı, ortak mücadele etmediğimiz müddetçe, tüm insanlık bu çelişkilerle birlikte yaşamaya devam edecektir. Bu anlamda, anti-faşist, anti-emperyalist geniş demokratik kitlesel birliklerle, mücadeleyi büyütmek insanlığın emperyalist barbarlıktan kurtulması için zorunlu bir yoldur.